Tam üç hafta önce ülkemiz daha önce yaşadıklarına hiç ama hiç benzemeyen bir yönetime el koyma hareketi ile felaketin eşiğinden döndü. O günden bugüne kadar ise hemen her gün ekranlarda Fethullah Gülen Terör Örgütü (FETÖ) ile ilgili görüntüler, tanıklıklar, geçmişte yapılan kumpaslara ilişkin açıklamalara bir yenisi ekleniyor. Karşımızda dinsel duyguları kullanmakla kalmayan aynı zamanda bu ülkenin pek çok kavramını da yerle bir eden bir örgüt var.
İmanı olan, alnı secdeye değen insanlardan zarar gelmez sözü 15 Temmuz sonrası acaba? Öylemidir sorusuyla karşı karşıyadır. Dini ve ahlakı sürekli olarak birleştiren ve bu iki kavramı bunun üzerinden bir potada eriten bir anlayışın hepimizi getirmiş olduğu nokta maalesef korkunç bir ahlaksızlık ve kötülük içermekte. Askeri okullarda okuyan gençlerin başına neler geldiğini bizzat onların tanıklıklarında günlerdir dinliyoruz.
Hiç kimsenin kendilerine inanmadığını anlatıyorlar, bazılarının gözleri yaşararak üniformalarını bıraktıklarını öğreniyoruz, bazıları ise üzerlerine atılan iftiralar karşısında canlarına kıyıyorlar. Belirli bir hizmet, himmet karşılığında devletin her bir köşesine adeta sülük gibi yapışan ve devletin, vatandaşın iliğini kemiğini emen bir örgüt ile karşı karşıyayız.
Kendi ulvi çıkarları uğruna her türlü hayasızlığı yapmaktan çekinmemişler. İnsanların en mahrem duygularını bile faş etmekten, asılsız dedikodular üretmeye, yolsuzluk yapmaya, şantaja kadar giden her türlü yolu gözlerini kırpmadan uygulayabilmişler. Peki bir taraftar din, iman, ahlak duyguları üzerinden yapılan açıklamalar öte yandan hiç kimsenin aklına bile gelmeyecek kadar kötücül bir ruh hali, bütün bunlar nasıl bir araya gelebiliyor? Ve nasıl böylesi bir tuhaflık sadece din, iman, Allah sevgisi üzerinden rahatça devletin her bir kurumuna yerleşebiliyor.
Tüm bu yaşadıklarımızın arkasında bu ülke insanın da büyük bir katkısı olduğu gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Başta ahlak kavramı olmak üzere ki onun içinde de büyük sıkıntılar olduğunu göz ardı etmeden, hem kendimizi hem de yaşadıklarımızı sorgulamak durumundayız. Kendinden menkul yaşamaya alışan ve dünyayı bu minvalde görmek suretiyle yaşadıklarını normalleştiren insanlar açısından ahlakın, din ile örtüştürülmesi ve bu şekilde yansıtılması sıradan bir durumdur. Burada çıkarlara uyan ya da uymayan durumlar üzerinden ahlaki ya da değil tanımlamaları kolaylıkla insanların üzerlerine yapıştırılabilir.
Ama aynı zamanda bu bakış açısıyla gücün ve iktidarın devamı açısından pek çok olumsuzluk da yine ahlakın ya da yeri geldiğinde dinsel hurafelerin içine katılarak insanların hayatına müdahale aracı olarak kullanılabilinir. Son kırk yıl içinde söz konusu örgütlenmenin bir tarafında hep paranın olduğunu ve bu paranın güç ile iktidar arasında önemli bir geçişi sağladığını şimdi daha iyi anlıyoruz. Hatta bunun sağlanabilmesi için sadece paranın değil yeri geldiğinde seks kasetlerinin yeri geldiğinde hamili kart yakınımdır anlayışının ve bazen de soru çalmanın kullanıldığını son yirmi günde öğrenmiş olduk.
Yaşananların ardından geriye binlerce insanın hayal kırıklığı, ülkesine ve sisteme olan inançlarının zayıflaması ile daha önce olan bitenlerden mağduriyetlerinden ötürü hayatlarını yitirenler kalacak.
Ahlak kadar yaşadıklarını da sadece kendisinin çıkarları için isteyen insanların olduğu yerde bu tip sıkıntılar farklı gerekçeler ve farklı isimlerle olmaya devam edecektir. Bu açıdan başta liyakat sistemi olmak üzere toplumun kılcal damarlarını tıkayan her türlü defoyu, ortadan kaldırmak zorundayız. Alnı secdeye değen ya da değmeyen ikilemi kadar farklı inanç, değer ve ideoloji sahiplerinin de bu devletin birer parçası olduğu gerçeğini kabullenmek ve hepsine eşit mesafede durmayı başaran bir devlet mekanizmasını hayata geçirmeyi başarmalıyız.
Aksi takdirde üç hafta önce yaşadığımız ve iki yüz otuz sekiz yurttaşımızı kaybettiğimiz ülkeye el koyma girişimlerini farklı isimlerle yeniden yaşamak durumunda kalırız. Bizim çocuklarımızı iyi şekilde yarınlara hazırlayacak bir eğitim sistemine ihtiyacımız var. Ülke içi kamplaşmaları ortadan kaldıracak, siyaseti mevki, makam sahibi olmanın bir aracı olmaktan çıkaracak bir siyaset kültürüne şimdi her zamankinden daha fazla muhtacız. Farklılıkların bu ülkenin zenginliği olduğu gerçeğini, hepimizin aynı potada erimememiz gerektiğini ve insanların inançları temelinde iyi ya da kötü olarak etiketlenmemesi gerektiğini anlamalıyız.
Önümüzdeki süreçte sel ortadan kalktıktan sonra geriye kalacak olan kumun içinde yine bir arada yaşayacağımızı ve ister AKP’li ister CHP’li ister MHP’li isterse de HDP’li ya da diğer partilere mensup olalım/gönül verelim, olanlar hepimizi derinden etkilemiş olacak. Gerçekten herkesin etrafında birleşebileceği bir adalet sistemini ve devlet kurumlarını yeniden evrensel standartlar çerçevesinde kurmanın yollarını hepimiz aramalıyız.
Kötülük yapmanın, insanların hayatlarını karartmanın dini, imanı olmadığını tüm yasadışı örgüt yapılanmalarının kendi çıkar ve iktidarları uğruna hareket ettiklerini bu yaşadıklarımız sayesinde bir kez daha öğrenmiş olduk. Kötüler harbi kötülük şebekeleri kurup tüm devleti ve onun yetkililerini kandırmayı başarmış olabilirler ama safları sıklaştırmaya ve vatandaşları artık gerçekten bu devletin birer parçası, egemenliğin tek hakimi yapmanın da tam zamanıdır.