23 Mayıs 2017

Mesele sorunlu olup olmama değil

Kafanıza göre aradan istediğiniz düşünürü çekip çıkarttığınızda işlerin pek de istediğiniz minvalde gitmediğini görme ihtimaliniz çok ama çok yüksek

Bütün büyük anlatılar daima idealler üzerinden topluma mesajlar yollama yolunu seçerler. Buna karşın ise hayat genellikle bu ideallerin dışına çıkarak ilerlemeyi sürdürür. Toplumsal hayatın içerisinde sorunlu, marjinal, tuhaf olarak görülenlerin dünyayı değiştirmeye yaptığı katkılar azımsanmayacak seviyelerdedir. Dünyayı kendimizden menkul bir yer olarak görme düşüncemizle birlikte burada olup biten her türlü düşünsel gelişimi de yine kendimize bağlamak suretiyle durumu sonlandırmayı çok ama çok severiz. Düşünce tarihi gibi tek bir milletin, tek bir dinin veyahut tek bir ırkın tekelinde olmayan bütünü kavrayan bir alan üzerinde konuşmaya geldiğinde izlediğimiz güzergah daha baştan duvara toslamaktadır. Çünkü burası fikirlerin birbirlerine eklemlendiği ve birbirlerini etkilemek suretiyle sürekli olarak yeni sözlerin edildiği bir yerdir. Kafanıza göre aradan istediğiniz düşünürü çekip çıkarttığınızda siz istediğiniz kadar kendi düşüncenizi desteklemeyi amaçlayın işlerin pek de istediğiniz minvalde gitmediğini görme ihtimalinizin çok ama çok yüksek olduğunu görmek zorunda kalırsınız.

Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi düşünürlerin etkilerinin çok büyük olduğunu ve kendilerinin sadece Antik Yunan dünyasında kalmadıklarını anladığınızda bu durumu daha iyi kavramaya başlayabilirsiniz. Aristoteles’in ne çok zengin ne de çok fakirliği değil ortalama bir hayatın sahiplerinin yönetmesi fikrinin aslında beraberinde uçların yaratabileceği sıkıntıları nasıl ortadan kaldırılabileceğini bundan 2500 yıl önce söylediğini gördüğünüzde ağzınız açık kalır. Ama sadece kendi ideolojiniz gereği onun ‘insan düşünen hayvandır’ sözünü değiştirdiğiniz vakit bir de üzerine felsefe profesörüyseniz durum hakikaten tuhaf ötesi bir hal alacaktır.

Beğenelim ya da beğenmeyelim içinde bulunduğumuz dönemden geriye doğru yapacağımız bir kısa gezinti ‘bilim’ adına ortaya konulan bulguların büyük bir kısmının Batı dünyasının ürünleri olduğudur. Ortaçağ’da yaşanan dönem dışında Müslüman coğrafyasında yetişen düşünürlerin katkıları son derece sınırlı kalmış ve Aydınlanma sonrasında aradaki fark giderek Müslüman ülkeler aleyhine açılmıştır. Bu durum Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi’nin yaratmış olduğu koşullar sonrasında yeni bir dünya düzenin hayata geçirilmesini sağlamış ve burada pozitivist bilim imgesi etkili olmuştur. ‘Kontrol edebilmek için önceden görebilmek, önceden görebilmek için de bilmek gerekir’ sözünün sahibi olan Auguste Comte aynı zamanda sosyoloji biliminin de isim babasıdır.  Değişen üretim biçiminin toplumsal hayat üzerindeki etkileri sonrasında yaşanan dinamiklerin yarattığı sorunlarla başa çıkmada klasik anlayışlar yetersiz kalmış ve toplumsal hayat içerisinde olup bitenleri anlamlandırmamıza yardımcı olacak sosyoloji ortaya çıkmıştır. Comte’un pozitivizmin yanı sıra sosyoloji içerisinde özellikle ‘düzen ve ilerleme’ fikrinin toplumsal hayat içerisindeki yansımaları üzerinde söyledikleri hem kendi ülkesinde hem de dünyanın farklı coğrafyalarında karşılık bulmuştur. “Gerçekte sosyolojinin işlevi temel düzenin gerçekleştirilmesine yardım edecek biçimde, tarihin zorunlu yani kaçınılmaz ve önlenemez evrimini anlamaktır”. Hayatının son dönemlerinde dinin toplumsal hayat üzerindeki etkileri üzerinde durmuş ve dinin insanları birbirine bağlayan, topluma düzen veren en önemli bağ olduğunu dile getirmiştir. Bununla birlikte kurulacak olan “din, pozitif felsefeye uygun, rasyonel gerçeklere dayanan kanıtlanabilir bir din olmalıdır. Bu dinin tanrısı adından da anlaşılacağı üzere ‘insanlık’tır. Tapılacak ‘büyük varlık’ insan ırkıdır”.

