Fenerbahçe çoğu kez bir takımdan ötesi olarak algılanmış ve sadece taraftarlarının gözünde değil rakip taraftarların gözünde de farklı bir konuma oturtulmuştur. Fenerbahçe taraftarlarını yapılan transferler, yıldız futbolcular, kupalar, farklı galibiyetler kesmez! Hep daha fazlasını ister ve beklentisi takımı yönetenlerin, kendilerine daima rakiplerinden daha ileride bir konuma yükseltebilecek olan adımları atmaları yönündedir. Bunun farkında olan yöneticiler ve yönetici adayları da çoğu kez kendilerinden istenilenleri hayata geçirebilmeye gayret ederlerken, rakiplerinin gözünde antipatik olduklarını fark bile edemezler.
Çubuklu forma aşkıyla yanıp tutuşan milyonlar için tek hedef vardır her sezon şampiyon olmak veya olamıyorsan bile ezeli rakibi olan Galatasaray’ı yenmek. Yirmi yıl öncesine kadar bu durumun Fenerbahçe lehine işlediği ve hem ezeli rakibi karşında açık ara önde olduğu hem de futbol gündemini belirleme hususunda diğer tüm takımların önünde geçirdiğini rahatça söyleyebiliriz. Ancak 1980’lerin ortasında başlayan futboldaki değişim hamlesini ilk fark eden ve kendisini bu yeni duruma adapte eden takım Fenerbahçe değil ezeli rakibi Galatasaray olmuştur.
Jupp Derwall’in ülkemize getirilmesi ile başlayan ve ardından Galatasaray’ın Avrupa kupalarında diğer Türk takımlarına ezici bir istatistiksel başarı yakalayacağı sürecin ilk tohumları da yine bu dönemde atılacaktır. Fenerbahçe kulübü ve onu yönetenler alt yapılardan oyuncu yetiştirmek yerine sürekli olarak yüksek bonservis ücretleri ile yıldız oyuncular transfer etmeyi ve ünlü teknik direktörleri takımın başına getirmeyi tercih etmişlerdir. Aykut Kocaman’ın dışında içinden çıkarttığı isimlerle şampiyonluğa ulaşamamış olması da bunun ilginç bir yansımasıdır.
Aziz Yıldırım’la birlikte Fenerbahçe’nin yeniden bir spor kulübü olma görünümü hız kazanmış olup bu süre içerisinde başta Şükrü Saracoğlu stadyumu olmak üzere pek çok spor tesisi ve kulübe kazandırılmıştır. Ayrıca futbolda istenilen başarı bir türlü elde edilememiş olmasına karşın basketbol, voleybol, atletizm gibi alanlardaki başarının göz ardı edilmemesi gerektiği kanaatindeyim. Üstelik burada basketbolun Avrupa’daki en büyük kupası olan Final Four’un ülkemize getirilmesi gibi büyük bir başarı da söz konusudur.
Futbol ise bu takımın ve ona gönül verenlerin en büyük tutkusu olmaya devam ettiği gibi aynı futbol takımı, milyonların hayal kırıklığının da kaynağı olarak başköşedeki yerini korumaktadır. Yalçın Doğan ustamızın yerinde tespitlerini içeren Fenerbahçe Cumhuriyeti kitabında olduğu gibi bu takım ve ona güvenen milyonlar açısından futbol olmazsa olmaz bir pozisyon arz etmektedir. Ama tüm bu yanlarına karşın futbolda olup bitenlerin kulübe gönül verenlerin istediği gibi gitmediği uzun bir dönem olduğu gerçeği de ortadadır. İşte bu noktada Ali Koç’la paylaşan beyaz sayfadaki beklentiler ve ulaşılması istenilen hedefler ile şu anki takım arasında herhangi bir örtüşme bulunmamaktadır.
Yıllardır futbolu izleyen ve taraftarlık hassasiyetlerini yakından tanıyan birisi olarak Fenerbahçe’nin bu yıl gerçekleştirmiş olduğu transferlerin, taraftarların beklentilerini karşılamanın çok altında kaldığı gerçeğini dile getirmek durumundayım. Her transfer döneminde ezeli rakiplerini adeta yapmış olduğu transferlerle daha en başında ezmeyi başaran ve moralleri bozan bir Fenerbahçe’den, son derece silik ve vasat bir takım kurgusuna doğru geçiş, en başta taraftarlar tarafından çok olumlu karşılanmamıştır. Zaten bu durum takımın yıllar sonra elde ettiği lig istatistikleri ile de ortada olan bir durumu göstermektedir.
