Geleceğimizin teminatı olduklarını düşündüğümüz ancak her nedense onların kişisel gelişimleri konusunda yapıp ettiklerimizin bu anlayıştan bir nebze öteye götürmediğimiz çocuklarımız. Onları ya bir yangında üstelik yangın merdiveninin başında ölmüş olarak buluyoruz ya da son yıllarda giderek daha sık karşılaştığımız istismarların yarattığı travmalarda.
Çocuk gibi yaşamalarına ve hayatlarını bu doğrultuda sürdürmelerine maalesef bir türlü izin vermiyoruz. Bu ülkenin çocuklarının büyük bir kısmı için hayat çok ama çok acımasız bir biçimde tecelli ediyor. Küçük yaşlardan itibaren çalışmak, evlerine bakmak zorunda bıraktığımız bu çocuklar, oyun oynamayı hak ettikleri ve eğitim almaları gereken dönemlerde omuzlarına yüklenen ağır yükleri taşımak zorunda bırakılıyorlar.
Onlarcası, yüzlercesi çoğu kez en yakınları tarafından istismar ediliyorlar ve işin en tuhaf kısmı bu yaşadıklarına kendi aile bireyleri bile çoğu kez inanmıyor. Hatta onları yalancılıkla, hayal kurmakla suçlamak suretiyle, yaşadıklarını görmezden gelebiliyorlar. Birkaç gün içerisinde iki olay üzerinden bu olup bitenleri yeniden tüm çıplaklığıyla görmüş olduk.
8 yaşındaki bir çocuğa altı ay boyunca tecavüzde bulunan bir şahıs mahkeme kararıyla tutuksuz yargılanıyor. Hatta aile ve istismara uğrayan kız çocuğu, olayı gerçekleştirenler tarafından tehdit edilebiliyorlar. Kısa bir süre önce gündeme getirilen tecavüzcüsü ile evlendirilme meselesini hararetle savunanlara duyurulur. Bir çocuğumuzun hayatı karartılıyor, deliller ortada ama her ne hikmetse tüm bunlara rağmen olayı gerçekleştiren kişi elini kolunu sallayarak gezmeyi sürdürebiliyor.
Onun yerine birileri yaşananlar sonrasında tehditler savurabiliyor ve bütün bunlar bizim ülkemizde yaşanıyor. Bir diğer örnek 9 yaşındaki kız çocuğunu istismar ettiği gerekçesiyle hakkında şikayette bulunulan kişinin eşi, yaşananların hayal mahsulü olduğunu söylüyor. Ama asıl vurucu nokta ‘çok serbest oturan bir çocuktu’ ifadesini kullanmak suretiyle eğer böyle bir olay yaşandıysa bile bunun sorumlusu bu çocuktur demek istiyor.
Geldiğimiz bu noktanın iğrenç ötesi bir yer olduğunu ve hiçbir değer yargısı ile açıklanamayacağını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ve ne yazık ki herkesin bildiği ama hiç kimsenin bir diğerine itiraf etmediği bir suskunluk yasasını devreye sokuyoruz. Yurtlarda çocuklarımızın başına gelenlerden tutun da sokakta, evde, okulda başlarına gelenlere kadar her şey gözlerimizin önünde gerçekleşiyor.
En büyük ahlaksızlıkların kendisini ahlakçı olarak gösteren namus timsalleri tarafından yapılmış olması tesadüf değildir. Olmak istenen ile olunan durum arasındaki çizgi her zaman örtüşmez ve çoğunlukla gösterilen durum yaşananların tam tersini içerir. Sürekli olarak namus kavramına yüklemede bulunan ve bunun üzerinden ahlak bekçiliğine soyunulan bir toplumsal yapıda, bütün bu olup bitenlerin olması karşısında hepimizin sesini daha fazla çıkarması gerekmektedir. Çocuklarımızın hayatlarının karartılmasına, onların sadece cinsiyetlerinden ötürü ötekileştirilmelerine, ezilmelerine, yok farz edilmelerine dur demeliyiz.
Bu çocuklar hepimizin geleceği ve onların çocuk olarak yarınlara taşınması gerekiyor. Hiç kimsenin ‘rıza’larını aldık gibi kavramlara başvurmak suretiyle onların hayatlarını karartmalarına müsaade etmemeliyiz.
