Biz bitti demeden bitmez diyerek geldiğimiz şampiyona finallerinde milli takım kampında prim tartışmaları yaşandığını ve futbolcular arasında bir ayrışma olduğunu bugünkü gazetelerden öğrendik. Turnuvaya katılım için 500’er bin Euro primi az bulan milli futbolcuların kendi aralarında da anlaşamadığını ve hak ettikleri paraları almak için Fatih Terim’le görüştüklerini görünce, işin tamamen duygusal olduğunu bir kez daha anlamış olduk. Katıldığımız ya da katılamadığımız bütün turnuvalarda prim şampiyonluğunu hiç kimseye bırakmayan bir milli takımımız var. 2008 yılındaki Avrupa şampiyonasını kazanan İspanyol futbolcular ya da finalde kaybeden Alman futbolcular, yarı finalde turnuvaya veda eden futbolcularımızdan çok daha az prim kazanmışlardı. Bu prim meselesini milli formanın her şeyin üzerinde olduğu ve ona göre davranılması gerektiği anlayışından ayırmayı çok iyi becerdiğimiz için nedense işin sadece milliyetçi boyutu bizi ilgilendiriyor. Buna karşın abartılı primler üzerinden durumu kurtarma çabalarımız ise her defasında duvara toslamayı sürdürüyor.
Benzer durumun ülke sporcularına vermeyi sürdürdüğümüz ödül yönetmeliğimiz çerçevesinde doping sorunu ile yakından ilgili oluşturduğu ayıpları hala kapatamadığımızı da belirtmeliyiz. Milyon Euro’luk transfer ücretlerinin konuşulduğu, süper lig futbolcularımızın ve eşlerinin milyon liralık arabalara bindiği görüntüler sık sık gazetelere konu oluyor. Futbolcuların ücretlerindeki vergilendirme oranlarının ülkenin çalışanlarına uyguladığı oranlardan daha düşük olması, kulüplerin yıllar içerisinde sık sık vergi indirimleri peşinde Meclis’te kamp kurmaları, işin sadece bir oyun olmanın ötesinde işlevleri de olduğunu ve bu durumun kamu vicdanında yankı bulduğunu ortaya koyuyor. Hatta ülkemizin önde gelen kulüplerimizin mali tablolarına yakından bakıldığında önümüzdeki dönem için yeni bir mali af paketi isteğinin kaçınılmaz olacağını bile söyleyebiliriz. Peki bu kadar allanıp pullanan ve üzerine titrenen, devletin tüm imkanlarıyla desteklediği futbol alanında elimizde ne var? Son anda katılmayı başardığımız ancak katılmanın ötesinde şu ana kadar herhangi bir varlık gösteremediğimiz bir turnuvanın içinde yer alıyoruz.
Gerek kulüp takımları gerekse de milli takımlar düzeyinde 78 milyonluk bir ülke olmamıza karşın yeşil sahalara yansıttığımız performansımız son derece kötü. Futbol bizim ülke içindeki milli hassasiyetlerimiz ve oyalanmamız açısından bir hayli önemli bir enstrüman olarak varlığını sürdürüyor. Balon gibi şişirilen naklen yayın ihaleleri, milyon Euro’luk transfer bedelleri, yabancı teknik direktör ve futbolcuların mahkemelerden kazandıkları ekstradan paralar, hepsi birlikte ülke sporunun üzerini örten kocaman bir futbol örtüsünü oluşturuyor. Bu durum öylesine verimli bir öykü sunuyor ki başta siyasetçiler olmak üzere, toplumsal hayat içerisindeki pek çok kesim açısından vazgeçilmez bir alan olma vasfının korunmasına olanak sağlıyor. Tüm bu olup bitenleri saatlerce konuşarak futbol gevezeliğini hayata geçiren bir futbol medyamız ve oradan nemalanan onlarca insan var. Buradaki kanaat önderlerinin her fırsatta ülke futbolunun ne kadar etkili ve önemli olduğunu açıklayan yorumlarını, yazdıkları yazılara tanık oluyoruz. İstenilen sonuçlar kazanılmadığı takdirde ise aynı isimlerin durumu kurtaracak hazır reçeteler ya da klişeler üzerinden yorumlarını/yazılarını sürdürmekte olduklarını da biliyoruz. Aynı medya mensupları, maç bitimindeki basın toplantısında yaşanan kötü sonuca rağmen milli takım sorumlusuna durumun nedenlerini bile soramıyorlar! Herkes gibi onlar da evirip çeviriyorlar, kral çıplak diyemiyorlar!
