02 Şubat 2022

Ekranlardaki pespayelik

18 yaşındaki bir genç kızın 40 yaşındaki evli bir adamla olan hikâyesini reyting malzemesi haline getirmek suretiyle istediği gibi kurgulayan bu programlar aracılığıyla ekranlarda aslında hayatlarımızın pespayeliğine tanıklık ediyoruz

Televizyon ekranlarından taşarak gündelik hayatlarımızın içerisine boca edilen eril söylemin etkilerini zaman zaman yeniden tartışmak durumunda kalıyoruz. Bu durumun ortaya çıkmasına yol açan ise yine bu ekranlarda yapılan ve çok eleştirilmesine karşın yine çok seyredilmeye devam eden bazı programlarda yaşananlar neden oluyor. Bir taraftan ailenin korunması ve manevi değerlerle ilgili söylemler iktidar kanadınca ön plana çıkartılırken öte taraftan ekranlarda tam tersi bir anlayışın hüküm sürdüğü bir anlayışın dolaşımda olduğunu görmeye devam ediyoruz. İlginç bir biçimde burada öne çıkanlar erkekler değil kadınlar ve o kadınlar aracılığıyla erkekliğin kitabı yeniden yazılmaya devam ediliyor.

Söz konusu programların isimlerini anmaya bu programlardaki kumanda koltuğunda oturan ve her birisi birer fenomene dönüşen kişilerin kimler olduğunu dile getirmeye bile gerek yok aslında! Çünkü belirli aralıklarla bu isimler her defasında yeniden ve yeniden varlıklarını hissettirmeyi çok ama çok iyi beceriyorlar. Aslında bu programlar başladığından bu yana kitle ile bağ kurmaya yol açan ve buradan yürüyen ana unsurun insanlığın yüzyıllardır değişmez gerçekliği olan başkalarının hayatlarını didikleme ve onlar üzerinden kendi hayatlarını temize çekme anlayışı olduğunu görüyoruz. Yine burada bütün bu süreç adeta pornografik bir anlayış üzerinden yürütülürken bu kez iktidarın görünmez eli fazlasıyla hissediliyor. Bu eli hissetmemize yol açan ise hiç kuşkusuz o programları kumanda eden kadınların söylemleri ile mimiklerinde saklı. Çünkü onlar stüdyonun en güçlü kişileri olarak herkesin üzerinde bir yerde söz söyleyebilme, bağırabilme, hakaret edebilme ve istemediğini stüdyonun dışına atabilme gücüne muktedirler. Aynı zamanda bütün bunları yaparken hem stüdyodakilerin hem de ekranları başındakilerin "işte tam da böyle" diyebilecekleri cümleleri kurmak suretiyle sarsılmaz iktidarın yeniden tesis edilmesine de aracı oluyorlar. 

Ahlak bekçileri olarak namusun ve namus timsali biçiminde nasıl konuşulması gerektiğini en iyi onlar biliyor. Aynı zamanda yine onların istismara uğrayan veyahut yanlış yaptığı aşikâr olan bu gencecik kızların, çocukların bu yola düşmemeleri için ana babalarına neler yapmalarını söyleyebilecek kadar fütursuz da olduklarını da ekleyelim. Çünkü onlar yapılması gerekenleri de yapılmayanları da ayırt edecek kadar deneyimlidirler ve ekranlar aracılığıyla bütün bunları adeta ders verir gibi söyleyebilme gücüne sahiptirler. 18 yaşındaki bir genç kızın 40 yaşındaki evli bir adamla olan hikâyesini reyting malzemesi haline getirmek suretiyle istediği gibi kurgulayan bu programlar aracılığıyla ekranlarda aslında hayatlarımızın pespayeliğine tanıklık ediyoruz. Bir bakıyorsunuz ki programın sahibi olan hanımefendi, orada bulunmasına karşın ellerini yüzüne kapatan kıza bağırıp çağırmaya başlıyor. Rating makinesi işlerken sözel şiddet söz konusu sunucu aracılığıyla ete kemiğe büründürülüyor. O bağırdıkça kız daha fazla utanıyor öte yandan utanma duygusu arttıkça alkışlar ve hezeyan daha da tavan yapıyor. Finalde sunucunun bu kez ailelere neleri yapması gerektiğine ilişkin unutulmaz tiradını izlemek durumunda kalıyorsunuz. Aslında o tirat ve o ana kadar yaşananlar bir ülkenin ve o ülkenin ortaya koyup ettiklerinin ne kadar sorunlu olduğunu da gösteriyor. Bir ülke düşünün ki kutsal aile kavramı üzerinden kendisini rahatlatma yoluna gidiyor buna karşın o kutsal ailenin içerisinde olup bitenleri çözebilmek adına bu pespayeliği her defasında daha da katlanarak yaşamayı normalleştirebiliyor. 