Çocuklarımızın eğitim adı altında eğitim ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan davranışların ve anlayışların içerisinde bırakıldıkları uygulamaları da devre dışı bırakmak zorundayız. Çocuklara, vatan sevgisini aşılamak kadar ülkemizin nasıl ve hangi koşullarda bugüne geldiğini öğretmek önem arz etmektedir. Ancak henüz ayırdına varamayacakları kavramları ve bu kavramların içini dolduracak uygulamaları onlara öğretmeye kalkmak, eğitimcilik ile uzaktan yakından bağdaşmayacak bir yaklaşımdır.
Ellerine idam ipi tutuşturmak ve kendi ideolojik yaklaşımını onlara aktarmak suretiyle küçücük beyinlerinde tahribatlar yaratmaya hiç kimsenin hakkı yoktur! Eğitim bütün bu ideolojik angajmanların ötesinde bir değere ve tüm bunların dışında bir anlama sahip kavramlar bütünüdür. Bu alan üzerinden içe dönük propagandalar yapmak ve bunu yaparken küçücük yavrularımızı buna alet etmek kimsenin haddine değildir.
Bir diğer önemli nokta ise bu olaylarda ve kadınlarımıza yönelik cinayetlerde yaşadığımız mağdurların isimlerinin zikredilmesi-ki burada çocuk olduğu için sadece baş harfleri verilmiş- meselesi üzerinde ayrıca durmamız gerektiğidir. Olayı gerçekleştirenlerin koruma altına alındığı buna karşın ise kadın cinayetlerinde olduğu gibi mağdurların ifşa edildiği bir anlayışa sahibiz.
En son örnek olduğu için yazıyorum, Manisa’da parkta spor yapan Ebru Tireli’nin darp edildiğine ilişkin haberleri hatırlayın lütfen. Olayın mağduru yaşadıklarını anlatırken üstüm kapalıydı cümlesini kurmak zorunda kalan bir ruh haline sahipti. Buna karşın yakalanan Davut K. İsimli şahısın soyadının verilmediği hatta çoğu yerde baş harflerin zikredildiğini ve kişinin gözlerinin de bantlandığını gördük.
Olayın suçlularının her defasında korunup kollandığı, bunun karşısında mağdurların bir kez daha mağdur edildiği bir haber verme tarzımız var. Bu anlayış ataerkil ideolojik kodların iliklerimize kadar işlediğinin ve medyamızdaki anlayışın da yine bu kodlar tarafından nasıl şekillendiğinin göstergesidir. Bu haber dilini ve erkeklerin baskınlığını koruyan anlayışı hayatlarımızın dışına çıkartmak zorundayız. Aksi takdirde çocuklarımızı ve kadınlarımızı kaybetmeyi sürdüreceğiz.
Her yıl istatistiksel açıdan biraz daha fazla sayıda olmasının çok daha ötesinde derinlerde yarattığı travma ile toplumsal hayatımızda derin yarıklar açacak. Çocuklarına sahip çıkmayan bir toplum istediği kadar ahlakçı kesilsin, hiç ummadığı yerlerden ummadığı deliklerden fışkıracak seslerin yankısı bütün ahlak öğretilerinden ve vicdanlardan çok daha etkili olacaktır.
Son yıllarda çocuklarımızı en çok babaları öldüğünde ve onların arkasından bakan gözlerindeki hüzünle anıyoruz. Yaşananları dramatize etmeye bayılan ve bunun üzerinden rating sağlamaya çalışan medyamız açısından gözyaşı en çok prim yapan şey olarak işlev görmektedir.
Burada çocukların öne alınması ve onların üzerinden yaşananların kitlelerle buluşturulması teşvik edilmektedir. Çocuklarına dünyada bir bayram hediye etmiş olan tek ülkenin insanlarının kendi çocuklarını bu kadar sahipsiz ve korumasız bırakması anlaşılır gibi değildir.
Çocuklarımız ne seyir malzemesi ne ideolojik propagandalarınızın aleti ne de cinsel arzu nesneleridir. Onlar, bu toplumun gerçekten hak ettikleri hayatı sağlamamız gereken yegane varlıklarıdır. Onlarsız hep bir eksik olacağımızı ve hep biraz daha azalacağımızı unutmamalıyız!