12 Nisan 2017

Haksızlığı üreten anlayış

17 Nisan sabahı ile birlikte asıl bu yarılmayı nasıl ortadan kaldırabileceğimiz sorusu çıkacak olan karardan çok daha fazla belirleyici olacaktır

Referandum süreci bir kez daha gösterdi ki bu ülkede seçim işleri bize özgü davranış kalıplarını ve insan tiplerini üretmeyi sürdürüyor. Adalet, hak, hukuk, vicdan kelimeleri ile kurmuş olduğumuz bağlantı düzeyimiz maalesef daha en başından itibaren problemli bir yapı arz ediyor.

Bulunduğumuz duruma göre pozisyon alma ve bunun üzerinden yorumlarda bulunma alışkanlığımız demokrasi denilen kavram ile olan bağımızı da sorunlu kılıyor. Hep bize, daima bize anlayışı içerisinde tercihlerimizi sonuna kadar pragmatik bir pencereden gerçekleştiriyoruz. Böyle olduğu için de devletin kapıkulları devlete daha yakın kapıkulu olmaya ve buradan nemalanmayı seçiyorlar. Hayaller demokrasi, hak, hukuk, adalet buna karşın gerçekler ise her seferinde benim seçtiklerimin bir yerlere konumlandırılması şeklinde oluyor.

Eşitsiz temelde yürüyen bir süreçten geçiyoruz, geçmişte olmadığı kadar büyük sıklet farklılıkları içerisindeyiz. Ancak bu yapıyı üreten insan tipolojisine sahip olduğumuz gerçeğini es geçerek yaşananları anlamlandıramayız. Eyyamcılığın her zaman prim yaptığı bir anlayıştan ve bu anlayışın ürettiği kültürden söz etmeden olan biteni kavrayabilmek mümkün değildir.

Kafanızı çevirdiğiniz her yerde evde, okulda, sokakta, trafikte kısacası gündelik hayatın bütün kılcal damarlarında bu kültür dolaşımdadır. İş bitirici insan figürüyle Turgut Özal’la birlikte daha çok karşılaşır olduk. Buna karşın bu figürümüz hep vardı, içinden geçilen döneme ve güce veyahut iktidara yakın olabilme kapasitesine göre etkisi azalıp çoğalabiliyordu. Buna karşın 1980’lerin ikinci yarısı ile birlikte yaşanan banker facialarıyla ‘namussuz namuslu’ tipi hayatlarımıza giriş yaptı.

Yeni bir dünya kuruluyordu ve bu dünya içerisinde büyük düşünen insanlarımız ayrıcalıklı konumlarını hızla edinmeye başlamışlardı. Sülün Osmanların dolandırıcılığından Bankerzedelere oradan saadet zincirlerine ve bunların hepsine pabuçlarını ters giydirecek şebekelere geçiş yaptık. Artık çok daha nitelikli ve teknolojik dolandırıcılara sahibiz ancak bu kez kandırılanlar sadece eğitimsiz halkımız ya da garibanlarımız değil.

Generallerden öğretim üyelerine, tanınmış sanatçılarımıza kadar çok geniş bir yelpaze ve çok daha büyük meblağlı dolandırıcılık söz konusu.

Kötülüğün sınırsızlığı ile karşı karşıya kalma dozajımız artarken ve kötülük medya aracılığıyla normalleştirilirken ‘gösteri’nin birer parçası olarak yaşananlardan pay kapmak isteyen insanlarımızın sayısı da bir biçimde artıyordu. Bu öylesine tuhaf bir ruh halini beraberinde dolaşıma soktu ki bir yandan daha iyi yaşam koşulları içerisinde bulunmanın verdiği rahatlama öte yandan ise elindekilerini yitirmemek için her türlü ödünü verme zorunluluğu.

Ulaşılan noktadan aşağıya düşmemek için yapılanları gönülsüz de olsa kabul etme haliydi bu durumun tanımlanması. Tencerenin kaynamasını isteyenlerin derdi ile akşamları daha iyi mekanlarda vakit geçirmek isteyenlerin derdi arasında bir farklılık yoktu aslında. Buna karşın herkes bütün bunları kendisi için istediğinde diğerini yok farz edebilmenin kapısını da açabilecek uygulamaları onaylamaktan çekinmiyordu. İşte bu yüzden bu ülkede son iki yüz yıldır ikili bir kültür ve bu ikili kültürün ürettiği insan tipleri arasındaki çatışma/çelişki/kavga devam ediyor.