Yaşadığı dönemde ortaya koyduğu düşünceleriyle etkili olmuş olan İbn-i Haldun’a göre “insanı anlamak için topluma bakmak zorunludur”. Bedevi ve Hazeri Umran tanımlamaları yapar; bedevi umranla göçebeliği ve yarattıklarını, hazeri umranla da şehir hayatını ve burada ortaya çıkan kurumsal, örgütsel yapıyı belirtmektedir. Dikkat çekici olan saptaması ise “bütün insan toplumlarının birincisinden ikincisine doğru gitmeleridir. Yani bedevi umran bu gelişim sürecinde önce gelen, kendisinden kalkılandır; hazeri umran ise sonradan gelen, kendisine varılandır”. Toplumsal hayatı mümkün kılan ‘mülk’ meselesidir ve İbn-i Haldun’un Asabiye kavramı “hem devlete doğru giden süreci ortaya çıkarmakta, hem de devletin ortadan kalkmasını sağlayacak koşullara neden olmaktadır”. Devletlerin ekonomik açıdan gelir ve giderleri arasındaki dengesizliğin yaratacağı etkileri ortadan kaldırmayı başaramayacağını alışkanlıklarını terk edemeyeceğini ileri sürer ve bu durumu açıklamak amacıyla “insan babasının değil, alışkanlıklarının oğludur” sözünü zikreder.

İbn-i Haldun’un Mukaddime isimli eseriyle dünya tarihine mal olduğunu ve kendisinden sonra gelen çok sayıda düşünüre esin kaynağı olduğunu görmekteyiz. Öte yandan söz konusu olan düşünürleri biz’den veyahut biz’den değil üzerinden ele alarak irdeleyemeyiz. Düşünsel alanda güçlü olmanın beraberinde teknolojik, ekonomik, siyasal alanları da getirdiği gerçeği günümüzde çok daha yakıcı olarak hissedilmektedir. Para sahibi olmak tek başına bütün bunları getirmemekte ve ülke olarak dünyadaki pozisyonunuzu üst sıralara çıkartamamaktadır. Bu açıdan sorunlu ya da sorunsuz kişiler üzerinden değil ortaya konulan bilginin kuşaklar boyu nasıl etkilerde bulunduğu üzerinden yapılacak olan tartışmalar ufuk açıcı olacaktır. İbn-i Haldun’un sanayi devrimi öncesinde söylemiş oldukları son derece önemli ve etkileyici tespitlerdir. Buna karşın Auguste Comte’un sanayi devrimi sonrasında söyledikleri de sanayileşmenin toplumsal hayat üzerindeki etkilerini anlamamız açısından önem taşımaktadır. Ancak bugüne geldiğimizde yaşadıklarımızın ne olduğunu anlayabilmemiz açısından her iki büyük düşünürün söyledikleri de kafi gelmemektedir. O halde bu yaşadıklarımızdan çıkarabileceklerimizi şöyle sıralayabiliriz ilk olarak Müslüman coğrafyasında yaşayanlar ortaçağ sonrası yaşanan karanlık dönem üzerinde daha fazla kafa yormak durumundadırlar. İkinci olarak dünyanın geçirdiği emperyalist dağılım ve oradan şekillenen bölüşüm süreçleri sonrasında yaşanan gelişmeler dünyadaki siyasal gücün belirli ülkeler elinde toplanmasını ve onların belirleyiciliğini perçinlemiştir. Burada bilim imgesi son derece kullanışlı bir figür olarak siyasal iktidarların toplumsal hayatı biçimlendirmelerinde etkili olmuştur. Batı dünyası hayatın pek çok alanını yönlendirdiği gibi bilim dünyasını da yönlendirecek düşünsel ve ekonomik alt yapıya da hakimdir. Üçüncü olarak bizim açımızdan kendi ülkemizde yaşadıklarımızı anlamamıza yardımcı olacak olan kavram dizgelerine ihtiyacımız bugün her zamankinden çok daha fazladır. Ancak bunu hayata geçirebilmenin yolu isimleri tartışmaktan değil ülke gerçekleri üzerinde odaklanacak bir zihinsel yapılanmadan geçecektir. Son olarak bilgiyi ve bilimi Batı-Doğu, Hıristiyan-Müslüman ikilemleri içerisine indirgemek yerine tüm bunları aşacak bir boyutta tartışabilmeyi başarmak durumundayız. Bu ise düşünce tarihini iyi öğrenmekten ve içinde yaşadığı topluma da içinde yaşadığı dünyaya da temas edebilen bilim insanları yetiştirmeyle mümkün olabilir.

Son bir not, bu yazının yazarı üniversitede on yıldır verdiği Sosyoloji Tarihi dersinde İbn-i Haldun’a Auguste Comte’dan önce yer veren bir öğretim üyesidir.


Kaynaklar

1. İbn-i Haldun-Ahmet Arslan, Bilgi Üni. Yay. İstanbul, 2009

2. Sosyolojik Düşüncenin Evreleri-Raymond Aron, Bilgi Yay. Ankara, 1989

3. Sosyoloji Teorileri I-Sezgin Kızılçelik, Mimoza Yay. Konya, 1992

 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"