Futbolun köklerinden koparak bambaşka bir hâle bürünmesinin üzerinden epeyce bir zaman geçti. Aslında şampiyonlar ligi organizasyonuyla birlikte hızlanan değişim sürecinin bir gün futbolseverleri bu noktaya getirebileceğini işin ekonomik boyutunun farkında olan herkes görebiliyordu. Endüstriyel futbol olarak nitelendirilen aşamanın futbolun oyunsal halinin tamamen devre dışı kaldığı gerçeğini futbolseverler bir türlü kabul etmek istemiyorlardı. Oysa söz konusu gelişmelerle ortaya çıkan yeni futbol kurgusu artık bir oyun değildi, bir iş'ti.
Futbolun yirminci yüzyılın son çeyreğinde yaşanan ekonomik ve siyasal gelişmelerle kurduğu yakın bağın, teknoloji ile harmanlanması sonrasında bir televizyon ürününe dönüştürülmesinin ve pazarlanmasının önü ardına kadar açıldı. İşte şampiyonlar ligi olarak adlandırılan bu formatta tam anlamıyla dünyanın en büyük markalarından birisi haline bu şekilde dönüştürülmüş oldu. Müthiş paraların döndüğü ve milyonlarca insanın ilgisini üzerine toplamayı başarabilen bir format vardı karşımızda. Ve söz konusu bu yeni kurgu sadece yeşil sahaları değil aynı zamanda onunla birlikte ilerleyen bilgisayar teknolojisinin de yardımıyla evlerdeki konsol oyunları olarak adlandırılan yeni anlayışı da biçimlendiriyordu.
Artık futbol sadece yerelin ve o yerelle bağlantılı uluslararası temasları değil tüm küresel ölçeği bünyesinde barındıran bambaşka bir alan halini alıyordu. Buradan sonra futbolcuların da teknik ekiplerin de ve tabii ki bu alana milyonları yatıran sermayedarların da bakış açısı bambaşka bir hale bürünecekti. Yerelin hâlâ önemli olduğu fakat söz konusu organizasyonun getirisinin yerel ölçeğin üzerinde hissedildiği bir dönem başlamıştı. Avrupa futbolu her dönem dünya futbolunun vitrini görünümündeydi ancak 1990'larla birlikte başlayan bu yeni süreç sonrasında küresel bir endüstrinin taşıyıcısı haline dönüştü.
Reklam, sponsorluk ve naklen yayın gelirleriyle birlikte futbolun endüstriyel boyutunun hızla sevgili dostum Tuğrul Akşar'ın yerinde nitelemesi ile finansal boyuta evrildiği bir döneme geçildi. Burada artık futbolcular ve futbol organizasyonları da eğlence ve tüketim endüstrisinin birer parçası olarak bambaşka bir pozisyona oturtuldular. Tabii bu nokta takım tutma olgusunu ve tutulan takımla bağ kurmayı sağlayan aidiyet kalıplarını da değiştirdi. Aslında büyük bir çoğunluğumuz farkında olmadan futbolun büyüsünün etkisinin daha da artmasını desteklerken elimizde kalanın futbol değil bambaşka bir şey haline dönüşmekte olduğunu anlayamadık bile.
Taraftarlığın müşterileştirilmesinin önü açılırken sosyal medya olanakları ile klavye başında takımlarını destekleyen yepyeni bir kitlenin oluşması da sağlanmış oldu. Artık tükettiğin kadar taraftarsın mottosunu özümsemiş yepyeni bir kitle var dünyada ve bu kitle için yerel liglerdeki rekabet belki hâlâ önem arz etmekle birlikte şampiyonlar ligi gibi bir Nirvana söz konusu.
İngiltere'deki Premier League formatı ile başlayan ve şampiyonlar ligi ile devam eden gelişmelerin naklen yayınlar aracılığıyla evlerimize girmesiyle beraber futbol kalitesi ve seyredilen oyundan haz alma düzeyi arasındaki makasın her geçen yıl biraz daha açılmasına tanıklık ettik. Yıldız futbolcuların her geçen yıl biraz daha fazla paralar karşılığında Avrupa'nın önde gelen kulüplerine transfer edilmesiyle başlayan süreç kulüpler arasındaki büyük uçurumu da beraberinde getirdi. Son on yıl içerisinde bir zamanların sadece lig şampiyonlarının katıldığı organizasyon adım adım bazı liglerin altıncılarının dahi direkt olarak katıldığı bazılarının ise birden fazla ön eleme oynamak zorunda kaldığı yeni bir formata büründürüldü. Yani futbolun metalaşmasının önü açıldıkça adaletsizliğin ve eşitsizliğin önü de ardına kadar açılmış oldu.
Bu yeni durumla baş edebilmek amacıyla Avrupa'nın pek çok kulübünde olduğu gibi ülkemizin önde gelen kulüpleri de borç batağına saplandılar ve taraftarlarına rakiplerinin önüne geçebilmek için hayal pazarlaması yoluna gittiler. Bir diğer yol ise henüz ülkemizde hayata geçmeyen buna karşın Avrupa ülkelerinin pek çoğunda yoğun bir biçimde gerçekleşen kulüplerin zengin kişilere/ailelere pazarlanması sürecidir. Stadyumların yenilenmesi ile başlayan ve reklam, sponsorluk gelirleri ile taçlandırılan bütün bu gelişmelere sekte vuran ise 2020 yılının Mart ayı ile birlikte tüm dünyada kendisini hissettiren Koranavirüs salgını oldu. Salgınla birlikte önce tüm sportif organizasyonlar durdu ve geçtiğimiz Temmuz ayından bu yana sporcuların adeta birer makine gibi çalıştırılmasına yol açacak gelişmeler yaşandı. Tribünlere seyircilerin alınamıyor olması ile başlayan ekonomik sıkıntılar ise bu alana büyük paralar yatıranları daha fazla sarsıntıya uğrattı. Ve artık düğmeye basmanın zamanı geldiği hissi ile açıklama yaptılar.
