Bir Dünya Kupası’nı daha geride bıraktık ve bu kez hafızalarımıza geçmiş yıllardaki kupalara nazaran çok daha farklı görüntüler kazındı. Her şeyden önce kamera sistemi ile finalde verilen bir penaltıyı hatırlayacağız ve bunun da ötesinde futbolun ekranlar aracılığıyla rıza üretme sürecine tanıklık etmeyi sürdüreceğiz. Olup biteni ülkemize getirmeyi hiç istemesem bile önümüzdeki süper kupa ile başlayacak olan yeni sistemin özellikle büyükler arası mücadelelerde çok ama çok tartışacağımızı gayet iyi biliyorum.
Dünya Kupası’nın bıraktıklarını birkaç başlık altında inceleyebiliriz ki bunların başında geçmiş kupalara oranla çok daha sıkıcı karşılaşmalar izlemiş olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunun nedeni ise karşımızda giderek daha da kuvvete dayalı olarak oynanan ve alan daraltma/kapatma üzerinden kendisini hissettiren bir futbolun varlığıdır. Artık bütün takımların benzer bir yapı ile sahaya çıktığını ve önceliği rakibi oynatmamaya yöneldiği bir taktiksel anlayış var karşımızda. Bu ise yıldızların geçmişte olduğundan çok daha zor top alıp verebildikleri, bizleri kendilerine hayran bırakan hareketlerini daha az yapabildikleri bir ortamın oluşmasına yol açıyor.
Çok fazla pas yapılan bir başka deyişle top çevrilen buna karşın kaleye ulaşma konusunda özellikle yan toplarda çeşitli varyasyonların denendiği bir ortamı her seferinde bir kez daha görmek zorunda kalıyoruz. İngiltere milli takımının kornerlerdeki tren taktiği veya çift vuruşlarda baraja giren futbolcu sayısındaki artış bu konuda dikkat çekiciydi. Madem sahanın içi ile başladık o zaman önce oyunun olmazsa olmazı olan futbol topu hakkında birkaç kelam edelim.
Her turnuvada yeni bir futbol topu ön plana çıkartılırken her seferinde futbol topunun işlevinin kalecilerin işini daha da zorlaştırması üzerine kurgulandığı gerçeğini not etmeliyiz. Teknoloji işin içerisinde nicedir etkide bulunuyor ve bu durum en çok kalecilerin işini zorlaştırıyor. 2018 Dünya Kupası kalecilerin hiç de parlak bir sınav veremediği bir turnuva olarak tarihteki yerini aldı. Gerçekten çok ama çok kötü kaleci performansları izledik ve yok artık dedirtecek golleri, dünyanın önde gelen kalecilerinin yediklerine şahit olduk. Final karşılaşmasında Fransa Milli Takımı’mın kalecisi Lloris’in yediği gol buna en iyi örnektir. Bir önceki turnuvanın en iyi kalecisi olan Alman Milli Takımı’nın file bekçisi Neuer, bu turnuvada tam anlamıyla hayal kırıklığı yaşattı.
Hakem performansları açısından da 2018 Dünya Kupası’nın çok da iyi bir sınav vermediğini söylemeliyiz. Kendi çöplüğümüz olan Süper Lig performansları üzerinden hakemlerimizi yerin dibine gömmeyi adet haline getirdiğimiz için böylesi büyük bir organizasyondaki hakemlik uygulamaları daha fazla göze batıyor. Ne kadar eleştirirsek eleştirelim Cüneyt Çakır, Tarık Ongun ve Bahattin Duran’ın performansları son derece başarılıydı. Standartların olmadığı bir turnuva izledik ve kartlar bu yüzden de çok da adaletli bir şekilde gösterilemedi.
FIFA Başkanı Infantino’nun tarihin en iyi Dünya Kupası ifadesini kullanması futbolseverleri yanıltmamalı çünkü söz konusu yapılanması sonrasında Dünya Kupası’nın Şampiyonlar Ligi’nin gerisine doğru düştüğü gerçeğini örtmeye dönük bir açıklama var karşımızda. Özellikle kış ayında yapılacak olan 2022 Dünya Kupası için tüm dünyadaki liglerin alt üst olacağı gerçeğini de eklemek durumundayız. Ayrıca yine FIFA daha fazla takımın yer alacağı 2026 Dünya Kupası’nı da Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Meksika ortaklığı ile önümüze sunuyor. Aslında daha fazla takımın anlamının daha fazla televizyon geliri, daha fazla maç, daha fazla reklam ve sponsorluk olduğu meselesine ise hiç ama hiç değinmiyorlar. İşin bir de bahis boyutu bulunuyor ki, yasal kısmı FIFA’nın işine gelirken yasa dışı kısmı ise futboldan nemalanmayı sürdüren aktörlerin etkinliğini arttırıyor.
