Bugün cumhuriyetimizin doksan üçüncü yılını kutluyoruz ancak bu sefer ki biraz daha farklı bir anlam ve içeriğe sahip olacak gibi gözüküyor. Önümüzdeki aylarda gündeme gelecek olan seçim ya da seçimlerle birlikte bir daha ki 29 Ekim tarihi bambaşka bir şekle bürünebilir. Bu topraklara cumhuriyet halkın istek ve beklentileri ile gelmedi buna karşın farklı bir konsept içerisinde halkın oyları ile gidecek! İşin tuhaf olan kısmı ise yaşayacağımız gelişmelerin yaratacağı sonuçlardan oy kullanacak olan halkımızın büyük bir kısmının yine haberdar olmayacak olması olacak.
Her yönetim biçimi, içinden çıktığı bütün toplumsal organizasyonlara da karakterini verir. Özellikle son birkaç yıldır yaşadığımız gelişmelere dikkatle baktığımız takdirde cumhuriyetin kurumsal yapısının bu topraklarda hiçbir zaman kök salamadığını daha iyi anlarız. Cumhuriyetimizi kuran kadro başta Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları olmak üzere hemen hepsi Osmanlı devletinin son yüz yıl içerisinde yaşadığı gelişmelerin ve bunların yaratmış olduğu etkilerin farkında olan kişilerdi. Çöken bir imparatorluk ve onun ardından Anadolu coğrafyası içerisinde küçük bir toprak parçası içerisine sıkıştırılan insanlar topluluğundan yeni bir vatan ve yeni bir millet yaratmayı başaran insanlardan söz ediyoruz. Gerçi her ne kadar içinde bulunduğumuz dönemden hareketle geçmişe yönelik olarak ahkam kesen ve yaşananları küçültmeye gayret edenler olsa bile gerçek değişmiyor: ‘Cumhuriyet tepeden inmeci ama dünyanın en başarılı ülke kurma projesidir’ bu cümleler ünlü Hollandalı tarihçi Erik Jan Zürcher’e ait. Üzerinden doksan üç yıl geçti ancak biz hala ne cumhuriyeti ne de demokrasi kavramlarının ne olduğunu ve bu kavramların ışığında hayatlarımızın nasıl bir biçim alabildiğini anlayamadık! Bu konuda yol göstermesi açısından çevirisini sevgili hocam Ahmet Arslan’ın yaptığı Regis Debray’in ‘Cumhuriyetçi misiniz, Demokrat mı?’ isimli makalesine bakabiliriz:
“-Cumhuriyet, özgürlük artı akıldır; hukuk devleti artı adalettir; hoşgörü artı iradedir.
-Laik olan demokrasi değildir, zorunlu olarak öyle olan Cumhuriyettir.
-Cumhuriyeti demokrasiye karşıt olarak koymak, onu öldürmektir. Cumhuriyeti demokrasiye indirgemek de onu öldürmektir.
-Cumhuriyette siyaset ekonomiye hakim olacak, demokraside ise ekonomi siyaseti yönetecektir. Cumhuriyette en iyiler şehir meclisine ve foruma giderler. Demokraside ise en iyiler iş yaparlar.
-Cumhuriyette herkes yurttaş olarak tanımlanır ve bütün yurttaşlar ulusu, ‘ortak bir yasa altında yaşayan ve aynı yasa koyucu tarafından temsil edilen ortaklar birliği’ni meydana getirir. Demokraside ise herkes ‘topluluk’u tarafından tanımlanır ve toplulukların bütünü ‘toplum’u oluşturur. Demokraside insanlar aynı haklara sahip olduklarından dolayı kardeştirler. Cumhuriyette ise insanların kardeş olmalarının nedeni aynı atalara sahip olmalarıdır.
-Ulusun üstünde insanlık vardır; toplumun üstünde ise Tanrı.
-Cumhuriyette özgürlük, aklın bir fethidir. Eğitimin bütün gücüne sahip olunan yer, cumhuriyetçi bir yönetimdir.
-Cumhuriyette devlet her türlü dinsel etkiden bağımsızdır.
-Cumhuriyeti yöneten evrensel kavramdır; demokrasiyi yöneten ise yerel kavram.
-Cumhuriyet okulu sever ve onu yüceltir. Demokrasi ise okuldan korkar ve onu ihmal eder.
-Cumhuriyette davranışları düzenleyen, bir çıkarlar uzlaşmasından başka şey olan, ilkedir. Örneğin bir siyasal parti iktidarı ele geçirme ve sürdürmenin aracı değildir.
-Cumhuriyetin birincil erdeminin hafıza olmasına karşılık, demokrasinin gücü unutmada yatar.
-Cumhuriyet bundan dolayı en büyük değeri kütüphaneye, demokrasi ise televizyona verir.
-Cumhuriyet bir kader değil, bir durumdur. O çaba ve uğraşla kazanılır ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedilir”.
Evrensel ilkeler temelinde Türkiye Cumhuriyetini yükseltmeye çalışan Mustafa Kemal Atatürk’ün gerek konuşmalarıyla gerekse de davranışları, giyinişi ve hayata geçirmeye çalıştığı yeni düzenlemelerle birlikte ‘modern’ bir devlet ve bunun mensubu olan insanları oluşturmaya çalıştığı görülür. Bu noktada özellikle cumhuriyet kavramının eğitime büyük önem arz etmesi ve eğitim üzerinden toplumsal hayatı dönüştürmek istemesi tesadüf değildir. İkinci olarak laiklik kavramını ‘din ve vicdan hürriyeti’ içerisine sıkıştırmak ve buradan cumhuriyetçi değerleri içselleştirecek bireyler oluşturabilmek mümkün değildir. Bir diğer önemli nokta cumhuriyet kurumlar üzerinde yükselir ve bu kurumlar toplumsal hayatın düzenlenmesinde olmazsa olmazları bizlere sunarlar. Özellikle hukuk kurumu ve hukukun üstünlüğü ilkesi cumhuriyet açısından son derece elzemdir. Cumhuriyetçi anlayış özgürlüğü ve ona eşlik eden aklı yüceltir, eşitlikçiliğe bağlıdır; bir temsil ve açıklık rejiminin adıdır cumhuriyet.
Kuruluşundan bugüne kadar siyasal, ekonomik ve toplumsal alanda yaşadığımız tüm gelişmeler ışığında cumhuriyetin ‘kimsesizlerin kimsesi’ olma mesajını hayata geçiremedik, insanlarımız arasındaki farklılıkları zenginliğimiz saymak yerine farklılıkları tek tipliğe indirgeme yolunda büyük çabalar harcadık. Hiçbir zaman laikliğin gerektirdiği bir devlet düzenlemesini hayata geçiremedik ve popülist siyasal çıkarlar uğruna cumhuriyetçi değerleri her fırsatta al aşağı ettik ya da edilmesine zemin hazırladık.
Laikliği şekilsellikten öteye götüremedik ve pozitivist bir din konumuna oturtmak suretiyle, laik dindarların yaratılmasına katkıda bulunduk! Belki de hepsinden önemlisi 29 Ekim günlerini devletin resmi günü olmaktan ve tüm topluma yayılıp benimsenen günler haline dönüştüremedik! Devletiyle milleti bir araya getirebilecek, protokolün resmi ve soğuk yanını aşabilecek ortamları oluşturamadık. Ne cumhuriyeti ne de cumhuriyetin bizlere getirdiği kazanımların farkına varabildik! Debray’in şu sözleri belki de içinden geçtiğimiz günleri gayet iyi anlatıyor: ‘Cumhuriyet bir kader değil, bir durumdur. O, çaba ve uğraşla kazanılır ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedilir.’
⃰Ahmet Arslan, “İslam, Demokrasi ve Türkiye” Bing Bang Yayınları, 2015 (‘Cumhuriyetçi misiniz, Demokrat mı? ss.260-278)