Avrupa Şampiyonası sona ermek üzere ve bir ay boyunca oynanan karşılaşmaların ardından evine dönen takımlarda, teknik direktörlerin istifaları ve milli takımdan affını isteyen futbolcu haberleri medyaya yansıdı. Biz ise sanki hiç bir şey olmamış gibi gündelik hayatımızın keşmekeşliği içine geri döndük. Prim tartışmaları, kısır futbol eleştirileri hemen unutuluverdi. Zaten yaşadıklarımız üzerinden bir değerlendirme yapma ve hatalarımızı öğrenme yolunda bir kültürümüz olmadığı için hiçbir zaman bir kritik yapmıyoruz.
Milli takımımızın hazırlanmadan gittiği bir büyük turnuva ki bu turnuvaya da son anda kendi çabalarımızın yanı sıra büyük tesadüfler sonucu gittiğimizi de unutmayalım. Yine benzer durumla karşı karşıya kaldık ve iki kötü oyun-mağlubiyetin ardından kazanılan bir maç ile birlikte diğer takımların bizim için galip gelmesini bekledik! Hatta bunu beklemenin ötesinde işi öylesine abarttık ki maçları anlatan spikerler adeta İtalyan, Macar olup çıktılar.
Macaristan-Portekiz arasında oynanan karşılaşmada Ronaldo’nun attığı topuk golünü başka zamanlarda göklere çıkartacak olan spikerlerimiz, bu durum üzerine sadece gol diyerek geçiştirdiler. İtalyanların eksik kadro ile Kuzey İrlanda karşısına çıkması ve amiyane tabirle maçı satmaları çok konuşuldu. Ancak her nedense biz grup elemelerine giderken Çekoslovakların bizim maçımızda 6 as oyuncusunu oynatmaması, buna karşın bir sonraki Hollanda maçına tam kadro çıkması, futbol medyamızda her nedense hiç konuşulmadı bile. Bütün bir turnuva boyunca bizim üzerimizden yansıyanlar; prim tartışmaları, teknik koordinatörümüzün en çok kazanan üçüncü hoca olması ve yaklaşık bin kişilik bir davetli kadrosunun federasyon kontenjanından götürülmesi oldu.
Almanya, İspanya gibi ülkelerin kazandıkları kupaların ardından verdikleri primlerin bizim verdiklerimizin yanında devede kulak kalmasına bakılacak olursa herhalde bu ülkelerin federasyonları bizden daha fakirler ya da bu işin sponsorluk boyutuna akılları ermiyor! Futbolcularımızın kazandıkları iki karşılaşma üzerinden Euro/Dolar cinsinden pirim vermek suretiyle galibiyeti taçlandırmayı hedefleyen federasyonumuzun, elenerek döndüğümüz şampiyonanın ardından da kalan primleri yatırması, kamu vicdanını bir kez daha yaraladı!
Elenmesine rağmen prim almaya hak eden tek milli takım herhalde bizimkilerdir! Milli takımın beş futbolcusuyla yurda döndüğünü ve hiç kimsenin onları karşılamadığını bir yere not edelim! Buna karşın Arnavutluk milli takımının kendi ülkesinde nasıl karşılandığına bakabilirsiniz. Sizden beklenenin en iyisini yerine getirmeye çalıştığınızda, insanlar size saygı gösterirler çünkü siz gerçekten onların bir parçası olduğunuzu ortaya koymuşsunuz demektir.
İzlanda örneğinde olduğu gibi çeyrek finalde elenmesine rağmen bütün dünyada büyük bir hayranlık uyandıran bir milli takım olarak da turnuvanın en çok ses getiren takımı olabilirsiniz. Öyle bir milli takım ki, ülkenin cumhurbaşkanı da taraftarlarıyla bir arada maç seyrederek coşkuyu hissedebiliyor ve yenilgiden sonra bile takımla-taraftarlar bütünleşebiliyorlar.
Türkiye futbol koordinatörü olan Fatih Terim’in yaşanan başarısızlık sonrasında faturayı futbolcularına kesmesi ve kendisini eleştiren TRT’ye yönelik tavrı da her zamanki gibi unutuldu. Arada TRT spikeri Erdoğan Arıkan, İzlanda’nın Fransa’ya karşı ortaya koyduğu mücadeleyi takdir ederek, ‘bizim de artık daha fazla iz bırakmamız lazım. Özellikle basın toplantılarını gözden geçirmemiz gerekiyor. Biz sürekli iç sorunlarımızı gözler önüne serdik’ sözleriyle Fatih Terim ve milli takıma sert bir göndermede bulundu.