Türkiye’de futbolun uzun bir zamandan beri kan kaybettiği ve yaratılan balondan ötürü farklı bir şekilde gösterildiği gerçeğini, içinden geçmekte olduğumuz zor ekonomik süreçler sayesinde şimdi daha iyi anlıyoruz. Astronomik bedeller ile futbol oynayan yerli ve yabancı oyuncuların yanı sıra benzer şekilde büyük paralar alan teknik heyet sayesinde, futbola ilişkin algılarımız ne yazık ki bir türlü gerçek bir konuma oturtulamadı!
Futbolun içinden geçtiği olumsuzlukların arkasında kötü yönetilen kulüplerin olduğu gerçeğini hiç kimse itiraf edemedi. Adeta hep birlikte büyük bir yalanı görmezden geldik ve itiraf etmekten imtina ettik! Oysa denizin bittiğini, yapılanların göz boyamadan ibaret olduğunu ve attığımız taşın ürküttüğümüz kurbağaya değmediğini hepimiz gayet iyi biliyorduk. Şimdi şimdi bir şeylerin yanlış gittiğini ve aslında başka türlü olması gerektiğini daha fazla dillendirir olduk. Fakat bu kez kapıda bekleyen astronomik borçlar ve giderek daha fazla sorunlar yumağı haline dönüşen kulüplerle karşı karşıyayız.
Fenerbahçe’nin yaşadıkları aslında sadece ona özgü olan işler değil. Bugün ülkemizdeki dört büyükler olarak adlandırılan tüm kulüplerin benzer sıkıntılar içerisinde olduğunu herkes gayet iyi biliyor. Onların dışında kalan süper lig kulüpleri ve diğer alt liglerdeki bütün takımlarda da işler tıkırında değil! Hatta büyük bir çoğunluğu iflasın eşiğinde bir yerlerde çarkı döndürebilmek için birbirini eziyor. Futbolun böylesine metalaştığı ve paranın egemenliği altına girdiği bir ortamda futbol aracılığıyla yaratılan etkinin yerini olumsuzluklara bırakıyor olması üzerinde düşünmek durumundayız.
Fenerbahçe’yi destekleyenler açısından sadece bir kimlik göstereni olarak görülemeyecek kadar değerli bir kavramdan bahsedildiği gerçeğinin altını çizmeliyiz. Bu noktada Ali Koç’un biranda geçmişteki şampiyonlukların sayılması dosyasını açması ve bu durumu dillendirmesi içinde bulunulan durum karşısında bir çıkış yolu denemesidir. Ancak Fenerbahçe’nin büyüklüğüne vurgu yapanlar açısından çok da manidar bulunacak bir girişim olmamalıdır. Çünkü zamanla açısından yaşananlar karşısında adeta bir yön değiştirme taktiği gibi algılanma ihtimali son derece yüksektir.
Ev sahibi takımın taraftarlarının kendi futbolcularını protesto etmeleri ve rakip takımın oyuncularının her paslaşması sırasında oley çekmeleri alışıldık bir durum değildir. Teknik direktörün basın toplantısına çıkmadan ilişiğinin kesilmesi, yaşananları ortadan kaldırmayacak ve üstelik yüksek tazminat nedeniyle önümüzdeki süreçte takımın elini iyice bağlayacaktır. Ayrıca kendilerini takımla özdeşleştiren milyonlarca çubuklu forma hayranı açısından başkanlarına verilen kredi sayfasına atılan bir çizik anlamına da gelecektir.
Fenerbahçe’de işlerin iyi gitmemesi sadece Fenerbahçelileri değil başta medya sektörü olmak üzere pek çok kesimi yakından ilgilendirecektir. Hatta ezeli rakiplerini de yakından etkileyecektir. Çünkü birbirlerini motive eden takımların yaşadığı hayal kırıklıkları sadece kendilerini değil daha geniş bir çevreyi olumsuzluğa sevk etmektedir. Fenerbahçe’nin gücü ve etkisi sadece kendisinden değil aynı zamanda yaratmış olduğu bu büyük etkiden de kaynaklandığı için Fenerbahçe sadece Fenerbahçe değildir. Umarım bu durumu onu yönetenler de bir an önce idrak ederler.