Türkiye’de spor denilince akla gelen ilk alanın futbol olduğunu konuşmaya bile gerek yoktur. Bununla birlikte futbolun da kendi içerisinde en tepede yer alan süper lig olmak üzere kademelendiği ve her bir alt lige indikçe durumun daha vahim bir hale büründüğü de işin içerisinde olanlar tarafından gayet iyi bilinir. İşte tam bu noktada futbolun sadece erkeklere özgü olduğu düşüncesini ısrarla ve inatla işlemeye devam eden bir yönetsel bakış açısı olduğu gerçeği ise bilinmez! En son salgın sürecinde futbolun yeniden başlatılması ile ilgili olarak yapılan tartışmalar içerisinde bile kadın futboluna dair tek bir cümle kurulmadı! Bu bakış açısı hem yöneticiler için hem de bu alanda yer alan teknik ekip içerisinde konumlananlar açısından herhangi bir farklılık içermemektedir.
25 Mayıs 1954 tarihli Milliyet gazetesinin haberinde Türkiye’de kadınların ilk kez sahada yer aldığı bilgisi kamuoyuna duyurulmaktadır. Türkiye’de kadınların kurduğu ilk futbol takımı İzmir Kadınlar Futbol Takımı olarak gerçekleşmiş ve ardından kurulan İstanbul kadınlar futbol takımı ile 4 Temmuz 1954 tarihinde ilk kez kadınlar arası bir futbol karşılaşması gerçekleştirilmiştir. Bu önemli adıma karşın kadınların birbirleriyle mücadele etmelerini sağlayacak ligin kurulması için epey uzun bir süre daha beklemeleri gerekecektir. 1970’lerde Dostlukspor özel karşılaşmalarda boy gösterecek ve adından söz ettirecektir. Bu takımın kaleci ve kaptanlığını yürüten Lale Orta daha sonra ülkemizin ilk kadın futbol antrenörü olmanın yanı sıra Avrupa’nın ilk FİFA kokartlı kadın hakemi olarak tarihteki yerini alacaktır. 1980’lere doğru İzmir’de Filizspor, Ankara’da İncirlispor ve Nazendespor ile İstanbul’da Atılımspor ve Deryaspor kulüpleri kurulur. Bu dönemde futbol medyasının kadınlar futbolundaki mücadeleyi haberleştirme tarzının tamamen cinsiyetçi bir bakış açısı üzerine kurulduğunu belirtmeliyiz. Ne yazık ki bu bakış açısı gerek futbol için gerekse de kadınların yer aldığı diğer tüm branşlar için hiç değişmemiş ve spor yapan kadınları anlatmak yerine kadınlığın/dişiliğin öne geçirildiği cinsiyetçi bir dil üzerinden yürütülen bir anlayış egemen olmuştur.
Türkiye Futbol Federasyonu yönetim kurulunun 22 Aralık 1993 tarihinde yapılan 25 sayılı toplantısında "Bayanlar Futbol Ligi"nin kurulmasına karar verilmiş ve 1994 yılının ocak ayında UEFA ve FİFA’ya yapılan başvuruların ardından ligin kurulması netleşmiştir. Bu sürecin ortaya çıkmasında hiç kuşkusuz dünyada gelişen kadın futbolu hareketinin uluslararası futbol örgütlenmesi içindeki etkisinin önemli bir payı bulunmaktadır. Büyükler kategorisinde ligi başlatmak önemli bir adımdır ancak süreci ilerletmek ve kadın futbolunu yaygınlaştırmak için adımlar atmak çok daha elzemdir. Ne yazık ki bu süreç içerisinde başta finansal yokluklar olmak üzere pek çok sorun kadın futbolunun önünü tıkayacak ve 2002-2003 sezonunda liglerle birlikte milli takım çalışmalarına ara verilerek ligler 2006 yılına kadar tatil edilecektir. 2006 sonrası TFF bünyesinde kadın futbolu için yeni girişimler başlatılmış ve kadın futbolunun gerek ligler düzeyinde yaygınlaştırılması gerekse de eğitim kurumları da dahil olmak üzere tabana yayılması için adımlar atılmıştır.
Buraya kadar olan bilgileri Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesinde görevli olan Dr. Pınar Öztürk’ün "Kadın Futbolcuların Futbol Alanındaki Deneyimleri" başlıklı doktora tezinden aldım. Bu tezin izleme komitesinde tez danışmanı Canan Koca Arıtan ve Aksu Bora hocalarımla birlikte yer almıştım, Pınar Öztürk’ün bu çalışmayı kitap olarak yayınlaması ülkemizdeki kadın futboluna ilişkin önemli bir boşluğu dolduracaktır. Bu yazıyı yazmama vesile olan ise pazar günü yayınlanan yazısını bana mail olarak atan ve kadın futboluna ilişkin futbol federasyonunu harekete geçirmek için destek talebinde bulunan Kadın Futbol Kulüpleri Birliği Derneği ve İstanbul Defne Spor Kulübü Başkanı Erdem Göktürk’ün mesajıydı.
