22 Mart 2019

Muhafazakâr mahallede iktidar ve dönüşen habitus

Fatih Başakşehir kitabı muhafazakârlığın gündelik hayat içerisinde İstanbul’un iki farklı ilçesi özelinde nasıl bir görünüm arz etmekte olduğunu ortaya koyuyor

Başlık İrfan Özet’in İletişim Yayınları’ndan iki hafta önce yayınlanan Fatih Başakşehir isimli kitabına ait. Çalışmayı özgül kılan husus ise son on beş yirmi yıl içerisinde giderek etkisi artan muhafazakârlığın gündelik hayat içerisinde İstanbul’un iki farklı ilçesi özelinde nasıl bir görünüm arz etmekte olduğunu alana ilişkin örneklerle ortaya koymasıdır. Kitabı okumak isteyenleri bir hayli sürprizin beklediğini ve bir o kadar da şaşırtıcı bulguları ortaya koyduğunu da daha en baştan hatırlatmış olalım.

Ülkemizde sosyolojinin ve sosyal bilimlerin yaşanan dönüşüm süreçleri üzerine çok daha fazla söz söylemeye ihtiyacı olduğu konusunda neredeyse bir fikir birliği bulunmaktadır. Buna karşın ne yazık ki ülkemizin akademi geleneği her geçen gün biraz daha fazla yaşananlardan kopmakta ve adeta zorunlu olduğu için yapıla gelinen tezlerle, makalelerle yoluna devam etmektedir. Fakat arada tıpkı bu çalışmada olduğu gibi suya sabuna dokunmanın ötesine geçmeyi başarabilen ve gerçekten yaşadıklarımıza temas edebilen çalışmalarda yapılmaktadır. Bu açıdan İrfan Özet’in doktora tezi olarak başlatıp kitaplaştırma süreci ile sonlandırdığı bu çalışma hem akademik hem de entelektüel dünya açısından önemli bir referans kaynağı olma vasfına sahiptir.

Gündelik hayatın içerisinde yaşanan gelişmelerin özellikle kentin içerisinde meydana getirdiği etkileri takip etmek ve buradan uç veren fikri, siyasi ve ideolojik yaklaşımları yakalayabilmek son derece önem arz edecektir. Kentin kendine özgülüğü ve farklılıklar temelindeki bir aradalığı hiç olmadığı kadar çeşitliliği görebilmemize ve buradan hareket etmek suretiyle yaşananlara ilişkin bilgi sahibi olabilmemize yol açmaktadır. “Gerçekten de belirli bir toplumsal yapısal düzeydeki değişimlerin yansıdığı alanların başında kentler gelmektedir. Kentin rasyonel dünyasını dikkate aldığımızda, değişimlere adaptasyonda çizdiği istikrarlı manzarayı anlamak zor olmasa gerek. Sosyal değişme ve kentler arasındaki bu bağıntı, ‘muhafazakarlığın egemen halleri’ne odaklanan bu çalışmada da referans niteliğindedir”(15-16).

Kitapta İstanbul’un iki farklı yerleşim yerini simgeleyen Fatih ve Başakşehir ilçelerindeki muhafazakar yaşantı ele alınmaktadır. Bunun için ise “sosyal grupların rekabetçi-dışlayıcı yüzlerini merkeze alan Weberyen ‘sosyal kapanma’ ve Bourdieucü ‘habitus dönüşümü’ formülasyonlarının yanı sıra Frank Parkin’in ‘dayanışma temelli bir kapanma’ yaklaşımları kuramsal çerçeveyi çizmek için kullanılmıştır. “Dışlayıcı kapanma ve habitus dönüşümü arasındaki bağıntı araştırmanın yaslandığı temel referans alanıdır…Fatih ayağında, dışlamanın motivasyon kaynaklarının başında, gündelik hayatın parçası halindeki belirli toplulukların varlığı gelir. Başakşehir’e geldiğimizde ise dışlamalar; sınıf habitusu, kimlik, kültürel sermaye ve homophily(bireyin ve grupların kendileriyle benzer sosyal kimliğe sahip olanlara karşı duydukları eğilim ve yakınlıklar) gibi site-kent dokusuna uygun bir hat izlemektedir. Dışlayıcı kapanmanın varlık kazandığı bir diğer alan ise, mekan merkezli dinamiklerdir. Bu çerçevede, her iki yaşam alanındaki muhafazakar sakinlerin çizdiği ‘kentsel manzara’, göç ve güven(siz)lik eğilimleri, dışlayıcı kapanmanın mekânsal boyutlarını içermektedir”(22).

