Ülkemizde futbol adeta bir turnusol kağıdı işlevini yerine getirmektedir ve bu yüzden futbola baktığınızda gördüğünüz sadece futbol değildir! Geriye doğru gitmek yerine sadece son beş altı aylık periyot içerisinde olan bitene bakmanın bile yeterli olacağı kanaatindeyim. Göreve geldiği andan itibaren çok ama çok tartışılan Yıldırım Demirören'in futbol federasyonu başkanlığını bırakmasının ardından 1 Haziran tarihinde göreve başlayan Nihat Özdemir'in de benzer bir şekilde algılandığını ve tartışmaların hiç ama hiç kesilmediğini gördük.
Futbolun giderek bir nevi cemaat haline bürünmesinin ve kendi kulüplerinin dışında olan her türlü hareketin yanlış ve kendilerine karşıt olarak gösterilmesi halini, bu ülkede başka yerlerden de hatırlıyoruz. Ancak bu davranış tarzı öylesine büyük bir tuhaflığı ve bir o kadar da anlamsız bir yaklaşımı beraberinde getiriyor ki, oynanan her karşılaşma 90 dakikanın ardından yeniden ve yeniden üretilmek suretiyle karşımıza bambaşka anlamlar şeklinde sunuluyor. Hatta söz konusu olan o karşılaşmada yapılan hataların sonuçlarının ilgilendirdiği iki takımdan ziyade diğerlerinin üzerinde konuştuğu ve yapılanlar hakkındaki algı yönetimine vurgu yapıldığı bambaşka bir hale büründürülüyor.
Ekranlar pozisyon dedektifliğine soyunmuş bulunan adı yorumcu olarak geçen buna karşın takım amigoluğu gömleğini üzerinden çıkartmamayı öne çıkartan kişiler tarafından parselleniyor. Gerçeği sadece gerçeği değil tuttuğu takımın çıkarlarını öne çıkartmak suretiyle önümüze olan biteni bambaşka bir perspektiften sunmanın ötesine geçmeyen kişiler çıkartılıyor. Aynı durumun ekranlardaki farklı buna karşın sonuçları itibari ile benzeşen şekilde tüm tartışma programlarında yinelenmekte olduğunu görüyoruz. Tek tipliğin ve sıradanlığın yarattığı çıkmazlar içerisinde debelendikçe daha fazla batan buna karşın daha fazla bağırarak haklı olduğunu göstermeye çalışan yorumcular ordusunun hepimize oyun oynamakta olduklarını fark etmeye başlıyoruz. Aslında adı konmamış bir kimsesizlik oyununun kimseleri olma derdinde bulunan ve her yaptıkları ile birlikte önce takımlarına ardından diğerlerine ve ülke futboluna zarar veren onlarca isimle karşı karşıya bırakılıyoruz. Takımların yerine partileri koyun ve yeniden adlandırın sonuç değişmeyecektir.
Futbolu uzun bir süredir 'marka değeri' olarak adlandırılan ve gerçek anlamda ne olduğunu söyleyenlerin de bilmediği bir hale büründüren yaklaşımın içerisinde sıkışıp kaldık. Komplolara meraklı bir yapımız olduğu için yönetim mekanizmasındaki kişilerin bireysel tercihlerinin kurumsal yaklaşımların üstünde olacağı gibi bir algıyı besledikçe, kötülük havuzu biraz daha büyüyor. Öte yandan hiç kimsenin masum olmadığı bir ortamda herkes, bu havuzun büyümesine katkıda bulunacak girişimlere omuz verme konusunda elinden geleni yapmayı sürdürüyor. Çok uzağa gitmeyin sadece bu ülkenin süper ligindeki Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor'un dışında kalan on dört takımın başkanlarının aynı zamanda hangi kulübün kongre üyesi olduklarına şöyle bir bakıverin. Biz bize benzeriz yaklaşımının neden bu kadar geçerli olduğunun ipuçlarını o sonuçlarda bulabilirsiniz.
