Türkiye’de demokrasinin serüveninin yetmiş yıllık bir ömrü bile olmadığını zaman zaman unutuyoruz. Sanki demokratik bir kültür içerisinde yetişmiş ve bunu özümsemiş kuşaklar yetiştirmiş bir ülke gibi davranıyoruz. Oysa bu yetmiş bile olmayan oldukça kısa demokrasi tarihimizin içerisinde altı tane darbe arada onlarca darbe girişimi yaşandı. Her darbe ile birlikte demokrasimiz kesintiye uğrayıp hukuk rafa kalktı. Belki de biraz farklı bir yerden söylemek gerekirse demokratik tahayyülümüzle de bağlantılı olarak hukukumuz da hep bu açıdan sıkıntılı bir süreç üzerinde büyüyüp serpildi. Demokrasinin olmazsa olmazları olan ifade hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, siyasal örgütlenme hakkı gibi kavramlar ve uygulamalar biz de hep ‘bize özgü’ olarak kaldılar. Ve maalesef böyle görülüp hayata geçirilmeye çalışıldılar. Siyasal partilerimiz hiçbir zaman tek adamlığın ötesine geçebilen bir anlayışın kurumlaşmasına müsaade etmedi, böyle olduğu için de Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş ve Bülent Ecevit gibi isimler ölünceye kadar özdeşleştikleri partileri ile bağlarını sürdürdüler. Durum bugün de çok farklı değil hatta bir zamanlar gördüğümüz tablodan da daha vahim bir görünüm arz ediyor.
Demokrasiyi oy verme üzerinden tarif etme alışkanlığı ve sayılara indirgeme fetişizmimiz sadece vatandaşlarımızı değil asıl siyasal partilerimizin demokrasi anlayışlarını şekillendiriyor. Milli irade üzerinden sürdürülen bütün iktidar tartışmaları gidip gelip alınan oy oranlarına tekabül ettiği için geri kalan her şey teferruat haline dönüşmüş oluyor. Oysa demokrasilerde çoğunluk olma ve karar alma hali kadar azınlık olma durumu ve alınan kararların yaratacağı etkiler de göz önünde bulundurulmaktadır. Hayatın kendisi tıpkı demokrasi gibi teferruat seviyesine indirgenemez. Böylesi bir bakış ise standartların evrensel olduğu kuralını ve bunun içerisinden yürütülen özgürlük mücadelelerinin ne hor görülebileceğini ne de yok farz edilebileceği gerçeğini önümüze çıkartır.
Yönetmeye talip olmak suretiyle seçimlerde başarı kazananlar iktidar olurlar ancak yönetmek sadece şekilsel bir sürecin karşılığı değildir. Yönetmek alınan oyun ötesinde toplumun bütün katmanları ile bir araya gelebilecek organizasyonları da hayata geçirebilmek demektir. Aksi halde bir şeylerin hep eksik, yarım kaldığı bir yönetsel düzen oluşmuş olur ki burada mutluluk değil mutsuzluk üretilir. Üretilen mutsuzluğun yarattığı olumsuz iklim ise ilerleyen aşamada yapılacak olan yeni seçimlerde iktidarın oy kaybetmesine ve iktidardan düşmesine yol açar. Bunun farkında olan siyasal partiler de ideolojik angajmanlarını ortadan kaldırmadan ancak ötekileri de yok farz etmeden hareket etmeye gayret eder. Tabii ki bu sistemin olmazsa olmazı iktidara hazırlanan ve ona talip olan muhalefet partisi/partileridir.
