Eğitim kurumumuzun ve onunla ilişkili olan ülke insanımızın ne durumda olduğunu bu yılın Şubat ayında Türk Eğitim Derneği tarafından yayınlanan rapordan1 aktarmayı sürdürüyorum. Okullar açıldı ve eğitimi içeren haberlerle yeniden karşılaşmaya başladık. 25-34 yaş aralığında bulunan yetişkinlerin eğitim düzeylerinin yıllara göre nasıl bir değişim gösterdiği özellikle de son bir yıl içerisinde yurt dışına yerleşenlerin sayısının iki yüz elli bini aştığını ve bunun da dörtte birini bu yaş kategorisinin oluşturduğunu belirtmeliyiz.
Yetişkinlerin Eğitim Düzeyi1; OECD ülkeleri genelinde yetişkinlerin eğitim düzeyleri incelendiğinde, yıllar içinde artan bir eğilimden söz etmek mümkündür. Ancak Türkiye’de yetişkinlerin eğitim düzeyleri OECD ortalamasının oldukça gerisinde kalmaktadır. Ancak Türkiye’nin de içinde bulunduğu Çin, Hindistan, Kosta Rika, Meksika, Güney Afrika, Endonezya gibi ülkelerde bu oran yüzde 45’in üzerindedir. Türkiye’de lise altı eğitim düzeyine sahip genç yetişkin oranı 2005-2016 yılları arasında yüzde 63’den yüzde 45’e düşmesine rağmen, bu oran diğer ülkelere göre hala en yüksek değerler arasındadır.
Türkiye’de 25-34 yaş aralığında bulunan genç nüfusun yüzde 30’u üniversite eğitimi almıştır. Bu oran OECD ülkeleri ortalamasında yüzde 43’tür. Öyle ki Japonya, Kore, Kanada gibi ülkelerde bu oranın yüzde 60 üzerinde olması dikkat çekmektedir. Diğer taraftan, Türkiye, 20-64 yaş aralığında, OECD ülkeleri ve ortak ülkeler içinde yalnızca ilkokul eğitimi almış yetişkin nüfus oranı en yüksek olan ülkelerden biridir. Türkiye’de bu oran yüzde 43 iken, OECD ülkeleri ortalamasında ilkokul düzeyinde eğitim almış yetişkin oranı yalnızca yüzde 6’dır.
Eğitim Düzeyi ve Bireylerin İstihdam Durumları; OECD ülkelerinde, 25-64 yaş aralığında üniversite eğitimi almış yetişkinlerin yüzde 84’ü istihdam edilmektedir. Türkiye’de bu oran yüzde 75’tir. Bu veriden hareketle, Türkiye’de bu yaş aralığında üniversite eğitimi almış her dört bireyden birinin istihdam dışında olduğu söylenebilir. OECD ortalamasında bu fark yüzde 10’u bulmaktadır. Bu genel eğilimden farklı olarak Türkiye’de bireylerin eğitim durumları istihdam edilebilirlikleri üzerinde anlamlı bir fark yaratmamaktadır. Türkiye’de lise altı eğitim düzeyine sahip bireylerde işsizlik oranı yüzde 12, lise düzeyinde eğitim almış bireylerde yüzde 12 ve üniversite eğitimi almış bireylerde yüzde 13’tür.
Öğrenci Başına Yapılan Harcama; OECD ülkeleri ortalamasına göre ilkokuldan üniversiteye kadar geçen eğitim süresinde öğrenci başına yapılan yıllık harcama 10.7591 dolardır. Türkiye, ilkokuldan üniversiteye kadar öğrenci başına yaptığı yıllık ortalama 4.259 dolarlık eğitim harcamasıyla öğrenci başına yapılan yıllık harcamanın en düşük olduğu iki ülkeden biridir (Meksika = 3.703 dolar). İlkokuldan üniversiteye kadar öğrenci başına gerçekleştirilen yıllık eğitim harcamaları Türkiye’de kişi başına düşen millî gelirin yüzde 18’ine, OECD ülkeleri ortalamasında ise yüzde 27’sine karşılık gelmektedir.
Öğrenci başına yapılan toplam eğitim harcamalarındaki her 10.000 dolarlık artış, ülkelerin PISA okuma performansı puanı ortalamalarında 25 puan, fen okuryazarlığı performansı ortalamalarında 30 puan, matematik okuryazarlığı performansı ortalamalarında 34 puan artışa karşılık gelmektedir. Türkiye, toplam kamu harcamalarından eğitime ayrılan payı yıllar içinde en çok artıran ülkeler arasında ilk sırada yer almaktadır. Buna göre 2008’de yüzde 8,1 olan bu oran 2014 yılında yüzde 12,4 olmuştur.
