21 Ekim 2016

Cehalet mülkün temelidir!

Tahsil bu ülkede artık cehaleti bile götürmeye yetmeyecek bir hal almıştır...

Ekranlardan taşıp hayatımızın en mahrem yerlerine kadar girmeyi başaran tartışmalar sayesinde bilgilendiğimizi sanarak günlerimizi heba etmeyi sürdürüyoruz. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna isimli kitabı üzerinden gündeme gelen ve her zaman olduğu gibi çabucak unutulup gidecek olan bir aymazlık örneğini yaşadık. Kitabın başlığındaki Madonna’yı Amerika’nın en önemli popüler ikonlarından birisi olan Madonna ile karıştırmak suretiyle program yorumcusu aslında göründüğünden ya da kendisini gösterdiğinden ne kadar da farklı bir ‘bilen’ imajına sahip olduğunu ortaya koymuş oldu.

Ama asıl mesele de bundan sonra başladı ve yeni dönemin ruhuna özgü bir biçimde sosyal medya üzerinden darağaçları kurulmak suretiyle, bu müthiş bilgisizlik infaz edildi. Peki olan bitenin ardından her şey normale döndü mü ya da bundan sonra böylesine bilgisizce açıklamalar yapılmayacak mı? Evet kesinlikle yapılmaya devam edilecek hatta daha fazlası ile karşılaşmaya hazırlıklı olun. Çünkü bu toplumun okuma yazma ile arasında gayet kalın duvarlar örülmüş vaziyettedir. Okula gitmiş ve herhangi bir eğitim kurumunu bitirmiş olmak bu duvarlarda gedik açabilmek anlamını taşımamaktadır.

Nüfusumuzun hala %100’ünün okuryazar olmadığı gerçeğine ilaveten bu okur yazar olduğunu düşündüğümüz nüfusun maalesef büyükçe bir oranının da neredeyse eline hiç kitap almadığı gerçeğini önümüze koymamız gerekiyor. Kitap okumayan, gazete, dergilerde ne yazıyor diye merak etmeyen ve tek bilgi kaynağı olarak televizyon haberlerini gören bir toplum var karşımızda. Japonya’da toplumun % 14 ü, Amerika’da % 12’ si, İngiltere’de ve Fransa’da ise %21’i düzenli kitap okurken Türkiye ‘de yalnız 10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor. Yılda ortalama yalnızca 6 saatini kitap okumaya ayıran ülkemizdeki kütüphane sayısı ise sadece 1412 ve 49.000 kişiye bir kütüphane düşüyor.

Halbuki boş zamanımızı en çok harcadığımız mekanlar olarak kahvehane sayısı 570.000 ve bu rakam her 122 kişiye bir kahvehane oranına iniyor. Rakamlar okuma yazma meselesini halen çözememiş olan ve bu nedenle de insani gelişmişlik endeksinde bir hayli gerilerde bulunan bir ülkeyi ortaya çıkartıyor. Kitap okuma alışkanlığına sahip bir futbolcu, şarkıcı ya da mankenin haber yapılması bile durumun vehametini ortaya koymaktadır. Kişilik gelişiminin en önemli parçalarından bir tanesi olan okuma tutkusunu bir türlü içselleştiremeyen bir kültürün, her defasında benzer tepkileri vermeyi sürdürmesine şaşmamak gerekir.

Gündelik hayatımızın diğer alanlarında kısa bir yolculuk yaptığınızda da benzer sonuçlarla karşılaşırsınız. Tatile giden yurttaşlarımızın çok çok azının elinde kitap görebilirsiniz. Oysa yan yana güneşlendikleri yabancı turistlerin ellerinde mutlaka bir kitap görürsünüz. Metroda, otobüste, kuyruk beklerken kitap okumak yerine akıllı telefonları ile oyun oynamayı maharet sayan bir anlayış bu konudaki gelişmişlik düzeyimizi fazlasıyla göstermektedir. Daha az okuyan, daha az araştıran bir toplumsal kültürün uyutulması için fazla çaba sarf etmeye gerek kalmaz. Bu topraklarda okumanın, öğrenmenin bir erdem olduğunu sıkça duyarsınız ancak iş söz konusu eylemi icra etmeye geldiğinde durum birden tersine dönüverir. Kitapları suç unsuru olarak sergileyen, yakayı ele vermemek için kitapların yakılmak zorunda olduğu bir ülkede, okuyan insanlar tuhaf karşılanırlar. Bu öylesine bir tezat yaratmıştır ki bir zamanlar kitap ve kitapseverlere daha ılımlı yaklaşılırken, 1980 sonrası 12 Eylül öncesine dönmek mi istiyorsunuz korkutmacasıyla birlikte kitaplar ve kitap okuyanlar bizzat devlet tarafından mimlenmişlerdir. Kısa yoldan köşe dönme fikrinin ardından ise emek verme, öğrenme, insanlara saygılı olma gibi kavramların yanı sıra şu sıralar aramakla bulamadığımız değerlerimiz de birer birer kaybolmuşlardır.

