Tıpkı birbirimizle olduğumuz gibi günlerle, kavramlarla kısacası hayatın kendisi ile olan kavgamız hiç ama hiç bitmiyor! Ortak bir zemin üzerinde uyuşmak ve ardından konuşabilmek çoğu kez hiç ama hiç mümkün olmuyor.
Bu topraklar üzerinde her daim geçerli olanın gücü, gücü yetene ilkesi üzerinden yürüdüğü gerçeği her seferinde adeta bir tokat gibi yüzünüze çarpıveriyor. Bunun için de burada günler belki farklı şekillerde olmakla birlikte benzer bir nitelik içerecek bir biçimde kendisini mütemadiyen tekrarlayarak devam ediyor.
Aynı hataların defalarca sanki yeniden yapılıyormuş gibi gösterildiği ve her ne hikmetse de bu halkın sanki bu hatalarla ilk kez karşılaşıyormuş tepkiler verdiği bir durumu dejavu şeklinde yaşıyoruz. Bazı tarihler yaklaştığında bu kez ne denilecek ya da nasıl bir karar verilecek gibi kamuoyunun nefesini tutup beklediği bir durum yaratılıyor. Oysa hepimiz gayet iyi biliyoruz ki bir yıl önce ne söylendiyse aynısı tekrarlanıyor ve aynı mekanlara girişler yasaklanıyor.
Örnek olarak her 24 Nisan tarihinde ABD Başkanı'nın ne söyleyeceği hususu medyada kendisine yer bulur ve yıllardan bu yana da söylenen değişmediği gibi bu söylenene verilen tepkiler de değişmez.
Bir diğer örnek yıllardır 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması ile ilgilidir. Valilik güvenlik gerekçesiyle meydana çıkan tüm yolları kapatıp buraya girişleri yasaklar ve bu yasağın kendisi de tartışma konusu haline gelir.
Aslında dikkatli bir gözle yaklaştığınız takdirde bu ülkedeki bütün siyasal ideolojilerin kendilerine ait bir takım mitleri, ön yargıları ve doğru kabul ettikleri yanlışları olduğunu görebilirsiniz. Yüceltme yolu ile kendi ideolojik yaklaşımlarının ne kadar doğru ve diğerlerinin üstünde olduğunu ortaya koyma açısından aslında birbirlerinden hiçbir farkları olmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalırsınız. Son iki yüz yıldır süren tüm batılılaşma çabalarımıza karşın doğunun bireyi devletin içerisinde yok ettiği geleneğinin birer ürünleri olduğumuzu hep unutuyoruz. Bu açıdan tüm siyasal ideolojilerimizin birbirlerine ne kadar benzedikleri gerçeğini de bu yüzden ıskalıyoruz. Oysa cilayı biraz kazıdığınız takdirde altından aynı kökenden çıkan buna karşın yekdiğerine karşı farklılığını matah bir durummuş gibi göstermeye çalışan bir zihniyet çıkıyor.
Yok aslında birbirimizden farkımız ve farkımızın olmadığını bilmemize karşın, bu durumu karşı tarafa başka türlü gösterme sevdamızdan da vazgeçemiyoruz. Aydınından burjuvasına kadar tüm kesimlerinin devlete kapıkulu olduğu bir ülkede eleştiri mekanizmasının işlemesi de sıkıntılı bir duruma karşılık gelmektedir. Yıllarca bahar bayramı olarak kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı'nın resmi tatil ilan edilmesi sonrasında yaşadığımız tartışmaları şöyle bir tekrar hatırlamaya çalışın lütfen.
Günleri, o meşhur marşın sözlerinde olduğu gibi baskı, zulüm ve kan üzerinden açıklanmanın ötesinde bir bakış açısıyla değerlendirmek durumundayız. ‘Emeğin en yüce değer’ olduğu görüşünden öteye gidebilecek bakış açılarına da ihtiyacımız var olduğu gibi yaşananları sadece klasik halay çekme ya da slogan atma mantığıyla da halledemeyiz. Bambaşka bir dünyanın kapısındayız ve biz hala birbirimizle olan husumetimizi sona erdiremediğimiz için birbirimizin kaybetmesi için uğraşmayı sürdürüyoruz.
Yıllarca 1 Mayıs görüntüleri adı altında yaşanan vandalizmi ve bu vandalizmin ekranlardan milyonlarca insanla nasıl buluşturulduğunu tekrar düşünün. İşçisinin işçi bayramını içselleştiremediği bir ülke var önümüzde ve bu ülkede yaşanan her türlü tuhaflık hepimizin aleyhine işliyor.
Sömürü mekanizmasının şekil değiştirdiği ve farkında olduğumuz dünyanın çok ötesinde bir şekil aldığı gerçeğini göremediğimiz müddetçe ne bayramların ne de geleceğin bir anlamı olacaktır. Sağını Solunu, İslamcısını, Milliyetçisini bir tarafa koyup bu ülkenin vicdanlı, adaletli ve iyi insanlarını çoğaltalım. Günlerin hepimiz için aydınlık bir hal alabilmesinin önünü açalım. Sloganlar, mitler ya da yücelttiğimiz değerlerin ötesinde bir yerlerde bu ülkenin yeniden kurulmasına öncülük edelim. Bu duygularla 1 Mayısınız kutlu olsun.