Başrollerinde Bill Murray ve Andie Mac Dowel’ın oynadığı, yönetmenliğini Harold Ramis’in yaptığı 1993 yapımı Groundhog Day filminde her gün bir önceki günün aynısının yaşandığı küçük bir Amerikan kasabasında geçer. Son bir yıl içerisinde yaşadıklarımıza baktığımızda maalesef benzer bir durum içerisinde yaşıyor gibiyiz. Her gün gelen şehit haberleri, bombalamalar, ölümler ve tüm bu yaşananların ardından her defasında aynı şekilde kullanılan ifadeler, uygulamalar. Bütün patlamaların ardından getirilen yayın yasakları, sosyal medya kullanımında yaşanan aksaklıklar, kendi ülkenizde olup bitenleri öğrenebilmek için yurt dışındaki haber kanallarına bakmak zorunda kalışınız.
Ekranlarda boy gösteren mülki erkanın açıklamaları, ölenlere dilenen baş sağlığı dilekleri, kanlarının yerde kalmayacağı nidaları ve terörle mücadelemiz en son terörist öldürülene kadar sürecektir ifadeleri. Ülkeyi yönetenlerin terör örgütlerine yönelik kınama yüklü zerzenişleri ve kararlılıkla terörle mücadelemiz sürecektir açıklamaları. Her defasında biraz daha yüksek perdeden söylenen misliyle karşılık verilecektir, döktükleri kanlarda boğulacaklardır ifadeleri.
Ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgide ‘kader’e atfedilen önem üzerinden sürdürülen hayatlarımız. Ölümün bu kadar kolay, yaşamın ise bu kadar ucuz olabildiği bir ülke haline getirilen ve tüm olup bitenleri ise adeta her gün yeniden yaşamaktan imtina etmeyen insanlar ülkesi. Bu ülkenin insanlarının daha çocukluktan başlayarak öğrendikleri bütün kavramların ucunun Allah devletimize milletimize zeval vermesine çıkmasını bir türlü anlayamayanlar ise her seferinde gariban halkın çocuklarının ölmesine bir kez daha vesile oluyorlar. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü uğruna gencecik yaşta hayatını kaybeden güvenlik görevlileri, gençler, çocuklar, yaşlılar. Hep birlikte ölmeyi sürdürüyoruz ve ölümlerimiz bile yaşananların tuhaflığını kapatmaya yetmiyor.
Akıl tutulması yaşayan ve sadece kendisinden menkul bir dünyada yaşadığını zanneden insanların ülkesi burası ne yazık ki burada olup bitenlerin tamamı daha iyi yaşayabilmek üzerine kurulu değil tam tersine ölme/öldürme üzerine kurulu. Ülkemizle ilgili alınan her kararın arkasında komplo zihniyeti aramanın ötesine geç(e)meyen cümleler kuruluyor. Kendi yaşadıklarımızla hesaplaşmayı beceremediğimiz için sürekli olarak önümüze yeniden konulanlarla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Çözümümüz ise yine tam bize göre; bizim tarihimizde utanılacak herhangi bir şey olmamıştır! Onlar asıl kendi tarihlerine baksınlar. Devlet aklının bu olaylar sırasında parti farkı gözetmeksizin hep aynı refleksleri veriyor olması dikkat çekicidir.
Yaşadıklarımızın bütün sorumluluğunu şu andaki iktidara ve onun yönetsel hatalarına kesmeyi çok seven ve sadece bunun üzerinden tatmin olan bir kitle var. Bunun yanı sıra bütün olup bitenleri görmezden gelip, içinde bulunduğumuz pozisyon için AKP’nin yaptıklarına daha fazla sahip çıkılması gerektiğini savunan ve aynı şekilde bununla mutluluklar içinde yaşayan bir kitle de bulunuyor. Bu ikisi arasında ipler, köprüler uzun zamandan bu yana atılmış vaziyette, artık birbirleri ile olan ilişkileri birbirlerini suçlamaktan öteye gidemez. Bu öylesine tuhaflaşan bir durum ki son birkaç yıl içerisinde polemik konusu haline getirilen meselelere şöyle bir baktığımızda tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi burada da benzer bir ruh halinin sürdüğünü görüyoruz.
Ünlü İtalyan yazar Umberto Eco Yengeç Adımları isimli çalışmasında, İtalyan muhalefet partilerinin iktidarın her söylediğine tıpkı ‘sazan balığı’ gibi atladığı benzetmesinde bulunur. İktidar elinde bulundurduğu medyanın gücünü de kullanmak suretiyle gündemi istediği gibi çekip çevirme gücüne sahiptir. Benzer durumun ülkemiz için de fazlasıyla geçerli olduğunu hatta ülkemizin özel koşulları nedeniyle bunun çok daha kolay gerçekleşebildiğini söyleyebiliriz. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının yıllar içerisinde önemli gündem maddelerini nasıl kamuoyunun önüne çıkarttığını ve bu arada nelerin gözden kaçırıldığını hep birlikte yaşadık. Tıpkı İtalya’da olduğu gibi Türkiye’de de muhalefet benzer şekilde ‘sazan gibi’ oltaya her defasında gelmeyi sürdürdü/sürdürüyor.