Göktürk’ün şu ana dek yazdığı dört yazıda* ülkemizdeki kadın futbolu hakkında hiçbir bilgi sahibi olmayan kişilerin bile durumu anlayabilecek bir düzeye ulaşacaklarını söylemeliyim. İlk olarak "kadın futboluna dair on beş yıldır hala bilmediklerimiz"i gözler önüne seriyor. Kadın futbolunun sahipsiz olduğunu, futbol federasyonu başkanının kadın futboluna ilişkin yeterli bilgiye sahip olmadığı, yurt dışında doğru strateji ile kadın futbolunun büyük mesafeler kat ettiğinin yanı sıra ülkemizdeki kadın futbolunun gerek ligler gerekse de milli takımlar düzeyinde emanet düzeyinde olduğu anlatılıyor. "Amaçsız lig olmaz" başlığını taşıyan ikinci yazıda, kadın futbolunun ekonomik boyutu ile liglerin organize edilme şekilleri üzerinde örnekler sunuyor. Salgın sürecinde daha öncede belirtmiş olduğum gibi Türkiye futbol federasyonu tüm futbol birimleri açısından yapılabilecek olan bir düzenleme şansını kaybetmiştir. Futbol federasyonu Kadınlar ligini bundan sonrasında oynanacak olan karşılaşmalar için seyahatler ve konaklamalar açısından da yeniden düşünmenin yanı sıra onlara üvey evlat muamelesi yapmaktan vazgeçmelidir.
"Nitelikli oyuncu mu dediniz" başlıklı üçüncü yazıda, kadın futbolunun önündeki önemli engellerden bir tanesi olan futbol oynamak için belirli bir yaşı beklemek zorunda kalma uygulamasına ilişkin tuhaflıkları ortaya koyuyor. Basketbol ve voleybolda 10-11 yaşında, Hentbolda ise 13 yaşında girilen yerel ligler mevcut. Futbolda ise, futbol oynamak isteyen, buna hakkı olan bir kız çocuğu beklemek zorunda bırakılmakta. Aynı yaş grubundaki erkek arkadaşları U11, U12, U13, U14, U15 oynayacak. Kız çocuğumuz ise 16 yaşına geldiğinde 3. Lig'de yer alabilecek. Bu yaklaşım atletik yeteneği olan ve spora tutkun kız çocuklarının diğer spor dallarına yönelmesine yol açmaktadır.
"Bu kadar destek sana yeter" başlıklı yazıda ise erkekler ve kadınlar arasındaki maddi destek farkının ne kadar büyük olduğu rakamlar üzerinden gösterilmektedir. Aşağıdaki tablo durumu net bir biçimde gözler önüne seriyor.
Böylesi büyük maddi uçurumlar sonrasında kadın futbolunun ayakta kalabilmesi ve devam edebilmesi adeta mucizelere kalmış oluyor. Erdem Göktürk’ün yazılarının bir başlangıç olmasını ve bundan sonra ülkemizde kadın futboluna ilişkin daha fazla adımların atılabilmesinin önünün açılmasına vesile olmasını temenni ediyorum. Futbol federasyonu elindeki büyük maddi gücü, ülkemizin kadın futboluna ilişkin yaygınlaştırma ve yetiştirme yönünde kullanmaya başlamalıdır. Ayrıca özellikle süper ligde mücadele eden tarihi kulüplerimizin bu konuda öncülük görevi üstlenmeleri de büyük bir katkı sağlayabilir. Tabii en büyük görev gerçek anlamda futbolseverlere düşmektedir. Kadın futbolunun önümüzdeki yıllarda daha büyük bir ivme kazanacağı gerçeğini gözden uzak tutmayın ve bu alana daha fazla sahip çıkın.
Türkiye’nin maraton yüzme alanındaki önde gelen isimlerinden biri olan Ersin Aydın’ı çarşamba günü kaybettik. Manş denizini 1975 yılında Fransa’dan İngiltere’ye, 1977 yılında İngiltere’den Fransa’ya olmak üzere iki kez geçti. Dünya suda kalma rekorunu 43 saat 20 dakikaya yükseltme başarısının da sahibi olan ünlü yüzücünün Yüzme Öğrenimi ve Tekniği isimli bir kitabı da bulunmaktadır. 1974 yılında Anamur-Girne etabını yüzdükten sonra yılın sporcusu unvanını kazanmıştır. Son dört yıldır karşı komşum olan Ersin Aydın beyefendiye Allahtan rahmet, ailesi ve yakınlarına baş sağlığı dilerim. Mekanı cennet olsun, Nurlar içinde yatsın.
* https://www.gazeteduvar.com.tr/spor/2020/06/07/kadin-futboluna-dair-1-onbes-yildir-hala-bilmiyoruz/
https://www.gazeteduvar.com.tr/spor/2020/06/08/kadin-futboluna-dair-2-amacsiz-lig-olmaz/
https://www.gazeteduvar.com.tr/spor/2020/06/10/kadin-futboluna-dair-3-nitelikli-oyuncu-mu-dediniz/
https://www.gazeteduvar.com.tr/spor/2020/06/11/kadin-futboluna-dair-4-bu-kadar-destek-yeter-sana/