Avrupa Süper Ligi adı altında dolaşıma sokulan bu yeni projenin bugün ortaya çıkmadığını yıllardır konuşulduğunu ve futbolu daha da metalaştıracağını yaşanan gelişmeler ortaya koyuyordu. Daha fazla para kazanma düşüncesiyle birlikte futboldaki sonucun belirsizliği ilkesi arasındaki bağlantı her geçen gün biraz daha fazla yön değiştirmeye başladı. Burada giderek güçlenen ve adeta devleşen söz konusu bazı kulüpler için başta naklen yayın gelirleri olmak üzere oynamak zorunda kaldıkları karşılaşmalar bile tartışma konusu haline dönüştürülmüş oldu.
Real Madrid kulübü başkanı ve Avrupa Süper Ligi'nin ilk başkanı Florentino Perez daha önce kulübünün Avrupa'nın sıradan kulüpleri ile karşılaşmasına karşı olduğunu dile getirmişti. İngiltere'den Manchester City, Manchester United, Arsenal, Tottenham, Liverpool ve Chealsea; İspanya'dan Athletico Madrid, Barcelona ve Real Madrid; İtalya'dan İnter, Juventus ve Milan takımlarının bir araya gelmesi ile Avrupa Süper Ligi'nin resmen kurulduğu kamuoyuna duyuruldu. İlginç olan husus ise Avrupa'nın diğer iki önde gelen ülke ligleri olan Almanya ve Fransa'dan herhangi bir takımın bu kuruluşun içerisinde yer almıyor olmalarıydı. Bu noktada söz konusu bu girişimin arka planında Avrupa Birliği ile UEFA ilişkisi kadar başta İngiltere olmak üzere İspanya ve İtalya'nın bu birlik ile bağlantısı konusunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Zaten ilk açıklamanın İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ın Avrupa süper liginin futbol için yıkıcı olabileceği şeklinde yapılmış olması da dikkat çekici.
Gelelim olası gelişmelerin neler olabileceği hususuna. UEFA böylesi bir organizasyonu kesinlikle kabul etmeyeceğini Premier Lig, La Liga ve Seri A yönetimleri ortak yaptıkları açıklamada, bu turnuvaya katılacak takımların kendi liglerinden de men edileceğini belirtti. Ayrıca bu kulüplerde oynayan futbolcuların milli takımlar düzeyinde de yer alamayacağı tehditlerini savurdu. FİFA da benzer biçimde UEFA'nın kararlarının hayata geçirilmesinin takipçisi olacağını duyurdu. Tam bu noktada ülkemizde uzun bir zamandır sesi soluğu çıkmayan Kulüpler Birliği de "Avrupa futbolunun bütünlüğüne düzeltilemez bir darbe vuracaktır. Kulüpler Birliği, futbolun ruhunu yerle bir edecek bu talihsiz fikre karşı UEFA ve paydaşlarının yanındadır" açıklamasında bulundu.
Bu nokta işin tehditler savurulması haline işaret ederken UEFA yönetim kurulu, şampiyonlar liginin formatında değişikliğe gitti. Buna göre devler ligi, 2024-2025 sezonundan itibaren başlayacak ve turnuvada 36 takım yer alacak. Avrupa Süper Ligi şeklinde yola çıkan kulüp başkanları aslında şimdiden istediklerini elde etmiş oldular. İstedikleri 20 takımlı ve bütün geliri kendilerine kalacak bir formatı hayata geçirmekti. Buna karşın UEFA elindeki bu kulüpleri kaybetmemek ve kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek için adımı biraz daha büyütme doğrultusunda hareket etmeyi kabul etmiş oldu. Bu önümüzdeki dönemde futbolun biraz daha fazla ayrışmasının önünü ardına kadara açacak ve zengin kulüplerin biraz daha fazla zenginleşmesini sağlayacak bir karardır.
Finansal futbol aşaması sonrasında önümüzdeki dönemde insani hata unsurlarının daha da azaltılacağı girişimleri şimdiden bir kenara not edin derim. Buna başta ofsayt kararları olmak üzere, hakem hatalarını en aza indirgemenin yeni yollarını da ekleyecekler. Daha fazla maç ve daha fazla para için futbolun ruhunu başta iki devre halinde oynatılması olmak üzere tamamıyla yok edecekler!
Son bir sözü de ülkemizden bu oluşuma davet edildiklerini düşünenlere ayıralım. Buraya alınması gerekenin sadece kendileri olduğunu düşünen Galatasaray ve Fenerbahçeli taraftarların önce kendilerine şunu bir sormaları gerekiyor: Neden bizi burada istiyorlar? Çünkü her biri 25-30 milyonluk taraftar potansiyeli ile bu sömürmeye doymayan kulüpler için müthiş bir naklen yayın potansiyelisiniz. Sizleri paraya tahvil etmek için sabırsızlandıkları için tıpkı sizin gibi Avrupa'daki bazı kulüplerle ilgileniyorlar yoksa dertleri sizlerle daha fazla maç yapmak falan değil. Meselenin tamamen duygusal olduğu gerçeğini hâlâ fark edemeyen taraftarlar açısından böylesi bir davet bile garip bir böbürlenme yaratıyor ya, çok yazık!