Habitus, bireylerin sosyalleşme süreciyle belirli bir şekilde dünyayı görmelerine yol açan eğilim ve yatkınlıklardır. Bireysel karakter ya da ahlaktan ziyade sosyal yapıları meşrulaştıran ve yeniden üreten kültürel –sınıfsal koşullara işaret eder…Sınıf habitusu bize sosyal kapanma pratiklerinin sınıfsal boyutlarını yakalama imkanı verir…Egemen konumları işgal edenler, koruma stratejilerini sürdürme eğilimindeyken, tabi konumdakiler yıkma stratejileri geliştirmeye yatkındırlar”(33-34). Bourdieu’nun sosyal bilimlere kattığı son derece önemli bu kavramla birlikte çalışmanın ilerleyen aşamalarında farklı muhafazakar mahallelerde söz konusu sınıf habitusunun nasıl bir dönüşüm geçirdiğini ve iktidarın bu dönüşümden nasıl etkilendiği örnekleriyle ortaya konulmaktadır.

İki farklı ilçe ve bu iki farklı mekanda yaşanan dönüşüm süreci aynı zamanda ülkemizin 1950’li yıllardan bu yana geçirdiği yapısal ve siyasal dönüşümle de yakından bağlantılıdır. Fatih ilçesi özelinde çalışmaya yansıyanlar bu açıdan Türkiye’nin köyden kente göç olgusuyla yaşadığı nüfus dalgasını ve burada yaşanan gelişmeleri bir kez daha ancak bu kez daha farklı bir pencereden görmemize yol açmaktadır. 6-7 Eylül 1955 olayları sonrasında gayri Müslüm nüfusun terk ettiği mahalleleri göç yoluyla gelenler doldurmaya başlayacaktır. Görüşmecilerden İhsan bu durumu şöyle özetlemektedir: “Sonra sonra biz bu insanları buradan uzaklaştırdık. Kavgalarla, dövüşlerle… O güzel insanlar buradan gidince yerine çirkinler geldi. Çirkinler de buradaki bizim gibi yerlileri bezdirdi. Biz nasıl gayrimüslümlere kötü davrandıysak, bu sefer o insanlardan sonra gelenler, bizi rahatsız etmeye başladılar. Demek ki yüce Allah bu işe karıştı”(47).

Mahalleden başlayarak yayılan din eksenli sosyolojik ağlar köyden kente gelenlerin bu yeni adreslerinde tutunabilmelerinde aracılık rolünü üstlenmenin yanı sıra yeni ilişkilerin ve aidiyet bağlarının oluşmasına da katkıda bulunacaklardır. “Milli Görüş Hareketi, ‘öteki Türkiye’nin yani ekonomik ve kültürel olarak dışlanmışların siyasi alandaki temsilcisi ve sesi olmuştur. Kısacası, İslami kimlik etrafında toplanan, çok sınıflı bir siyasi kültürel koalisyon söz konusudur”(54-55). Kitabın ikinci bölümü çevrenin kent içerisinde kendisini var kılabilme mücadelesinde Fatih ilçesindeki dini ağlar açısından İskenderpaşa cemaatine, iktisadi ağlarla ilişkili olarak Tahtakale örneğindeki esnaf mobilizasyonuna, 1960’lı yılların sonlarındaki gençlik hareketlerinde Akıncılar’a ve öğrenci yurtları ile kentin içerisindeki farklı kesimlere nasıl ulaşıldığına odaklanmıştır.

Üçüncü bölüm Fatih: Dışlamanın ‘madun’ adresleri ve dönüşen habitus başlığını taşıyor. Bu bölümün hemen başında son derece etkileyici bir alıntı göze çarpıyor. “Hillier ve Rooksby’ın belirttiği gibi habitus, kişinin yaşadığı sosyal-mekansal çevre içerisindeki rolü ve bilincini kapsar. Benlik ve mekan arasındaki bu ilişki, karşılıklı etkileşimden ibaret değildir. Aynı zamanda birbirlerinin kurucu bileşenleridir. Her biri diğerinin varlığı için gereklidir. Nitekim Casey’e göre, mekansız benlik ve benliksiz mekan yoktur. Mekan ve benlik arasındaki bu bağıntıyı ise habitus oluşturur…Dolayısıyla belirli bir habitus, ayna zamanda belirli bir mekanda ortaya çıkar”(86-87). Çalışma içerisinde bu mekânsal habitusun dayanışmacı temsiller aracılığıyla nasıl kendisini gösterdiğine ilişkin son derece önemli örnekleri yine bu bölümde yazar bize araştırma bulgularından hareketle gösteriyor.

