Ülkemizde sık sık tarihi eserlerin başına gelen haberlerle karşı karşıya kalırız. Bazen bizzat kendimiz, bu haberlerde işlenen içler acısı duruma şahitlik eder ve kendi kendimize ‘yazacak başka bir yer bulamadınız mı?’ cümlelerini kurarız. Bu ruh halini özellikle iki yerde fazlasıyla hissetmiştim, bunlardan birisi Sümela manastırı diğeri de Harput kalesinin girişiydi. Özellikle Sümela manastırındaki fresklerin üzerlerine yazılan sevgi sözcükleri ve kalp işaretleri sinir bozucuydu. Bu karalama anlayışından bir adım öteye bir türlü gidemediğimiz için etrafımızdaki hemen her yerde benzer görüntülerle karşı karşıya kalmayı sürdürüyoruz. Toplu taşım araçları başta olmak üzere, duvarlar, heykeller hatta mezar taşları bile anlayışa kurban hale dönüştürülebiliyor. Geçtiğimiz yıl Bartın’ın Amasra ilçesinde Roma döneminde yapılan tarihi Kuşkayası Yol anıtına yazı yazılması, haber yapılmıştı. Yaklaşık 2 bin yıllık anıta sprey boyayla yazı yazan kişi, yaptığını sosyal medya hesabında paylaştığı için de hakkında soruşturma açılmıştı.
17 Ağustos depreminin ardından yaşamlarını yitiren yurttaşlarımızın anısına Yalova’da 2 bin 504 kişinin anısına yaptırılan ve ölenlerin isimlerinin bulunduğu Deprem Anıtı da, bu karalamalardan payını fazlasıyla aldı. Ölenlerin isimlerin karalanması ile başlayan saygısızlık, sevgililerinin adlarını yazılması ile devam etti ve ölenlerin anısına diye yapılan anıt bir anda birbirlerini sevenlerin kendilerini gösterme alanlarına dönüştürüldü! Birkaç gün önce sosyal medyada yapılan paylaşımlarla haberdar olunan bir başka saygısızlık ise, Oğuz Atay’ın mezar taşının, hayranları tarafından adeta bir panoya yazı yazıyormuş gibi karalanmasıydı. Hayranı olduğunuz yazarı kitapları ile sevdiğiniz cümlelerini sosyal medya üzerinden paylaşmak yoluyla anabilme olanağına sahipken, mezar taşını karalamak nasıl bir anlayıştır! Gerçi mezar taşları konusundaki saplantısal hallerimiz sadece böylesi karalamalarla kalmamakta, mezar taşları üzerindeki fotoğrafların parçalanmasından, mezarların tahrip edilmesine kadar uzanabilmektedir.
Söylemde saygı, sevgi ifadelerini çokça kullanmaya bayılırız ancak iş gerçek hayatta bu söylediklerimizi eda etmeye geldiğinde durum tam tersi bir hale bürünüverir. Saygımız da, sevgimiz de kendi anlayışımıza uygun bir başka deyişle meşrebimizce gerçekleşmektedir. Bizden olan ya da olmayanlara göre şekillendirdiğimiz bu yaklaşımların arka planında ise yıllar içerisinde kültürel anlamda farklılıkların kaybolmasının büyük bir katkısı bulunmaktadır. Kültürel mozaik lafının bile ağır geldiği bir noktayı çoktan gerilerde bıraktık, bir örneklik üzerinden götürdüğümüz ve bununla kendimizi güvende hissettiğimiz bir anlayışın içerisinde nefes almayı, yaşamak zannediyoruz! Bu ise her geçen dakika biraz daha fazla şekilselliği öne çıkartan ve hoşgörüyü öteleyen bir ruh halini beraberinde getirmeye başlıyor.
Heykelleri karalayan, parçalayan anlayış sadece sanattan anlamama ile açıklanamaz. Tarihle kurduğumuz tuhaf birlikteliğimiz sayesinde hem gavur olarak gördüğümüz Bizans’ı, Roma’yı, Grek’i ve Anadolu üzerindeki daha eski uygarlıkların eserlerini yok farz ediyor hem de kendi geçmişimizden yadigar kalan cami, şadırvan, külliye, han, hamamları da görmüyoruz. Tarihi mağaraların duvarlarını seni seviyorum aşkım, on bin yıllık anıta devrimci sol yazmak gibi tuhaflıklarla kültür varlığı zararlısı olarak tarihe not düşmeye devam ediyoruz.
Bu tarihe not düşme merakımızı bir türlü yenemediğimizden olsa gerek, yapamadığımız pek çok işin yerine en azından biz de adımızla buradaydık diyebilmeyi seçerek, tıpkı hayatlarımızda olduğu gibi bu mecrada da daha baştan kaybetmeyi seçiyoruz. Küçük düşünüyor, küçük ölçüler içerisinde yaşamayı tercih ediyor ve hayatlarımızı küçük kazanımlar uğruna harcayarak heba ediyoruz. Sizin aşkınızı duvara, ağaca veyahut tarihi bir freske kazımanızla, sevdiğinizin adını kolunuza dövme olarak yaptırmanız arasındaki tek fark, bu yaptığınızın maddi bir karşılığı olması ve canınızın yanmasıdır.
İlkini değil ikincisini seçmek suretiyle her daim sevdiğinizin yanı başında olduğunuzu gösterebilme olanağına da kavuşmuş olursunuz. Bu vandallık boyutuna varan ve tarihe zarar veren anlayışı terk etmeniz hem siz hem de hepimiz açısından daha yararlı olacaktır. Bırakın on binlerce yıldır ayakta duran ve durmaya da devam edecek olan eserler tahribata uğramasınlar. İnsanların ebedi istirahatgahlarında rahat uyumalarına müsaade edin, kendinizi tatmin etmek için, onların isimlerini karalamaktan, parçalamaktan vazgeçin.
İlla bir şeyler yazmak, sevginizi haykırmak istiyorsanız, elinize bir kağıt kalem alıp aşkınızı sözcüklere dökmeyi deneyin. Bunun karalamaktan çok daha zor ve meşakkatli bir süreç olduğunu göreceksiniz. Öte yandan eğer başarabilirseniz bu durum öncekinden çok daha fazla kendinizi göstermenize olanak sağlayacaktır. Rutini takip etmekten ve hayatınızı rutinin içerisinde kalıplar haline sokmaktan uzaklaşmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Tarihi tarihle, insanı da insanla yad etmenin yollarını bulmak ve hayatlarımızı karalama anlayışının ötesine geçirmek durumundayız. Eğer bunu başaramazsak, önümüzdeki yıllar içerisinde bugün konuştuklarımızdan çok daha fazla malzeme üzerinde kafa yormak zorunda kalacağız!