23 Kasım 2017

Konuşmanın şehvetine kapılmak

Günlerimizin çok sıkıcı ve geçmez olduğunu düşünmemize karşın zaman, hızla akıp gidiyor ve ömürlerimiz aslında elimizden kayıp gidiyor

Popüler kültürün aramıza saldığı binlerce şöhret ve şöhretimsi ile birlikte hayatlarımızı sürdürüyoruz. Tabii bu arada şöhret olmak bazen de tuhaf canlı yayın kazalarına yol açabiliyor. Eskiden büyüklerimiz sık sık ‘boğaz dokuz boğumdur, kötü bir söz söylemeden önce yutkunun’ derlerdi. Hayatın hızlanması sonrasında var olan kültürel yapımız ve buradan ürettiğimiz alışkanlıklarımız da alt üst oldular.

Medyatik olmakla birlikte büyük bir kısmımızın şakülleri de kayıverdi. Artık tevazu, ağır başlılık, arifane kişiliğe sahip olmak, yerli yerinde konuşmak gibi meziyetler birer erdem olarak görülmemekteler. Hatta tam tersine ne kadar çok konuşursanız ki bu çoğu zaman da boş konuşmayı da beraberinde getirmektedir, o kadar prim yapmaya başlıyorsunuz. Artık çevremizde her konunun uzmanı olan onlarca şöhret budalası görüyoruz.

Ekranlarda olmak ve buna eşlik eden sosyal medya üzerinden takip edilmekle birlikte, her şeye maydanoz olmaya bayılan şöhretler/şöhretimsiler görüyoruz. Akıllı cep telefonları ile her an faal ve her an bir yerlere laf sokmayı matah bir erdem olarak gören bir kitle var artık karşımızda. Ünlüler ve yapıp ettikleri de bu alanın en önemli parçalarından bir tanesi olarak tüm dünyada kabul görüyor.

Okumadan, düşünmeden, eleştirebilmenin kapılarını ardına kadar açan karakterlerle sınırlı söz dizgeleri üzerinden klavye delikanlılıkları her yanımızı kaplıyor. Çamur at izi kalsın mantığı ile hareket edenler sayesinde her konuda yorumlar, karalamalar hatta iftiralar birbirini kovalamaya başlıyor. Alanın, konunun, kişinin önemi bulunmadığı gibi asıl mevzu orada yazanların kendi kişisel tatminleri üzerinden yürüyor olmasıdır.

Burası giderek daha büyük bir bataklık haline dönüşmekte ve daha genç kitleleri içerisine almak suretiyle geleceğe dönük sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Ama tam bu noktada henüz ilişkimizi seviyeli bir hale oturtamadığımız televizyon yer alıyor. Halen beyaz cam ile olan tuhaf birlikteliğimiz sayesinde günümüzün önemli bir kısmını orada harcamaya devam ediyoruz. Burada evlilik programlarını yasakladığımız vakit aile yapımızı kurtaracağımızı düşünürken birden karşımıza bu kez dedektiflik üzerinden giden ama aynı mantığı farklı bir şekilde önümüze koyan programlar çıkıveriyor.

Tabii bir de adı spor olup aslında spordan başka her şeyin içerisinde olduğu kabare tarzında işlemeye devam eden formatlar var. Orada argonun ince kıvrımlarından tutun da, cinsiyetçi ve bel altı vuruşlara kadar giden ama öte yandan hamasetin de dibine vurmayı da unutmayan bir yayıncılık anlayışı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Hakaret ederek konuşmayı, itham etmeyi, insanları incitmeyi gayet iyi bilenler söz konusu kişiler kendileri olduğunda aslan kesilmeyi gayet iyi biliyorlar.

Her yere laf sokabildikleri gibi, tuhaf benzetmeler üzerinden geyik geçen mizah tarzı ile yorumlarda bulunuyorlar. Ama tabii bazen de kantarın topuzu kaçıyor ve hakaretlerden, ağza alınmaz cinsiyetçi ifadelere kadar ekranlardan evlerimize taşabiliyor. Geçtiğimiz Pazar akşamı tam da bu minvalde bir olayla karşı karşıya kaldık ve ardından gelen yoğun tepkilerle birlikte programın yorumcularından bir tanesi ile kanal, yollarını ayırdığını duyurdu.