“Murat’ın anlatımıyla sosyal sermaye, Balat’taki gündelik yaşama damgasını vuran önemli dinamiklerden biridir. Sosyal refahın maddi boyutunun aksine, yaşam memnuniyetine dayalı bir güven garantisi sağlamaktadır”(97). Yine çalışma içerisinde Yavuzselimspor örneği, Maviay örneği, STK ağlarına ilişkin değişen yaklaşımlar son derece yalın ve bir o kadar da etkileyici örneklerle önünüze seriliyor. Söz konusu olan yer Fatih ilçesi olduğunda ilçenin kendi içerisindeki farklı toplulukları barındırma kapasitesi beraberinde hem bu farklı örnekleri ortaya çıkartıyor hem de bu arada muhafazakâr habitusun kendisini fazlasıyla hissettirdiği bir takım ağları da ortaya koyuyor. Burada İsmailağa Cemaati, Menzil Cemaatinin yanı sıra Başbağlar katliamı sonrasında bu bölgeye gelen ailelerin kurduğu derneklerde kendisini gösteriyor.

Habitusun sosyal dışlama eksenindeki dönüşümü, aynı zamanda yerel düzeydeki dinamiklerle ilişkilidir. Kökene ve dinselliği dayalı simbiyotik ilişki ağına, günümüzde iktidar gücü de eklemlendiğinde, İslami habitus giderek bir(ekonomik) imkan alanını temsil etmektedir. Habitus içerisinde yer alma bu yönüyle küresel kente tutunma, hatta yükselme ve sıçrama imkanını sağlamaktadır”(142). İşin ekonomik boyutunun yanı sıra bir de mekânsal anlamda farklı olarak algılanan kesimlerin dışlanması söz konusu ki, burada birkaç farklı kesim bu dışlamadan etkilenmektedir. Önce zorunlu göçün mirası olarak Kürtler ve dışlama üzerinde durulmaktadır. Ardından İslami soylulaştırmanın bumerangı olarak Romanlar üzerinde durulmaktadır. Ve son olarak dışlamanın mülteci halleri olarak Suriyeli göçmenlere yer verilmektedir. Her üç kesimle ilgili olarak farklı kişilerle yapılan görüşmelerden elde edilen açıklamalar çalışmanın içerisinde örnekler olarak sunulmaktadır. Burada farklı saiklerle fakat benzer biçimlerde bir dışlama ve kendisini kendi gibi olmayanlardan ayırt etmeye dönük yaklaşımlar fazlasıyla hissedilmektedir. Bu durumu görüşmecilerin güven(siz)lik eğilimi, göç etme ve kentsel dönüşüm eğilimleri üzerinden normalleştirme yoluna gittikleri gözlenmektedir.

Başakşehir: Dönüşen habitusun sınırsal/sınıfsal temsili başlıklı dördüncü bölümü çalışmanın en fazla ilgi çekici bölümü olduğunu söyleyebilirim. Çünkü burada sonradan var edilen ve tamamen muhafazakar kitlenin aynı zamanda belirli bir ekonomik rahatlığa da sahip olan bir kesimin yaşantısına ilişkin farklı gündelik hayat deneyimleri yer alıyor. Başakşehir’in görüşmecilerden Necmi’nin ağzından bir idealin gerçekleştiği yer olduğunu(217) bu vesile ile öğrenmiş oluyorsunuz. Yoksul hayatının olmadığı Başakşehir kendisine özgü bir cemaat sosyolojisi ve dayanışma ağlarını bünyesinde barındırıyor. Anaokulları düzeyinde bu yaklaşımların kendisini hissettirdiğini yine bu bölümde öğreniyorsunuz.

“Çağdaş metropollerde melez kültürel formlar yaygınlaştıkça, çeşitli sınıfsal ve kültürel aidiyetler arasındaki sınır vurgusu, giderek daha keskin ve görünür bir iktidar mücadelesine dönüşüyor. Metropolün dokusu, aynı anda farklı cephelerde(politik, sınıfsal, kültürel) süren bir dizi sınır mücadelesi yoluyla şekilleniyor”(244-245). Bu çerçevede Başakşehir örneği içerisindeki bu çatışma Onurkent ve Oyakkent örnekleri üzerinden gerçekleşiyor. Buna karşın Fuzul yapının hamleleri ile bu örneklerde muhafazakar çehreye bürünüyorlar. Kişilerin kendilerini başta yaşam tarzı ile farklılaştırdıklarını yine buradaki görüşmeler bize fazlasıyla ortaya koyuyor. “Kendi iklimimiz” (255) bu noktadaki belki de en vurucu ifadelerden bir tanesi ve bu beraberinde buna uygun bir yaşantıyı isteyenleri bir araya getiriyor.

