Her ne kadar yok desek de, bu topraklarda her yolun ucu öyle ya da böyle bir şekilde şiddetle kesişiyor. Şiddeti, kendimizi ifade etme kanalı olarak görme ve bu şekilde davranmaya eğilimli olduğumuz sürece de, bu durum değişebilecek gibi gözükmüyor. Eğitimi hep bu kanal üzerinden gerçekleştirebileceğimiz algısı, kuşaklar değişse bile değişmiyor. Ailede hatta çoğu zaman anne karnında başlayan dayakla terbiye sürecimiz, okulda, sokakta ve toplumsal hayatımızın neredeyse her alanında bir şekilde devam ediyor.
Örneğin bu ülkenin nüfusunun yarısını oluşturan erkeklerin, hayatlarında hep bir şekilde hatırladıkları askerlik anılarının önemli bir kısmında dayakla yola getirme olması tesadüf değil. Ancak buradaki asıl ilginç husus, acemilik dönemlerinde başlarına gelenlerin aynısını ustalaştıkları dönemde yapıyor ve bunu matah bir iş yapmış edasıyla anlatıyor olmalarıdır. Her nedense hiç kimse bütün bunlar bizlerin başına gelmemeliydi ancak geldi, hiç değilse bizden sonra birileri bu tuhaflıkları yaşamasınlar demiyor belki de diyemiyor! Çünkü hayatlarımızın içine sinmiş, adeta vücutlarımızın bir parçası olmuş olan şiddet fenomeni ile çok uzun yıllar boyunca adeta bir yol arkadaşlığı yapıyoruz.
Öfkemizi, nefretimizi, hayal kırıklıklarımızı çoğu kez bu vasıta yoluyla açığa çıkartabiliyor ve geçici bir rahatlama hissi ile kendimiz olduğumuz hissine daha çok kapılıyoruz. Kendisi gibi olamama durumu ile baş edebilmenin en kolay yollarından bir tanesi hiç kuşkusuz şiddet kanallarını ardına kadar açmaktan geçiyor. Bununla çok küçük yaşlardan itibaren tanışmaya başlayan ülke insanımız açısından şiddet, terbiye etmenin hatta çoğu zaman yola getirmenin en işlevsel yolu olarak algılanıyor. ‘Eti Senin Kemiği Benim’ anlayışı ile yetiştirilen kuşakları ve ardından hayatlarımızdan hiç eksik olmayan toplumsal şiddeti gözünüzün önüne getiriverin.
Dayak yemeden eve gelin şiarı ile büyütülen onlarca çocuk açısından asıl olan daima ayakta kalabilmektir. Çocuklarımıza ailelerimizden başlayarak tüm eğitim sürecimiz boyunca öğrettiğimizin şiddeti normalleştirmek üzerine kurulu bir gerçeklik olmasının üzerinde düşünmek durumundayız. Hayatı ve hayatın içerisindeki bütün gerginlikleri şiddeti en alt düzeyde kullanarak çözebilecek bir şekilde yetiştirmemiz gereken çocuklar yerine biz ülke olarak her defasında şiddeti kutsayan bir anlayışı tercih ettik! Binlerce çocuğumuzu, gencimizi, insanımızı şiddete kurban verdik! Buna karşın şiddeti ortadan kaldıracak bir bakış açısı yerine her defasında şiddeti daha da katmerleştirecek olan yaklaşımları dolaşıma sokmaya devam ettik. Geçen ay Ağrı müftülüğü, kuran kursuna geç gelen çocukların birbirlerini tokatlayarak, eğitmesini salık verdi. Dün Samsun valimiz, milli eğitim müdürlüğü organizasyonunda okul müdürlerine öğrencilerin terbiye amaçlı hafifçe okşanabileceğini ve bunu yapan öğretmenlerin arkasında duracaklarını belirtti.
Son dönemde öne çıkan bu iki örnek üzerinden bile onlarca söz edilebilir ancak tüm bu sözler bile dayağın yaratacağı fiziksel etkiden ziyade ruhsal travmayı anlatmada yetersiz kalırlar. Bir iki tokattan bir şey çıkmaz mantığı ile hafifçe okşanan çocuklar kervanına yenilerinin katılmasına, onay verecek milyonlarca insan var bu ülkede! Buna karşın bu yaklaşımın yaratacağı etkilerin farkında olan ve şiddetin çıkar yol olmayacağını bilen ve karşısında durmaya çalışan da milyonlarca insanımız bulunuyor. Zaten asıl üzerinde durmamız gereken yer de tam burası. Bu ülkenin ve bu ülke insanlarının ikilikler üzerine kurulu olan geçmişi, bugünü ve yarını. Geçmişteki olumsuzlukların yansımalarını bugün halen çekmeye devam ediyoruz. Buna karşın bugünden yarına bırakabileceğimiz mirasımız da çok iç acıcı gözükmüyor.
Aslında şiddetle olan bu bitip tükenmez maceramızı bir şekilde çözemezsek sadece şiddetsever veya şiddet mağduru insanlar yaratmış olmayacağız. Aynı zamanda şiddetin hayatlarımızın her alanını esir aldığı bir yaşam tarzını da hayata geçirmiş olacağız. Bu ise kendimize özgü dünyamıza biraz daha fazla gömülmemize ve daha çok içe dönük bir hayatı yaşamak zorunda bırakılmamıza yol açacak. Biz bize benzeriz sözü ve ardından eklediğimiz bize ayak oyunları yapıyorlar yaklaşımı ile birleştiğinde şiddetin evde, okulda, kışlada, trafikte, sokakta velhasıl hayatın her alanında sıradan kabul edildiği bir anlayışla daha sık karşılaşacağız.
Hayatlarımızın her alanını esir alan şiddet fenomeni ile olan mücadelemizi daha yoğun bir biçimde sürdürmek ve başarılı olmak zorundayız. Şiddetle olan imtihanımızı kendimize dert edinmeli ve derdimize veyahut dersimize iyi çalışmalıyız. Şiddetin kapaklarını açtığımız sürece barışçıl ve güvenli bir ülkede yaşayabilme ihtimalimiz ne yazık ki sadece hayallerde var olabilecek bir durum olacaktır.