Kullanılan kelimelerin bu ülkede nereye doğru gideceği sorunu ve etkisinin nereye kadar uzanabileceğini bir kez daha yaşayarak öğrendik! Kullanılan kelime bu ülkede yer alan ama yer almasına karşına kabul görme oranı düşük olan yurttaşlarımızın tabiyetleri üzerinden olmuş olsaydı, aynı şey yaşanır mıydı sorusunu sormadan edemiyor insan. Boşnak yurttaşlarımız yerine Ermeni, Yahudi, Rum, Süryani gibi ifadeler koyduğumuzda da aynı karşılığın ve tepkinin verilemeyeceğini düşünenlerdenim. Böyle olması çok acı ancak bir anlamda bu da bizim gerçekliğimiz! Ve bu gerçeklik aslında hepimizi içten içe yakmaya da devam ediyor.

Öte yandan programdan ayrılan yorumcunun aile hayatı ile ilgili olarak sosyal medya üzerinden yapılan yorumların da sapla samanı birbirine karıştırmada ne kadar usta olduğumuzu gösterdiğini de belirtmeliyim. Bir kişiden nefret etmeniz, onun hakkında bel altı vuruşlar yapmanızı ve tıpkı söz konusu kişinin yaptığı gibi cinsiyetçi göndermelerde bulunmanıza yol açmamalı! Konuşmanın ve konuşur gibi yazmanın da bir adabı vardır maalesef biz uzun bir zamandır hem konuşmayı hem de yazmayı, hakaret ve nefret göstergesi olarak kullanmaya başladık.

İletişim kurmak yerine karşımızdaki insanlarla aramıza daha fazla mesafeler koymak için konuşmayı kullanmayı ve sosyal medya üzerinden yazarak kendimizi anlatmak yerine karşımızdakileri ‘gömmeyi’ maharet olarak görüyoruz. Ne konuşmak ne de yazmak üzerinden kendimizi tam olarak gösterebiliriz ama öte yandan bu eylem ile diğerleri ile bağlantı kurup, hayatın akışı içerisinde yerimizi alırız.

Günlerimizin çok sıkıcı ve geçmez olduğunu düşünmemize karşın zaman, hızla akıp gidiyor ve ömürlerimiz aslında elimizden kayıp gidiyor. Kim olursak olalım, konuşmak kadar dinlemenin ve susmanın da gerekli olduğu gerçeğini ortadan kaldıramayız. Benzer şekilde her yazılan yoruma karşı bir şeyler söylediğiniz anda siz daha büyük, daha yetkin falan da olmuyorsunuz. Sadece kendinizi tatmin edip, kendi egolarınızı biraz daha şişiriyorsunuz o kadar! Ama bunları yaparken birilerini de kırıp incitiyor ve canlarını acıtıyorsunuz. Acı olan bir zamanlar bunu da düşünüp daha edepli, sakin hareket eden insanlardan hızla uzaklaşıyor olmamızdır.

Konuşmanın şehvetine kapılmak kısa bir süreliğine keyifli, haz verici hatta motive edici olabilir. Buna karşın bir zaman sonra söylediklerinizin karşılığının nereye doğru gittiğini ön göremeyecek kadar körleşmenize ve egolarınızın şişmesine de yol açabilir. Böylesi bir kişi olmak ise nefret oklarını üzerinize çekmenize ve ‘iyi’ bir insan olarak anılmamanıza da neden olabilir. Kavramların hızla kirlendiği ve karışıklığın arttığı bir zaman diliminde yaşıyoruz ve iyi ile kötünün birbirleri ile olan sınavında, eskisi gibi hep iyiler de kazanmıyorlar. Ama yine de hiç değilse onların arkasından birileri kötü konuşmuyor!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"