Kitap içerisinde sınıf habitusu ve ayrım eğilimlerini kültürel sermayeye dönüm motivasyonlarda örneğin aman ayakkabılarınızı kapı önüne koymayın, burası Gültepe değil! Diyen emlakçının sözlerinde görebiliyorsunuz. Başakşehir’de yaşamak için gerekli olan koşulları bir tür ‘sığınma ‘gibi gösteren ve bunu ortaya koyan yaklaşımları da yine bu bölümde son derece ilginç açıklamalarla birlikte okuyabilirsiniz. Üç farklı örnek ise çalışma açısından son derece ilgi çekiciydi. Bunlardan bir tanesi Başakşehir’deki devlet hastanesinde aile hekimliği yapan eşinin uğradığı sınıfsal kibirden dert yanan Serdar’ın anlattıklarıydı(275). İkincisi okulda arkadaşlarına galiz küfürler eden bir çocuğun velisini okula çağıran öğretmene, velinin vermiş olduğu ‘biz Metrokent’te oturuyoruz, orada ev fiyatları sekiz yüz binden başlıyor. Sadece aidatı üç yüz lira. Öyle çocuklar olmaz orada. Böyle komşular da yoktur. Benim çocuğumun küfür etmesi mümkün değil!(276). Üçüncü örnek ise butik işleten Meryem’in tüketim çarkı içerisinde bu kesime ilişkin yapmış olduğu saptamaydı: “Hani İkoncan denir ya, işte bizim kesimin de artık ikonları var. O, öyle giyiniyorsa, bunlar da aynı tarz giyinmek istiyor”(283).

Sınıf habitusu gölgesinde muhafazakar aileye ilişkin yaklaşımlardan örneklerin verildiği sayfalar da ilgi çekici. Yine burada modern pedagojide büyük bir ağırlığa sahip Montessori eğitiminin verildiği kurumların belki de kent genelinde en yaygın olduğu yerin Başakşehir olduğunu öğrenmiş oluyorsunuz(287). Bir diğer önemli husus erkeklerin gündelik hayatın içerisinde daha çok çalışma boyutunda olduğu ve kadının ön planda yer aldığı yeni bir hayat tarzı. Bu ise daha fazla tüketimi beraberinde getiriyor. Dışlamanın mekânsal boyutlarının kentin güvensizliğine karşı bir güvenlik adası olarak adlandırma ile kodlamayı beraberinde getiriyor. Bu ise büyüklüğü ve lüksü kamçılıyor, emlakçılık yapan Yılmaz bu durumu şöyle açıklıyor: “Bugün mesela Mavera Saraylarında beş yüz elli üç metrekare yani 6+2 daire, dört milyon iki yüz bin lira. Ama insanlar, burada ne boğazı ne de başka bir denizi görüyor. Şimdi bu arkadaşlarımız yeni dönemlerde parayı buldular. Kendilerini bu çevreye ispat etmeleri gerek ki Başakşehir’de oturuyorlar”(303).

İçinde yaşanılan yeri tanımlayan bütün güvenlik takıntılarına karşın Başakşehir’in özellikle villalar kısmındaki hırsızlık olayları güven(siz)lik tartışmalarını ve buradaki emlak fiyatlarına olumsuz bir etkide bulunmuş. Yine bir diğer sorun böylesi bir kapanma sürecinin beraberinde getirdiği yabancılaşma olgusuna ilişkin. Birbirinden giderek uzaklaşan ve komşuluk ilişkilerinin neredeyse hiç olmadığı bir yaşam tarzına ilişkin ilginç örnekler de yine bu bölümün içerisinde yer alıyor.

İrfan Özet’in çalışması ülkemizdeki muhafazakâr kitlenin iki farklı ilçe özelinde yaşadığı dönüşüm sürecini nasıl bir yaklaşım içerisinde karşılamakta olduğunu gözler önüne sermesi açısından önem taşıyor. Böylesi çalışmalara olan ihtiyacımız düşünüldüğünde yazarın ortaya koyduğu görüşler ve görüşmecilerden yansıyanlar son derece kıymetli ifadelerdir. Kitabın içinde yaşadığı toplumla ilgili soruları olan bir araştırmacının son derece zor olan bir alanı gerçekten büyük bir emek harcamak suretiyle ve ilmek ilmek ören bir yazı dili ile bizlere kazandırdığı için de kendisine teşekkür ederiz.


*İrfan Özet, Fatih Başakşehir Muhafazakar Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus, İletişim Yayınları, 2019

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır