Lafı eğip bükmeden direk konuya girelim; biz futbolu değil futbolun sonrasındaki gerilimi ve bunun yarattığı puslu atmosferi seviyoruz! Hatta öylesine seviyoruz ki, adeta onsuz yapamıyoruz. Abartma huyumuzu da eklediğimiz takdirde elimizde, gerginlikten beslenen ve bütün bu olup biteni olağan hale dönüştüren bir futbol iklimi bulunuyor. Dikkatli bir inceleme ile ülkemizdeki bütün derbi müsabakalarında gerilimin tavan yaptığını görüyorsunuz.
Havada uçuşan kırmızı kartlar, sahada zor durumda kalan hakemler, sahaya yağdırılan yabancı maddeler, protokol tribünlerindeki itiş kakış ve karşılaşmanın bitimindeki tuhaf yorumlar. Bütün bu olup bitenlerden nemalanan, yaşananları kaşımak suretiyle rating yapmaya çalışan programlar.
Nereden başlasak ve nasıl baksak elimizde kalan ve futbolun olmadığı bir yerdeyiz. Bu durum ise bizim her defasında kendimizi bambaşka bir yerde konumlamamıza ve yaşananları hep yanlış yorumlamamıza yol açıyor. Böyle olduğu için bütün hatalarımızı yeniden ve yeniden tekrarlamak suretiyle tekerrür ettirmenin ötesine de geçemiyoruz. Velhasıl kelam garp cephesinde yeni bir şey yok!
Peki ne ya da neler var? Öncelikle bolca küfür var ve ilginç bir biçimde ekranlarda yorum yaptığını zannedenler bunun gayet normal olduğunu iddia edebilecek kadar kendilerinden geçiyorlar. Futbolcusundan, teknik direktörüne, taraftarından yöneticilerine kadar futbolun bütün paydaşlarının ağızlarından galiz küfürler dökülmeye devam ediyor. Protokol tribününden rakibe yönelik el hareketleri ile rakip tribünlere yönelik futbolcuların hareketleri arasında bir paralellik söz konusu.
Eylemi gerçekleştirenler genellikle yaptıklarının veyahut söylediklerinin arkasında başka etmenlerin olduğunu belirterek, sıyırmayı tercih ediyorlar. Bir de bütün bunların dışında bizzat kameraların karşısına geçip, başta rakip takım olmak üzere, kendilerinin dışındaki herkesle dalga geçen yönetici tiplerimiz mevcut! Her şeyin en iyisini onlar biliyorlar, mübalağa sanatını da en iyi onlar yaparlar, laf sokmada zaten üstlerine yoktur. Bir MFÖ şarkısından ödünç alacak olursak; Sen neymişsin be abi! Dememiz gereken kişilerle karşı karşıyayızdır.
Tabii burada unutulmaması gereken bir notu da hakemlerimiz için ayırmalıyız: “Sahadaki en kıymetli forma hakem formasıdır” rahmetli Cem Can’ın bu unutulmaz ifadesi, ne yazık ki hiçbir zaman bizim hakemlerimiz tarafından anlaşılamadı. Hakemler, kendi değerlerinin ve önemlerinin farkına varamadıkları gibi, bunun içinin boşaltılmasında bizzat aracılık yaptılar. Hakemlerimiz, her kötü gidişte düdük astırılan ve kendilerine büyük takım denmesinden hoşlananlara şirin gözükmek uğruna feda edildiği bir pozisyona indirgendi.
Klasik kural önce yönetici konuşur ardından onun konuştukları üzerinden hem medya hem de rakip takım bazen de takımlar yüksek sesle itirazlara başlarlar. Futbol medyası açısından futbol kabareleri için gerilim bulunmaz malzeme sağlayıcıdır. Bu yüzden de kokuyu alan futbol yorumcuları için çok fazla uğraş gerekmeden malzemeyi hallaç pamuğu gibi atacak kıvama getirecek sözler ve görüntüler hemen ardı ardına sıralanır. Burada dikkat çekici olan ise programdakilerin de çok eleştirdikleri yönetici tiplemesi gibi aynı belden aşağı söylemi kullanmalarıdır.
Rakiplerin birbirleri ile atışmaları ve ardından oynanacak olan karşılaşmaların gerginlik içerisinde cereyan etmesinin kimin yararına olduğu sorusuna verilecek yanıtlarla başka bir şekle bürünecektir. Bu yüzden her yıl aynı tezgahın yeniden hazırlanması ve hep aynı kulüplerin burada olmaları üzerinde düşünmek durumundayız. Neden hep aynı isimleri ister yönetici ister futbolcu ve teknik direktör olarak konuşmak durumunda kalıyoruz! Acaba bu durum bize mi? futbolumuza mı? Yoksa bu konuştuklarımıza mı? Yarıyor!
Yaşadıklarımızın tek bir kaybedeni var orası kesin: bir sonraki hafta maç seyretmek isteyen taraftarlar, kesin kaybedenler. Örneğin Fenerbahçe ile Beşiktaş arasındaki karşılaşmanın Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu(PFDK) kararlarına göre Fenerbahçeli taraftarların önemli bir kısmı bir sonraki maçı tribünden izleyemeyecekler! Örneğin 14 Ekim tarihinde Konya’da oynanacak olan Konyaspor-Galatasaray karşılaşmasında cezalı olan Konyaspor taraftarları maça alınmazken güvenlik gerekçesiyle Galatasaraylı taraftarlar da alınmayacaklar! Kimi cezalandırdık suçluyu mu? Suçsuzu mu? Yoksa işimize geleni mi?
Her hafta PFDK tüm liglerde kulüplerimize cezalar yağdırıyor, para cezası, ihtarlar, tribün kapatmalar, men cezaları vb. gibi. Peki tüm bu cezalara rağmen her yıl tam tersi bir biçimde futbolumuz daha da geriliyorsa ve bu gerginlik saha içinden tribünlere oradan da sokaklara yansıyorsa? Şiddeti sadece yasal düzenlemelerle değil aynı zamanda şiddeti yaratan koşulları da ortadan kaldıracak önlemlerle azaltabilirsiniz.
Bunun için de öncelikle her tribüne eşit mesafede olduğunuzu ve fark gözetmeksizin ceza verdiğinizi göstermek durumundasınız. Tribünler birilerinin kendilerini ispat edebilme ve racon kesebilme mekanları değillerdir. Buna yeltenen ve bunu övmeye çalışanların yeri ise tribünler değildir. Sahanın içinde Çocuklar Ölmesin pankartına ceza veren federasyonun, tribünlerde çocukların kullanıldığı Reis Sedat Peker Bir Umuttur Yaşamak yazısına da, bunu yapanlara da aynı şekilde yaklaştığını görmeliyiz.
Futbolu keyif alma ve mutlu olabilme olarak gördüğümüz zamanlar çoktan gerilerde kaldı. İçinden geçtiğimiz zor zamanlarda futbol artık bizim hayatımızın odak noktasındaki yerini terk etti. Bizi biz yapan takım sevgimizi ve karşılıksız tutkularımızın hayal kırıklıklarına dönmesine yol açtı.
Bugün artık futbol bir oyun olmadığı gibi, sonucu da çoğu zaman belirsiz olmayan bir iş konumuna dönüştü. İş rutini içerisinde hem kendisine hem de bizlere yabancılaşan bir alan olarak, bambaşka bir formatla karşımızda yer almaya başladı. Ve biz futbola, bütün bu karmaşıklıklar içerisinde gerilim üzerinden bambaşka anlamlar yüklediğimiz için her defasında yeniden afallamaya devam ediyoruz.