30 Haziran 2020

Komedi kaldığı yerden devam ediyor

Spor sahasında başkanların yarattığı şiddeti konuşamayan bir futbol medyasının olduğu yerden adaletli, hakkaniyetli ve eşitlik temelli yorumlar beklemek hayalcilik olacaktır

Uzun bir aradan sonra yeniden başlayan futbolumuzda komedinin kaldığı yerden devamına şahitlik ediyoruz. Ancak var olan durum artık öylesine zıvanadan çıkmış bir görünüm almaya başladı ki olup bitenleri savunabilecek hiç kimse kalmadı! Herkesin şikayetçi olduğu ve kimsenin yaşananlardan memnuniyet duymadığı bir futbol ligini tamamlamaya çalışıyoruz. Fakat ne yaparsak yapalım nafile mızrak çuvala sığmıyor! Yaşanan tuhaflıklar ve şikayetler her geçen karşılaşma ile birlikte biraz daha artıyor. Futbola dair nereye elinizi atsanız elinizde kalan ve hiç kimsenin olup bitenler üzerinden sorumluluğunu kabul etmediği günleri ifa etmeyi sürdürüyoruz.

Süper ligde mücadele etmekte olan takımlardan herhangi birisinin taraftarı değilim ve karşılaşmaları izlerken tek dileğim keyifli, heyecan verici maçlar izleyebilmek ve güzel golleri, hareketleri görebilmek. Her hafta neredeyse oynanan bütün karşılaşmalarda hakemlerin kararlarının yanı sıra VAR (Video yardımcı hakem) kararlarının tartışılmasından hakikaten gına geldi. Verilen kartlar kadar verilmeyen kartlar, çalınan fauller kadar çalınmadan geçilen faulleri maçların bitiminde defalarca konuşmak ve bunun üzerinden futbol yorumladığını zannetmek kadar tuhaf bir durum olamaz! Ancak bu ülkede yıllardır yapılmakta olan tek şey, ekranlardaki bütün futbol programlarında yorumcu kisvesi altındaki takım yorumcularının nabza göre şerbet vermelerinden ibarettir. Kimsenin derdi futbol olmadığı için skorları konuşan ve yarattıkları günah keçileri üzerinden durumu kotaran programlarla sürdürülen bir lig ve buna monte edilmiş olan bir ülke futbolu var karşımızda.

Son üç haftadır oynanan bütün karşılaşmalarda hakemlerden şikayet ediliyor ve geçtiğimiz haftadan bu yana hakemler yine hedef tahtasına oturtulmuş vaziyetteler. Ekranlarda yorumcu olarak görev yapmakta olanlardan bazıları Trabzonspor ile Ankaragücü arasında oynanan karşılaşmada Ankaragücü lehine verilen penaltı ile ilgili olarak kullandıkları kelimelerle tarihe geçtiler. Böyle penaltı olmaz, ben olsam böyle bir penaltı vermem diyebilirsiniz fakat "şampiyonluğa oynayan bir takımın aleyhine bu kadar kolay penaltı verilmez" dediğiniz anda işler değişiyor. Çünkü siz bu ifadelerinizle şampiyonluğa oynayan ve oynamayanlar diyerek daha baştan ayrımı ortaya koymuş oluyorsunuz. Ardından da bunun içini doldurmak ve söz konusu eşitsizliği normalleştirmek kolaylaşıyor. Halbuki asıl meselemizin hakemler ve federasyonların bütün takımlara eşit mesafede olması gerektiği hususu olması durumu bu yaklaşımla yine es geçilmiş oluyor. Türkiye’de oynanan karşılaşmalarda takımların eşit bir biçimde maçlara başlamadıklarını, bir başka ifadeyle bazılarının daha eşit olduklarını zaten biliyoruz. Fakat böylesi yaklaşımlar eşitsizliği daha da katlamayı ve tüm olup bitenleri sadece bir takım üzerinden -tabii ki o da güçlü, galip, şampiyon adayı veyahut büyüklükle eşitleniyor- açıklamayı seçerek, daha en baştan sağlıksız bir yapılanmanın oluşumuna katkıda bulunuyor.

Sorunumuzun şu anda şampiyonluğa oynayan Trabzonspor, Başakşehir veya yakın bir zamana kadar oynamakta olan Galatasaray, Sivasspor ile daha önce oynuyor olan Beşiktaş ve Fenerbahçe takımlarına verilen/verilmeyen kararlarla bağlantılı olmadığını anlayabildiğimiz gün, işler farklı bir boyuta ulaşacaktır. Asıl meselemiz geride kalan takımların başlarına gelen adaletsizlikler de saklı ve bu adaletsizlikler sürdüğü sürece liglerimizde oynanan bütün karşılaşmaları şaibe altında bırakacak açıklamalar hiç ama hiç eksik olmayacaktır. Çünkü herkes kendi durduğu yer üzerinden durumu temize çekmeye çalışacak ve diğerlerini suçlama yoluna gidecektir. Örneğin Ankaragücü takımına verilen penaltıyı konuşanların bir hafta önce verilmeyen golünü ve yine Trabzonspor maçında çıkartılan kartlardaki hakkaniyeti de konuşmaları gerekmiyor mu? Benzer biçimde İstanbul’da Fenerbahçe ile Malatyaspor arasındaki karşılaşmada Emre Belözoğlu ile Gökhan Töre arasındaki hava topundan sonra çıkartılan ikinci sarı kart ve kırmızı kart ile oyunun kaderinin değişmesinin neticesini Emre’nin doğruyu söyleyip söylemediği üzerinden mi açıklamalıyız. Yoksa hakemin verdiği kararların çoğu kez yukarıda belirtmiş olduğum güçlü, galip, büyük takım imgesi üzerinden yürütülmekte olduğuna mı dayandırmalıyız.