Öte yandan yine burası bu ülkenin bütün uzmanlıklarının bir çırpıda çöpe atılmak suretiyle program sunucusunun her şeye muktedir olduğunun ete kemiğe büründürülmesine de aracılık eden bir süreci dolaşıma sokmaya devam ediyor. Çocuklarınıza kötü yola düşmemeleri için nasıl davranmalısınız? Doğru yolu bulmalarında neler yapmalısınız? Onları dış dünyadaki kötülüklerden nasıl koruyabilirsiniz? Tarzı bütün soruların yanıtları tek bir program aracılığıyla sizlere sunuluyor. Üstelik bütün bunları sunan hanımefendiler içinden çıktıkları o toplumun hayranı oldukları bir toplumsal statüye ve güce sahipler. İktidar, bu kez güç ve toplumsal statü üzerinden kendisinden daha güçsüz ve 'yetkin olmayanı' terbiye etmeyi sürdürüyor. Üstelik bütün bunlar olurken var olan durum aynen muhafaza edilmeye devam ediliyor. Yani hem bütün bu olan biten tuhaflıklara ve iç burkan gelişmelere karşın aile korunuyor hem de kötülüklerle temas edenler gösterilerek bu yola tevessül edecek olanlar uyarılmış oluyor. Tabii bu arada hiç kimsenin aklına neden kötülükleri ortadan kaldıracak bir anlayışı yaygınlaştırmıyoruz veyahut sağlıklı bireyler yetiştirmek yerine her defasında testiyi kırarak öğrenmek zorunda kalarak eldekileri kaybediyoruz sorusunun yanıtları gelmiyor. Zaten gelmemesi için de yine o söz konusu programlar var olmaya devam ediyorlar. 

Buraya kadar yazdıklarımdan sakın ola ki o programları ekranlardan kaldırmalıyız düşüncesine kapılmayın çünkü bu programların kaldırılması ile sorunlar ortadan kalkmayacaktır. Asıl yapılması gerekenlerin hayatlarımızın ekranların birer figüranı olmaktan çıkaracak adımları atmaktan geçtiği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Ailenin sadece bir yuva olmanın ötesinde sağlıklı bireylerin yetiştirilmesindeki rolünü önemsemeli ve saygı ile sevgi temelli bir anlayışın yerleştirilmesine en azından kendimiz olarak destek vermeliyiz. Başkalarının ne yapıp ettiğinden ziyade kendimizin neler yaptığı ve ne gibi değerleri hayata geçirdiği önem taşıyor. Ekranlarda gördüklerimizin içinde yaşadığımız toplumun yansımaları olduğunu aklımızdan çıkartmamak durumundayız. Orada konuşulanlar bir anlamda istesek de istemesek de bu içimizde yaşadıklarımızın ve yaşattıklarımızın ekranlardan taşan suretleridir. Belki de o suretlere bakarak kendimize nasıl çeki düzen vermemiz gerektiği üzerinde biraz daha fazla düşünebiliriz. Fakat hiçbir sunucunun, fenomenin veyahut toplumsal statü olarak bir yerele çıkarttığınız kişilerin sizlere emirler yağdırmasına, buyurgan bir anlayışla bir şeyleri dikte ettirmesine izin vermeyin! Büyük düşünmenin yolu teklikten çoğul olmaktan geçer. 

Çocukluk ve gençliğin büyüsü, tüm zamanını dolu dizgin dünyalık değil dünyalılık edinmek için kullanmasındandır. Bu yüzden çocuklar ve gençler hata yapacaklar hatta hata yaparak öğreneceklerdir. Mühim olan onlar hata yaparak öğrenirlerken onlara yol göstermesi gereken ebeveynlerinin, büyüklerinin onların ne kadar yanında olduklarını hissettirmeleridir. Ekranlardaki pespayeliği takip etmekten geri durmayanların biraz da içinde yaşadıkları toplumda olup bitenleri yakından takip etmelerinin ve başta kendi aileleri olmak üzere orada olup bitenlere kafa yormalarının zamanı geldi de geçiyor bile. Bu ülkenin kendi çocuklarını her fırsatta heba etmesinden fazlasıyla yorulduk. Yanlış yaptıkları yüzlerine bağırarak söylenen o çocuklar, gençler zaten en büyük cezayı yaşadıkları üzüntü ile çekiyorlar, kimse onlara daha büyük bir ceza veremez! Ekranlar aracılığıyla görüp öğrendiklerimiz aslında olup bitenlerin küçük bir kısmından ibarettir. Ekranlardan parmak sallayarak, ahkam kesmek suretiyle terbiye vermeye çalışanlar da aslında hiç yabancısı olmadığımız bu ülkenin küçük birer temsilidirler. Bu ülke insanlarının 'el âlem ne der' safsatasından kurtularak önüne daha fazla bakmaya ve daha fazla sevdiği insanları dinlemeye ihtiyacı var. Ekranlardan taşanlar bizleri ısıtmaz hatta tam tersine daha da üşütmek suretiyle birbirimizden uzaklaşmamıza yol açarlar. 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"