Hayatı kendisine göre yaşama ve bunun üzerinden kendisini var kılma durumu içerisinde bulunma anlayışı bu topraklarda her zaman vardı. Ancak 1980’li yılların ortalarından itibaren başka bir şekle büründü ve o günden bugüne kadar geçen süre içerisinde de kendisine uygun insan tipinin şekillenmesine öncülük etti.
Toplumsal değerlerde yaşanan erozyon arttıkça insanların keseri kendisine doğru yontma durumları da giderek fazlalaştı. Ve öyle bir gün geldi ki her kesimin sadece kendisinin çıkarları üzerinden diğerlerine yaklaştığı bir anlayış egemen oldu. Bu öylesine tehlikeli bir sürecin önünü ardına kadar açtı ki; artık doğru olana doğru bile diyemiyorsunuz! Çünkü içinde durduğunuz zemine göre söz söylemek zorundasınız ve beğenseniz de beğenmeseniz de bu durum, insanlığınızın da sınanması anlamına geliyor. Böylesi insanları ekranlarda çok sık görüyorsunuz ya da kurgu olduğunu düşündüğünüz dizilerde, yarışmalarda.
Hayatınızın kurgu olduğu gerçeği ile yüz yüze kalsanız ne düşünürdünüz acaba? Kurguyla gerçeğin yer değiştirdiği bir dönemde ve her şeyin normal olarak kabul edilebildiği bir zamanda yaşamak kadar ağır olan ise tüm bunları sessizce ortak olmaktır.
Evet, uzun bir süredir bu ülkede yaşadıklarımızın hiç birisi normal olarak görülebilecek bir durum değildir. Buna karşın bu ülkenin insanlarının normal olarak gördüklerinin ne olduğu meselesi de gittikçe içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Televizyon ekranlarından hayatlarımıza sokulan insan tiplerinin ne kadar kötü ve ürkütücü olduğunu sık sık söyleriz. Buna karşın sadece bu tipler ve kıyafetler, bakış açıları değil aynı zamanda bir tahayyül biçimi de yine ekranlar üzerinden evlerimize sirayet etmektedir. Bir zamanlar ‘benim memurum işini bilir’ diyen anlayıştan ‘gemisini yürüten kaptan’a doğru açıldıkça önce evlerimiz ardından sokaklarımız ve giderek de elimizdeki bütün güzelliklerimiz kaybolup gittiler. Artık birbirine güvenmeyen, komplolarla hayata bakan ve hepsinden önemlisi sadece ve sadece kendisini düşünen insanlardan kurulu bir ülkeyiz.
Ağzını her açan kendisi için bir şey istiyorsam namerdim dedikçe bilin sadece ve sadece kendisi için bir şeyler istiyordur. Ama öte yandan herkesin kendisi için bir şeylerin peşine düştüğü bir ülkede adalet denilen hassas terazinin kefeleri de özelliğini yitirirler. Ölçünün kaçtığı, tevazunun utandığı, insanlığın kaybolduğu iklimlerde hukuksal normlar kağıt üzerinde vardırlar. Çünkü herkes açıkların peşinde koşmak suretiyle sürekli olarak işlerini halletmenin yolunu arar ve bulur. Uzun bir zamandan bu yana tam da bu ruh halini yaşayan bir ülke durumundayız. Herkes işini halledebilmenin gayrı resmi yollarını aramakla meşgul. Nasıl olur da vergimi vermeden işimi halledebilirim, cezamı ödemeden arabamı satabilirim, okula gitmeden diplomamı alabilirim, sınava girmeden ehliyet sahibi olabilirim vb. gibi pek çok konuda pek çok örneği her geçen gün yok artık diyerek var kılıyoruz.
Kendine Demokratlık hali denilen bir durumu iliklerimize kadar yaşıyor ve yine bunun üzerinden bizim gibi olmayanlara ahkam keserek lügat parçalıyoruz. Çünkü en demokrat, en insancıl, en çevreci hep biziz! Bizim dışımızdakiler ne yaparsa yapsınlar hatta ağızlarıyla kuş bile tutsalar: OLMAZ.
Araziye kendimizi uydurduğumuz anda karşı tarafı bombardıman altına almaya başlıyoruz ve hemen eleştirilerimizi sıralıyoruz. Bu ülkenin insanları arasında sürekli olarak ekilen düşmanlık tohumlarının arkasında da yine bu zihniyetin yansımaları bulunuyor. En iyiyi, en güzeli bilen bu kişiler açısından diğerleri ülkenin cahilleri, göbek kaşıyanları ya da giyim kuşamları ile bizi rezil edenleri olarak görülüyorlar. Sakın ola ki böyle görülenlerin açısından da durumun çok farklı olduğunu düşünmeyin onlar için de karşı mahalledekiler hafif, tuhaf giyinen, batı özentisi şeklinde gösteriliyorlar. Her iki taraf için yazdıklarımın son derece hafifletilmiş haller olduğunu da hatırlatmak isterim.
Bulunduğumuz pozisyonda etkili bir isim, grup, şirket hiç beklemediğimiz bir açıklama yaptığında en doğal olan protesto hakkımızı kullanma şekli bile tuhaflaşıyor. Çünkü sanal alemde sürekli olarak eleştiri bombardımanı yapan kişilerin böylesi bir durum karşısında adeta süt dökmüş kedi gibi bir havaya bürünmeleri pek düşünmediğiniz bir davranış oluyor.
Kendi adacığındaki hayatını sürdürebilmek için diğer adacıklardakilere sallamayı ve yaşananları ‘normalleştirmeyi’ olağan sanıyor. İliklerimize kadar bulaştığımız bu eyyamcılığın bir sonu olmadığı gerçeğini ve böylesi bir zihniyetin hepimizi çürütmekte olduğunu ise göremiyor. Aslında işine gelenleri çok iyi görüyor da, işin ucu kendisine dokunduğunda görmek ya da kondurmak istemiyor! Çünkü biliyor ki kendisini oluşturan bütün değer yargıları da böylesi bir yaklaşımla birlikte çöküp gidecek. Hiç kimsenin gerçekleri kendisine bile söyleyemediği belki de söylemekten imtina ettiği bir konumdayız. Bu öylesine büyük bir travmatik durum yaratıyor ki, kendisi gibi olmayan kendisi gibi yaşamayan ancak kendisini her daim göstermek zorunda bırakılan insanlar var karşımızda. Ve biz onları söylediklerinin tersine bakarak çözümlüyoruz. Çünkü söylediklerinin tersinin doğru olduğunu ve yaptıklarının tam aksinin gerçek olduğunu hem vücut dilleri hem de gözleri söylerken, ağızlarından çıkan sözlerde de sık sık lapsuslar yaşanıyor.