Yine son dört ay içerisinde ülke futbolunu yönlendirdiği iddia edilen kulüplerin başta transfer harcamaları olmak üzere yaptıklarını ve ardından oynadıkları karşılaşmalar sonrasında başta hakemler ve federasyon olmak üzere yapmış oldukları açıklamaları bir kez daha gözünüzün önüne getirin. Kötü yönettikleri kulüplerin yerine hedefi nasıl şaşırttıklarını ve kendilerini temize çıkartmak için ülke futboluna nasıl zarar verdiklerini göreceksiniz. Bu yüzden de bu ülkede bazı takımların her maçı sonrasında hakem konuşulmaya ve hakem kararları üzerinden 'bu lig bitmez' yaklaşımı yeniden dolaşıma sokulmaya devam ediliyor. Böylesi bir anlayışla beslenen taraftarların ülkenin hakemlerine ve federasyonlarına güvenmemesi ise son derece normaldir. Normal olmayan ise kendi takımlarının dışındaki her kararı anormal bulmaları ve kendilerine komplo yapılmakta olduğuna inanmalarıdır. Maalesef var olan ortam her aşamada bu duyguyu beslemek suretiyle kendi takımlarına, başkanlarına, teknik direktörlerine 'inanan' buna karşın rakiplerini 'düşman' olarak gören yaklaşımın biraz daha kökleşmesine katkıda bulunuyor.
İşte bu katkıda bulunmanın ete kemiğe bürünmüş halini iki fotoğraf üzerinden de görebileceğimizi düşünüyorum. Fotoğrafların ikisinde de futbol federasyonu başkanı sayın Nihat Özdemir yer alıyor. İlginç bir biçimde bu fotoğrafların ilki Trabzonspor kulübünün Sparta Prag ile deplasmanda oynadığı karşılaşmada çekiliyor. Sayın başkan Avrupa kupalarında mücadele edecek olan Başakşehir ve Malatyaspor kulüplerine başarı dileklerini iletiyor ancak Trabzonspor'u atlıyor ve ardından gelen eleştiriler üzerine Trabzonspor'un oynayacağı karşılaşmaya gitme kararı alıyor. Maçın bitiminde İbrahim Ertürk isimli bir Trabzonpor taraftarı ile fotoğraf çektiriyor. Buraya kadar her şey normal gibi duruyor ancak Trabzonspor taraftarının giydiği formanın üzerinde '2010-2011 şampiyonu Trabzonspor' ibaresi yer alıyor. Bu görüntülerin TRT spor ekranlarında yayınlanması üzerine TRT yayını kesiyor. Geriye şike süreci tartışmaları ile bitmeyen çekişmeler kalıyor.
İkinci fotoğrafın çekildiği tarih 16 Eylül 2019 Pazartesi günü, Fenerbahçe kulübü başkanı Ali Koç ve yönetim kurulu üyeleri futbol federasyonunu ziyarete gidiyorlar. Tabii öylesine garip bir gün ve tesadüf oluyor ki aynı gün Fenerbahçe kulübü Alanya'da 3-1 mağlup oluyor ve ardından maçın tekrar edilmesi ile ilgili tartışmalar gündeme geliyor. Hiç kimse bula bula maçın oynanacağı günü mü buldunuz gibi bir soruyu tabii ki sormuyor! Ayrıca Ali Koç futbol federasyonu başkanı Nihat Özdemir'e 'en fazla şampiyon olan takım Fenerbahçe' yazılı dergi haberinin olduğu bir fotoğrafı armağan ediyor. Başkanlar fotoğrafla gülümseyerek poz veriyorlar. Tıpkı bir önceki fotoğraftaki gülümsemede olduğu gibi. Nihat Özdemir'in Fenerbahçe kulübünün eski 2. Başkanı olması ve şike süreci içerisindeki açıklamalarının yanı sıra son dönemdeki futboldaki milli ligin kurulması öncesindeki şampiyonluk sayıları açıklamalarını hatırladığımızda bu iki fotoğraf çok daha manidar bir hale bürünüyor.
Geriye ise tartışmaların hiç ama hiç bitmeyeceği ve karşılıklı saygı, sevginin ortadan her geçen gün biraz daha fazla yok edildiği Türk futbolu kalıyor. Ekranlarda gördüklerimiz, oralarda konuşulanlar ve yaşananlar sadece kurgu olarak nitelendirilemez hayattan beslenmek suretiyle güçlenmekte olan bir yanı da söz konusu. İşte bu yanını beslediğimiz sürece ülke futbolu kadar onun sevdalıları olanların da kulüplerin de rahata erebilmeleri mümkün olmayacaktır. 'Marka Değeri' sözünü kullananların futbola verdiği zararın boyutlarını hala fark edebilmiş değiliz ve ne yazık ki biz fark ettiğimizde ortada futbol denilen bir şey de kalmayacak!