Bir turnuvayı daha başarısızlık ve kötü bir futbolun yanı sıra iç karışıklıklarla sona erdirmiş olduk. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen bir sonraki turnuvanın başlangıcına kadar her şeyin üzerini örtmeyi de sürdüreceğiz. İlk başarısız sonucun ardından yeniden milli takımdaki futbolcu tercihleri, hocanın tavırları, yanlışları konuşulmaya başlanılacak ama iş yine işten geçmiş olacak.
Futbol federasyonumuz prim tartışmaları konusunda gelen bütün eleştirilere rağmen üç maymunu oynamayı sürdürüyor. İşin bir de kendi futbolcusuna yabancı bir para birimi üzerinden prim verme meselesi var ki, konusu geldiğinde milliyetçilikten dem vurmayı çok seven bir yapımız olmasına karşın milli formanın ağırlığından ziyade para meselesi daha fazla konuşulmuş oluyor. Son yıllarda abartılı bir şekilde şişirilen ülkemizdeki futbolcu transfer bedellerini de bu doğrultuda düşünmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Milyon Eurolar üzerinden ödenen paralar ve bu paraların her seferinde biraz daha artması sonucunda şişen kulüp bütçeleri.
İşin es geçilmemesi gereken bir diğer yönünde ise, Fransa’daki turnuvaya yaklaşık bin kişilik bir davetli listesini götürmek suretiyle rekor kıran federasyonumuz bulunmakta. Geçmişte bu işleri federasyon bütçesinden yaptığı için çok eleştiri alıyordu. Artık sponsorluk kalemleri üzerinden halledildiği için paralar doğrudan federasyonun cebinden çıkmamış oluyor. Kılıfına uydurmuş olunmasına rağmen kendi içimizdeki bu tuhaflığı kendimize bile açıklayamıyoruz.
Yaşadıklarımızı asılları üzerinden değil sürekli olarak suretleriyle değerlendirmeyi maharet saydığımız için hiçbir zaman olan biteni akıl ve kalp süzgecimizden geçirerek değerlendiremiyoruz. Konumuz ister futbol ister siyaset olsun bu açıdan olaylara vermiş olduğumuz tepkiler değişmiyor. Değişimi hayata geçiremediğimiz için de sürekli olarak aynı şeyleri yaşamayı sürdürüyoruz. Zaman hızla akıyor ve biz aynılığın avuntusu içerisinde kendimizi dünyanın merkezinde konumlandırmayı maharet sayıyoruz.
Tarihe öylesine merak içinde yaklaşıyoruz ki, olan her şeyi tarihe not düşmek, tarih yazmak gibi ifadelerle açıklamaktan başka bir şey yapmıyoruz. Dikkat edin spikerlerimize göre oynayan bütün takımlar turnuvada tarih yazdılar, tarihe not düştüler. Oynananların futbol karşılaşması olduğunu ve futbolun vesile olduğu duygu halinin tarih yazmak değil keyif vermek ve almak şeklinde gerçekleştiğini anlayabildiğimiz zaman işler farklı bir mecrada akmaya başlayacak. Bu aşamaya geçemediğimiz sürece hiçbir şeyin değişmediği hatta değişmenin teklif dahi edilemeyeceği bir süreci yaşamaya devam edeceğiz.
Türkiye futbol tarihinin en özel isimlerinden birisi ‘Berlin Panteri’ olarak hayatımızda yer edinen Turgay Şeren hayatını kaybetti. Ailesi ve yakınlarına başsağlığı dilerim. Spor/futbol dünyamızda farklı bir kuşağın temsilcilerini kaybetmeyi sürdürüyoruz. Onlarla birlikte bir yaşam biçimi ve tüm toplumsal kesimlerle ilişkili olan saygılı duruş halini de yitiriyoruz. Ölümünün ardından Fenerbahçe futbol takımının saygı duruşunda bulunması ve takımların taziye mesajları yayınlamaları, kaybettiğimiz kişilerin ne kadar önemli bir sportif/insani kişilik olduklarını da bir kez daha ortaya koymuştur. Vefa, saygı, sevgi, erdem gibi duyguların toplumsal hayatımızda ve spor/futbol dünyamızdaki karşılıklarını hayata geçiren insanlar aramızdan ayrıldıkça biraz daha eksiliyor, fakirleşiyoruz.