Batıdaki toplum sözleşmesi örneği burada hiçbir zaman yaşanmadığı için iktidarda olanın karşısındakiler, kendilerinin mağdur edildiklerini ve baskılandıklarını iddia ediyorlar. Birlik ve beraberlik edebiyatlarımıza karşın kağıt üstünde olan tüm bu ifadeler yetersiz kalıyor. Tarihsel geçmişimiz bu konuda o kadar çok kara lekeyi barındırıyor ki, işin içerisinden çıkmanın yolu ‘unutmak’ ve ‘görmezden gelmek’. Görmezden geldiğiniz ve unuttuğunuz sürece sorun olmayacağını zannediyorsunuz. Yüz yıla yaklaşırken cumhuriyetimizin kurumsallaşamamasının ve hala kurucu kadrolarının bu kadar çok tartışılmasının arkasında da yine bu sıkıntı yatıyor.

Referandum sürecine gelinceye kadar son iki yıl içerisinde geçirdiğimiz her seçim süreci adeta birer ders niteliğinde geçti. Ve her seferinde yaşadıklarımızın dozajı biraz daha yükseltildi. Örneğin bu defa hayır oyu verecek olanların vatan hainliği, teröristlik, dinsizlik, gavurluk gibi ağır ifadelerle etiketlenmesi daha önce yaşamadığımız bir durumdu. Belki de bu derece de yaşamadığımız ve medyanın da etkisini bu kadar gör(e)medeğimiz için böylesine fark edememiştik. Yoksa komünistlik, faşistlik, Alevilik, Sünnilik nitelemeleri daha öncelerde de kullanılmıştı. Benzer şekilde özellikle sosyal medya üzerinden evet tercihinde bulunanlar için yapılan yakıştırmalar da şaklabanlar resmigeçidi, ak soytarılar, pis yobazlar şeklindeki ifadeler de sıkıntılıdır.

Tüm bu söylemler demokrasi algımız ve anlayışımızla yakından bağlantılıdır. Hepimizin birbirine karşı göstermesi gereken saygı ve tahammül düzeyinin aslında ne kadar aşınmış olduğunu da net bir biçimde göstermektedir.

Bizim meselemiz kendimize yapıldığında haksızlık, adaletsizlik olarak nitelendirdiğimiz uygulamaların benzerlerini bizim dışımızda kalanlara yapıldığı zaman görmezden gelmemizdir. Bu anlayış her seferinde yeni mağdurları üretmeyi ve mağdurların kendisini yok farz edenlere yönelik öfkesini bilemelerine neden oluyor. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır sözünü kullanmayı çok seviyoruz ancak haksızlık bizim çıkarımıza uygunsa görmezden gelmeyi tercih ediyoruz.

Böylesi bir ruh hali ise normalde onaylayamayacağımız bir takım işleri ve davranışları da sineye çekmeyi beraberinde getirebiliyor. Her geçen gün içinden biraz daha zor çıkacağımız sorunların birikmesine yol açıyor çünkü bu yapı kendi insan tipini ve değer yargılarını da hızla üretiyor. İktidarın, gücün yarattığı etki öylesine büyük bir potansiyeli dolaşıma sokabiliyor ki bu kapıkulluğunu kurumsallaştırabiliyor. Bu ise aynı topraklarda yaşayan aynı tarihsel geçmişten gelen aynı dinin mensubu olan-buradaki aynılıkları çoğaltabiliriz-insanların birbirleri ile kurdukları ilişkilerin her geçen gün biraz daha birbirlerinden uzaklaşmasına yol açıyor.

17 Nisan sabahı ile birlikte asıl bu yarılmayı nasıl ortadan kaldırabileceğimiz sorusu çıkacak olan karardan çok daha fazla belirleyici olacaktır. Altımızdaki zemin hızla kayıyor ve etrafımız hızla çok daha çetrefilli bir durum arz etmeye başlıyor. Bu durumdan çıkışı tek bir tarafla ve oradan aldığınız destekle sağlayamazsınız. Haksızlığı üreten anlayış hızla hepimizi tüketiyor buna karşın elbirliğiyle bu sorunu gidermenin yollarını aramak yerine daha da arttıracak sapa yollara sapmayı maharet sanıyor ve yine yanılıyoruz!

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"