Devreye özel televizyonların girmeye başlamasıyla birlikte ise haberi ve öğrenmeyi beyaz camdan alabileceğini zanneden ve o zamana kadar az buçuk gazete, kitap okuyası olanların da elini eteğini bu işlerden çektiği bir dönem başlamıştır. Ülkemizin son yirmi yılında nüfusun artışına karşın gazete tirajlarının artmadığını hatta gerilediğini ve bu gerileme içerisinde belki de en büyük nedenlerden bir tanesinin de yine bu gazetecilik anlayışının olduğunu ekleyebiliriz. Uzun bir zaman ansiklopedi ve tabak-çanak vermekten öteye gidemeyen ve o günden bu güne kadar sürekli olarak gazetecilik anlamında kan kaybeden bir basın sektörümüz oldu. Arada iktidarın ya da gücün dümen suyuna giderek ve devlete dayanarak gazetecilik yapmayı da eklediğimizde resim tamamlanmış olacaktır.

Ülkemizin eğitim sistemi 1980 sonrası tamamen ezberci bir anlayış üzerinden nesillerin heba edilmesine yol açtı. Özel televizyon kanalları ve ne olsa gider anlayışı yeni bir insan tipinin oluşmasında öncülük ederlerken, siyasal iktidarlarımız kendi destekledikleri dışında hiçbir kesime müsamaha göstermeden sansürü, baskıyı ve karalamayı tercih ettiler. Ne kadar çok cahil olursa yönetmenin, iktidarda kalmanın o kadar çok kolay ve tasasız gerçekleşebileceğini keşfeden yöneticilerimiz ısrarla bu alana vurguda bulundular. Artık bu topraklarda okumak, araştırmak, öğrenmek ve bunların neticesinde ortaya çıkan bir insan tipi arzu edilmemektedir. Hatta On beş Temmuz’da şehit edilen Erol Olçak ve oğlunun cenazesinde imam ‘bilhassa okumuşların şerrinden koru bizi ya rabbi’ ifadelerini kullanırken cenazeye devletin en üst kademeleri katılıyordu.

Tahsil bu ülkede artık cehaleti bile götürmeye yetmeyecek bir hal almıştır ve asıl acı olan ise ülkemizin yurttaşlarının büyük bir kısmının da bu olup biten karşısında herhangi bir sıkıntı duymuyor oluşudur. Vasatlığın her geçen gün biraz daha prim yaptığı bir ortamda okumak değil okumamak belirleyici olacaktır. Etrafınıza şöyle dikkatli bir biçimde baktığınızda bütün düzenlemelerin kurallara uyan, vergisini veren yurttaşlarına göre değil bu kurallara uymayan, vergi ödemeyen, kaçak elektrik kullanan ve ardından çıkartılan aflarla ödüllendirilenlere göre yapıldığına görecektir. Siyaset mekanizmasının kendisinin tamamıyla iktidarın nimetlerinden pay almak temelinde gerçekleştiği bir anlayışta ne liyakat sistemi ne de tahsil bir anlam ifade edecektir. Kısa yoldan köşeyi dönecek bağlantılarınız varsa ya da bunu sağlayabilecek mafyatik güce sahipseniz bu da olmazsa siyasal anlamda bağlantılarınız güçlüyse hak, hukuk, adalet ya da kurallar size vız gelir tırıs gider. İstediğinizi alabilme gücü diğer bütün konuların üzerine geçiverir. Böylesi bir ülkede ise adalet değil cehalet mülkün temelidir!

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"