Ülke olarak en fazla ihtiyacımız olan ve yaşadığımız tüm olumsuzluklar karşısında ne yapılabilir sorusunun yanıtını verebilen muhalefet partisi eksikliğini her geçen gün biraz daha fazla iliklerimize dek hissediyoruz. On beş yıldır devam eden bir siyasal iktidar yapılanması ile yönetilen ülkemizde yaşananlara biraz yakından baktığımızda demokratik olduğunu söylediğimiz bu yapının en zayıf halkası maalesef muhalefet partilerimiz. Çözüm üretmeyen, seçmenlere güven vermeyen ve hepsinden önemlisi de iktidar olmak için çaba sarf etmeyen bir muhalefet anlayışımız var. Bir tarafta kendi bulunduğu pozisyon üzerinden iktidarla sürekli olarak dirsek teması içerisinde durarak muhalefet yaptığını zanneden ve kendi içerisindeki muhaliflerin önünü kesmeye çalışan bir parti var. Öte tarafta özgürlük söylemlerini öne çıkartan ancak siyaset üretmesinin önünde İmralı ve Kandil gibi engeller olan ve siyasetin dışına itilen bir parti duruyor. Ana muhalefete geldiğimizde ise kafa karışıklığı hiç ama hiç gitmeyen bir siyasal hareket ile karşı karşıya kalıyoruz. Devletin partisi olma alışkanlığından hiç vazgeçemeyen ancak demokratik söylemleri de ağzından hiç ama hiç düşürmeyen bir parti var önümüzde. Sürekli olarak olağanüstü kurultay toplama konusunda müthiş maharetli olan buna karşın iktidar alternatifi konusunda vatandaşları ikna edemeyen bir parti.
Ülke içerisinde yaşanan gelişmelerin ortaya çıkartmış olduğu ağır sonuçlar karşısında bile hala ne yapmak istediğini kimsenin hatta ona oy verenlerin bile anlamadığı bir siyasal partiden söz ediyoruz. Demokrasi, insan hakları, laiklik, çağdaşlık laflarını ağzından hiç düşürmeyen ancak demokrasinin uğrayacağı kesintilerin önünü de açma konusunda elinden gelen desteği veren bir parti var. Milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması hususunda aykırı seslere kapıyı gösteren Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin, bütün bunların ardından dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekilleri için parlamentoyu terk etmelerinin herhangi bir karşılığı artık yoktur! Anayasaya aykırı dedikleri ve sonucunda bu yolun açılmasına katkıda bulundukları bir düzenlemeyi eleştirmeleri bile tuhaf ötesi bir hal almıştır! Kendilerini oy alamadıkları kitleye anlatamadıkları sürece yaptıkları bütün hareketlerin sürekli olarak terörizmle eşleştirildiği bir söylem karşısında ağzını açmayan bir siyasal hareketin, kontrollü darbe gibi laflar etmesi sizi yanıltmasın! ‘Böyle bir şey olabilir mi?’nin ötesine gitmeyen söylemlerin dışında bütün yapılanlar karşısında en şiddetli tepkiyi vereceğini söyleyen ve her seferinde bıraktığı yerden aynen devam eden bir muhalefetin, hiç iktidar olma şansı olabilir mi?
Bu yazıyı yazdığım sırada CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’li vekillerle Ankara Güvenpark’tan İstanbul’a doğru ellerinde sadece ‘adalet’ yazan bir pankartla yürüyüş yapacakları mesajını verdi. Yürümek bu ülkenin siyasal tarihi içerisinde unutulmaz bir Süleyman Demirel özdeyişi ile yerini almıştır: Yollar Yürümekle Aşınmaz. Sayın Genel Başkan’ın yürümenin ötesinde partisini gerçekten iktidar yapma düşüncesi var mı? Ayrıca bu ülkenin hep eleştirdiği demokratik aksaklıklarını ortadan kaldırabilecek iradesi ve takati var mı? Cumhuriyeti kuran parti ifadesinin ötesinde demokrasiyi tüm kurum ve kurulları ile hayata geçiren parti yapabilir mi? Ana muhalefet partisi olarak bulunduğu pozisyonda kendi iktidar alanının dışında yeni yaşam alanlarının yaratılmasında öncü rolü üstlenebilir mi? Bu soruların yanıtlarını mevcut iktidar alternatifsizliği nedeniyle bu partiye oy verenlerin de ciddi bir biçimde düşünmeleri gerekiyor.