Geçen hafta Alanyaspor ile Trabzonspor arasında oynanan karşılaşma bitiminde ortalık birbirine girmiş ve başkanlar arasında yaşanan gelişmeler sonrasında olay sahanın içerisine kadar uzanmıştı. Spor sahalarında şiddetin asıl sorumluları olarak yöneticileri ve başkanları göz ardı eden yaklaşım her nedense iş bu kesimin mensuplarına ceza vermeye geldiğinde de işlemeye devam ediyor. Örneğin geçen hafta saha içerisinde hakemin verdiği kararı protesto ettiği için tribüne gönderilen Malatyaspor teknik direktörü Hikmet Karaman’a profesyonel disiplin kurulundan hemen 1 maçlık ceza verilebiliyor ve cezası Fenerbahçe ile oynanan karşılaşmada takımının başında sahaya çıkmamak olarak gerçekleşiyor. Buna karşın tribünlerde seyirci olmadan birbirlerine giren ve sahaya dalan yöneticilerin, başkanın hakkında hiçbir şey yapılmıyor! Bu büyük eşitliği nasıl gerçekleştirdiğini futbol federasyonu yetkilileri açıklamak zorundalar, neden bir teknik direktöre hemen cezai işlem uyguluyorsunuz da iş yöneticilere ve başkanlara geldiğinde ceza vermekten imtina ediyorsunuz?

Ortada oyunun asli unsurlarını oluşturan taraftarların olmadığı buna karşın geri kalan başta yöneticiler ve medya olmak üzere futbol federasyonunun da rol kapma yarışına girdiği bir komediyi seyretmeyi sürdürüyoruz. Her geçen yıl biraz daha fazla trajediye doğru kayan ve ayaklarının altındaki zeminin yok olduğu bir futbol ligine sahibiz. Üstelik böylesi bir futbol anlayışı beraberinde son derece kısıtlı ve bir o kadar da boş bir futbol zihniyetinin kökleşmesine de katkıda bulunuyor. Futbola dair konuştuklarını zannedenlerin büyük bir kısmı futbolu ve orada olup bitenleri değil bambaşka şeyleri konuşmayı futbol yorumculuğu olarak pazarlamaya devam ediyorlar. Son yirmi yıl içerisinde futbolseverlere medya aracılığıyla benimsetilen on ikinci adam imgesinin de etkisiyle resmin tamamı yerine sadece kendi renklerini görmeyi alışkanlık haline getiren bir kitle yaratılmış vaziyette. Bu durum ise o renklerin hoşuna gidecek şeyleri söyleyen, rakibi aşağılayıcı ifadeler kullanan maço yorumcular sayesinde kör topal sürdürülüyor. Gazetelerin attığı başlıkların yirmi beş yıl boyunca hiç ama hiç değişmeden aynı klişelerle sürdürülmesinin başka bir açıklamasını yapabilecek birisi var mıdır acaba!

Bir ülkenin futbolu sadece futbol sahalarında olup bitenleri karşılamaz yani futbolu konuşmaya, düşünmeye, tartışmaya başladığınızda karşınıza çıkan sadece yeşil saha çizgileri içerisinde yaşananlar değildir. İşte bu yüzden ülkemizde de futbolun altını biraz kazıdığınızda karşınıza çıkan tablonun bu ülkeye dair zihniyet kalıpları olacağı gerçeğini unutmamalısınız. Burada işler hep farklı bir temel üzerinde yükseldi ve yükselmeye devam ediyor. İşte bu yüzden de resmin tamamını görmeye çalıştığınız andan itibaren karşınıza çıkan tablo son derece tuhaf ve bir o kadar da garip ilişkileri bünyesinde barındırmaktadır. Spor sahasında başkanların yarattığı şiddeti konuşamayan bir futbol medyasının olduğu yerden adaletli, hakkaniyetli ve eşitlik temelli yorumlar beklemek hayalcilik olacaktır. Üzerinden neredeyse on yıl geçen TÜBİTAK tarafından desteklenen Futbolda Taraftarlık, Fanatizm ve Şiddet isimli çalışmamda (Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor takımları taraftarlarından) 1500 kişiyle görüşme gerçekleştirmiştik) Taraftarların hakemlerin vermiş oldukları kararlarla maçın kaderini etkilediğini düşünenlerin oranı yüzde 88.7, federasyonun bütün takımlara eşit mesafede olduğunu düşünenlerin oranı ise sadece yüzde 12.4 oranındaydı (fikrim yok diyen yüzde 2.1) yani taraftarların yüzde 85.5’i bu eşitliğin olmadığını beyan ediyorlardı. Aradan geçen zaman içerisinde oranların düşmediği hatta tam tersine daha da yükseldiği bu yıl yaşanan tuhaflıklar sonrasında rahatlıkla söylenebilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"