Futbol küreselleşmenin en önemli aktörlerinden bir tanesi olduğunu son dünya kupası ile birlikte bir kez daha kanıtladı. Küresel dünya farklı noktalardan daha gelişmiş ülkelere doğru bir göçü beraberinde getirirken, söz konusu durum özellikle futbol aracılığıyla daha fazla ete kemiğe bürünmüş oldu. Kupayı alan Fransız Milli Takımı’ndaki göçmenlerin oranı yüzde 78,3 iken dünya üçüncülüğünü kazanan Belçika milli takımıyla onlara yenilerek dördüncülükle yetinen İngiltere Milli Takımı’nda da bu oran yüzde 47.8’idi. Sporun her alanında giderek daha fazla kendisini hissettirmekte olan devşirme modeli futbol alanında da kendisini daha fazla hissettirmeye başladı. Bu açıdan önümüzdeki yıllarda muhtemelen özellikle Avrupa ülkelerinde bu alanı az kullanan ülkelerin daha fazla bu yola başvuracaklarını şimdiden öngörebiliriz.
Saha kenarındaki aktörlere baktığımızda ise yine kendi ülkemizdeki tartışmaları hatırlamadan geçemeyeceğim. Çünkü biz her seferinde bir teknik direktörün kellesini isterken bu turnuvada son derece başarısız ve ne yaptığı anlaşılamayan teknik direktörleri de görmüş olduk. Özellikle işin şov boyutunu öne çıkartan Arjantin Teknik Direktörü bütün uğraşlarına karşın turnuvaya kısa sürede veda etti. Buna karşın bir önceki turnuvanın kazananı olan Alman Milli Takımı’nın seksen yıl sonra ilk kez gruplar aşamasında elenmesine karşın 2006 yılından bu yana takımı çalıştıran teknik direktörü ile yola devam kararı alındı.
Elindeki altın jenerasyonu şampiyon yapma fırsatını kaçıran Belçika Milli Takımı Teknik Direktörü acaba bizde olsaydı nasıl bir şekilde medyada yer alırdı? Benzer bir durum yıldızlar için de geçerli, Ronaldo, Messi, Neymar gibi yıldızlar takımlarını bir kez daha dünya şampiyonu yapamadan turnuvaya veda ettiler. Ülkelerinde de çok eleştiren yıldızlar gibi bizim yıldızlarımızda eleştiri mekanizmasına tahammül edebilmeyi öğrenebilecekler mi? Yoksa birkaç gün önce yaşadığımız bir milli futbolcumuzun, bir futbol yorumcusunu tehdit etmeyi her zaman yaptıkları gibi adamlık olarak mı göstermeyi tercih edecekler?
Bir parantezi maçları bize aktaran TRT spikerlerine açmamız gerekiyor, futbolun basit bir oyun olduğu gerçeğini zaman zaman kaçırdıkları için tuhaf yorumlar içerisine girmek suretiyle an’ı kaçırıyorlar ve maç onların sayesinde bambaşka bir boyuta taşınmış oluyor. Halbuki bunlara hiç ama hiç gerek yok, lütfen gereksiz yorumlar yapmaktan kaçının! Anlaşılmak adına kupa töreninden bir örnek vereyim; Fransız ve Hırvat cumhurbaşkanları el ele sahneye çıktılar ve spikerlerimizden bir tanesi acaba bu sahne bayan Macron tarafından hoş karşılanır mı? Gibi hiç de üzerine vazife olmayan bir yorumda bulunuverdi.
Bu arada Hırvatistan Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar-Kitaroviç’in yağmur altındaki ödül töreninde kürsüye çıkan bütün herkesle konuşması, içten tebrik etmesi ve sarılması görülmeye değer bir manzaraydı. Her iki cumhurbaşkanının Dünya Kupası’nı öpmeleri ise görülmeye değerdi. Dört milyonluk bir ülkenin kupayı son anda kaçırması üzüntü vericiydi buna karşın tüm dünyayı oynadıkları futbolla kendilerine hayran bıraktılar. Umarım bir gün bizim ülkemizin milli takımı da oynadığı futbolla ve yaptıkları ile dünyayı kendisine hayran bıraktırabilir, bunun için yapmamız gereken çok şey var ama bunları yapmaya niyetimiz var mı? İşte asıl kendimize sormamız gereken soru bu olmalı!