Eğitime Katılım; . 2015 yılı verilerine göre OECD ülkeleri arasında bireylerin en az yüzde 90’ının okulda geçirdiği eğitim süresi ortalama 14 yıl iken, Türkiye’de bu süre 10 yıldır. OECD ülkelerinin yaklaşık yarısında nüfusun en az yüzde 90’ı 3-4 yaş aralığında örgün eğitime başlamakta ve 17-18 yaşlarına kadar örgün eğitim içinde yer almaktadır. Türkiye’de ise nüfusun en az yüzde 90’ı 5-6 yaş aralığında örgün eğitime başlamakta ve ortalama 14 yaşına kadar örgün eğitimin içinde yer almaktadır. Türkiye ve Meksika, OECD ülkeleri arasında örgün eğitimden ayrılma yaşının en düşük olduğu ülkelerdir. Öte yandan; Danimarka, İzlanda ve Norveç’te eğitime başlama yaşı 2 yaşa kadar düşmekte, Rusya ve Estonya dışındaki ülkelerde ise 5-6 yaş aralığında eğitime tam katılım sağlanmaktadır.
Okul Öncesi Kademesinde Eğitime Katılım; Türkiye yüzde 9 ile 3 yaş çocuklarının okul öncesi eğitime katılım oranı en düşük ülkelerden biridir. OECD ülkelerinde bu oran yüzde 78’dir. 4 yaş grubu öğrencilerin eğitime katılım oranları ise OECD ülkelerinde yüzde 87 iken Türkiye’de yalnızca yüzde 32’dir. Belçika, Danimarka, Fransa, İsrail ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde 3 yaş çocukların okul öncesi eğitime katılım oranları yüzde 96’nın üzerindedir. Türkiye’de okul öncesi okullaşma oranları yükselme eğilimine rağmen hala evrensel değerlerin oldukça altındadır.
Temel Eğitimde Zorunlu Öğretim Süresi; OECD ülke ve ekonomilerinde zorunlu öğretim süresinin ortalaması 7.538 saattir. Bu süre devlet okulları için geçerli olmakla birlikte, ilkokul ve ortaokul kademelerini kapsamaktadır. Letonya yaklaşık 6 bin saat ile en alt, Avusturalya ve Danimarka ise yaklaşık 11 bin saatle en üst eşiği temsil etmektedir. Türkiye’de bu süre 6251 saat, AB ortalaması ise 7.247 saattir.
Hiç kimsenin mutlu olmadığı bir sistemin adıdır Türkiye’de eğitim sistemi. Okuldan memnun olan veli sayısının azlığı kadar bu yapının içerisinde yer alıp memnun olan ve yaptığı işten haz alan öğretmen sayısının azlığı da belirleyicidir. Öğrencileri ise işin içerisine kattığınızda sevgisizliğin boyutu yükselmekte can sıkıntısı ile birlikte okulun kendisi adeta zaman kasabı pozisyonuna indirgenmektedir.
Bir ülkenin eğitimi ve eğitim sistemi bu kadar çok konuşuluyor ve bu kadar çok şikayet konusu haline dönüştürülüyorsa, orada sadece eğitim alanında değil pek çok alanda sıkıntı var demektir. Eğitim sistemi oldum olası bu ülkenin en çok tartışılan alanlarından birisi olma vasfını hiç ama hiç kaybetmedi! Pek çok alanda olduğu gibi eğitim konuşmaya başladığımız anda da önümüze çıkan en büyük engel, ideolojiler üzerinden konuşma durumunda olmamız gerçeğidir. Bu ise asıl konuşmamız gereken konuları hiçbir zaman konuşamamamıza ve fikirsel çeşitlilik içerisinde çıkış yollarını hiçbir zaman üretemeyişimize yol açmaktadır.
Eğitimin sosyolojik bir gerçeklik alanı olarak, içinde yaşanılan topluma, ülkeye dair ne kadar hayati bir alan olduğu meselesinden ziyade, eğitim üzerinden kendi anlayışını kalıcı hale dönüştürme düşüncesi egemen kılınmaya çalışılmıştır. Böylesi bir yaklaşım ise her iktidar değişikliğinde üzerinde oynanan bir eğitim politikasını adeta zorunlu bir hale dönüştürmüştür. Hatta daha da ileriye götürecek olursak, aynı partinin iktidarındaki farklı milli eğitim bakanları ile birlikte değişen eğitim politikaları!
İlkokuldan başlayarak sürekli olarak sınavlarla terbiye edilmeye çalışılan ve gerçeklikten uzaklaşan kitleler! Her yıl değiştirilen sınav sistemlerinin yanına ilkokul yaşına başlamadan, yazı sisteminin değiştirilmesine oradan da müfredata kadar uzanan oynamalar. Buna karşın her defasında istenilenin tam tersinin ortaya çıktığı bir tablo ve bu tablonun sorumlularının hiç ama hiç hesap vermedikleri bir eğitim sistemi.
Mana ile uğraşmaktan ziyade şekil ile uğraşmak zorunda bıraktırılan çocuklar ve oradan hayatlarımıza sirayet ettirilen tuhaflıklar silsilesi. Kim ne kadar soru çözecek ve nereye girecekten öteye gitmeyen, öte yandan her seferinde biraz daha fazla çocuklarımızı eblehleştiren bir anlayış. İlkokuldan başlayan fakat etkileri üniversite sıralarına kadar yansıyan ve geleceğimizi etkileyen bitmek bilmeyen bir eğitim tartışması. Değerlendirme ve önerilerimi bir sonraki yazımda sürdüreceğim.
1 http://mabasar.com/2017-Egitim-Degerlendirme-Raporu.pdf