Kadın, laiklik, eğitim, din, başörtüsü, alkol, 3 çocuk/doğum kontrol, vatana ihanet, terör/terörden beslenme/teröre yardım ve yataklık etme gibi konularda gündemi istediği gibi yönlendiren bir lider var. Sık sık canlı yayınlar aracılığıyla gündemi yörüngesine oturtuyor ve gidişatı belirliyor. Uzun zamandan bu yana başkanlık sistemi içerisinde yaşamakta olup, yaşadıklarının farklı bir sistem olduğunu zanneden insanlara rağmen bu durum daha da ağırlaşarak sürmekte. Unutmanın bu kadar kolay gerçekleştiği bir ülkede tüm bu olup bitenlerin son derece normal bir durumdan ibaret olduğu gerçeği bizleri karşılamaktadır. Hatırlamayı sevmeyen hatta hatırlamaktan nefret eden insanların ülkesinde unutmak hatta hızla unutmak yaşamanın en kolay ve en acısız yoludur. Böylesi bir durum içerisinde olmak mutluluk vericidir çünkü ne kafaya takacağınız sorunlarınız ne de yaşadıklarınızdan ötürü size üzüntü verecek konular olacaktır. Hatta her gün aynı gündeme uyanmak, aynı olaylara, aynı sözlere, aynı yüzlere maruz kalmak bile can sıkıcı olmayacaktır.
Çünkü rutin olanın kendi içinde yaşattığı güvenlik hissi hepimizi çepeçevre sarıp sarmalamakta adeta bizleri cam bir fanusun içerisinde tutmaktadır. Bu yüzden bu toplumun ne devrimle ne değişimle ne de ilerlemeyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Yenilikler hayatlarını daha kolay hale getirdiği ölçüde varlık kazanabilirler onun dışında olup bitenin aynen sürmesi daha önemlidir. Bu ruh halini idrak edemeyen herkesin ne yaparsa yapsın başarılı olabilme şansı bulunmamaktadır. İstediğiniz kadar terörle kendi varlığınızı ortaya koymaya çalışın yaptıklarınızın karşılığı halkın olup bitenler karşısında ‘acaba’ demesi bile olmayacaktır.
Tam tersine bu ruh halini daha da güçlendirecek, kullanılan edebi cümlelere biraz daha hava katacak bir ortamın oluşmasına yardımcı olursunuz. Aynı durum iktidara talip olduğunu zannettiğimiz tüm partiler için de geçerlidir, bu coğrafyada çok sık kullanılan bir kelime vardır: ‘bokuyla kavga etmek’ somuta takıntılı insanların ülkesinde doğrudan doğruya onların hayatlarına dokunabildiğinizi gösteremediğiniz sürece eşitlik, özgürlük, düşünce hürriyeti gibi kavramların hiç ama hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.
Tüm bu yaşadığımız garabeti özetleyen bir olay geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe Spor Kulübü'nde yaşandı. ‘Ülkenin bölünmez bütünlüğüne aykırı faaliyetlerde bulunan bir partide milletvekili olduğu için Celal Doğan’ın kulüpten ihraç edilmesi istendi. Divan kurulu topu yönetim kuruluna attı ve Şekip Mosturoğlu da, bu taleple ilgili olarak ‘Celal Bey ile görüşüp ifadesini alır, demokratik yoldan çözümü buluruz’ açıklamasında bulundu.
Celal Doğan’ın açıklamaları tam da yukarıda sözünü ettiğim ruh halini yansıtır cinstendi: ‘Biz 68’liyiz, Kuvai Milliyeci’yiz. Atatürk de Fenerbahçeli idi… Mensubu olduğum HDP legal bir partidir. Böyle bir partiye bölücü demek alçaklıktır. Bizim vatanseverliğimizi sorgulamaya kimsenin hakkı yoktur. Kimseye de yargılatmayız. Şekip Mosturoğlu’nun sözleri ise maksadını aşan bir cümledir, talihsiz bir sözdür.’
Maksadını aşan cümlelerin, talihsiz sözlerin bir türlü arkasının kesilmediği buna karşın kaybolan hayatların, ölümlerin, galebe çalmaların sürdüğü bir ülkede her gün aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamak büyük bir ızdırap!