Var olan düzenin aynen sürmesini ve bulundukları pozisyonlarda herhangi bir sakınca yaşanmaması için suskunluk yasasına biat etmeyi tercih ediyorlar. Ama bir taraftan da diğer maçlarla kıyaslandığında durumun ne kadar kötü olduğunun da farkındalar. Bu turnuvada yaşadıklarımız üzerinden hesabın Arda Turan’a kesileceği gibi bir durum var ortada. Zaten İspanya maçının ikinci yarısı boyunca da tribünlerin takımın kaptanını ıslıkladığını ve onun da bu duruma sinirlenip defansa geri geldiği bir maç yaşadık. Maçın bitiminde futbolcuların, teknik heyetin ve medya mensuplarının bu ıslıklama hadisesine vurgu yapmaları şaşırtıcı olmadı. Ancak şurasını unutmamak gerekiyor ki bu toprakların insanı için kahramanlaştırma süreci çok hızlı gerçekleştirilebildiği gibi yerden yere vurma süreci de bir o kadar hızlı olabilmekte.
Sosyal medyadaki eleştirilerin sahadakilerden çok daha ağır olduğunu çünkü insanların reklamda oynayan kaptanlarının sahada da oynamasını istediği gerçeğini de es geçmemeliyiz. Tabii burada milli takımımızın sorumlusu olan Fatih Terim’e yönelik eleştirilerin dozajının hakaret sınırlarını kat be kat aştığı gerçeğini de vurgulamalıyız. Hocaya sinirlenip onun hamile olan kızına yönelik ağza alınmayacak hakaretler yağdırmak, doğmamış çocuğa yönelik beddualar da bulunmak ne akla ne de vicdana sığar. Bu ülke insanın çok ciddi bir vicdan sorunu var ve güçlüden yana olma sevdası nedeniyle kendisi gibi olmayan, düşünmeyen, giyinmeyen, inanmayan, cinsel tercihi benzer olmayan her türlü kesime karşı hoşgörüyü tercih etmiyor. Bu ikiyüzlü yapıdan en çok da ülke gündeminden inmeyen isimlerin ders alması gerekiyor, çünkü insanımızın uçlarda gidip gelme duyguları en tepedeyken bile tepe taklak olmanıza yol açabilir. Daha altı ay öncesine kadar Bayrampaşalı Arda Turan’ın ıslıklanacağını kim düşünebilirdi.
Milli formanın 78 milyonun ruhunu temsil ettiğini reklamlarda dile getiren Fatih Terim’in, oynanan iki karşılaşmada bırakın bu ruhu, takım ruhunu bile veremediğini gördük. Bu ülkede gerçekten milli formanın ağırlığını hisseden, hocanın göreve geldiği gün kullandığı ‘gönüllerin milli takımını’ oluşturabilmek için aslında en az futbolu konuşmamız gerekiyor. Ülke içindeki yaşanan ayrışma, hoşgörüsüzlük, vicdansızlık hali futbola da yansıyor, milli formayı gerçekten ıslatacak, canını başını ortaya koyacak futbolculara ihtiyacımız var. Ancak bu durumun yaratılabilmesi için futbolumuzun içinde bulunduğu bu hayalet alemden ve devlet sponsorluğundan da kurtarılmasına ihtiyacımız bulunmakta. Oyunun içinde ve dışındaki her türlü farklılığı konuşamadığımız ve bunları sahaya yansıtamadığımız sürece, seyrettiğimiz milli takımın forması bile bize tanıdık gelmeyecektir. Duygusallığı sadece maddiyata indirgeyen bir futbol mantalitesi sayesinde futbolumuzun ne kadar kısır, anlaşılmaz ve sevimsiz olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu ülke insanı için futbol önemli bir alandır ve bu alan hakkını verecek şerefiyle oynayacak insanlar tarafından idare edilmelidir.