15 Şubat 2017

Anormalliğin normalleştirilmesi

Riekerink’i alınan bir mağlubiyet sonrası göndermek kulüp yönetiminin takdiridir ancak göreve getirilen kişinin bir başka takımın teknik direktörü olması ise etik dışı bir yaklaşımdır

Bir süreden beri anormal olan her şeyin normal kabul edildiği bir durum yaşamaya başladık ve bunu öylesine kanıksadık ki olan biten hiçbir şey artık bizi şaşırt(a)mıyor! Ülkenin hemen her alanında benzer görüntülerle karşı karşıyayız ve yazılarımda sıkça zikretmiş olduğum gibi spor/futbol dünyamız da bundan bağımsız bir alan değil.

Toplumsal hayatın bir minyatürü olarak ülkemizdeki futbola baktığımızda, futbol üzerinden toplumsal hayatımıza bir takım değerlerin transfer edildiğini görürüz. Bazen de tam tersi bir yol izleyerek gündelik hayatımızda yaşadıklarımız futbola yansır ve orayı dönüştürür. Sporu başarıya ve mutlak surette kazanmaya indirgediğimizden bu yana, oyundan ziyade bambaşka bir etkinlik türü ile karşı karşıya kaldığımız gerçeğini her defasında es geçiyoruz. Futbol dünyamızdaki kirli ilişkileri, maddiyat temelli pozisyon alışları, rating kavgalarını ve akıl almaz ayak oyunlarını taraftarlık penceresi üzerinden kimliğimizin bir parçası haline getirilmesine ses çıkartmıyoruz. Halbuki bizim olan takımlarımız ve futbolumuzun bu şekilde adım adım elimizden kayıp gitmesi karşısında yapabileceklerimizi elimizin tersiyle itiyoruz. Bize anlatılan 12.Adam masalı içerisinde adeta ninni dinler gibi uykuya dalmak suretiyle eski zaman nostaljisi rüyalarını görerek rahatlayabileceğimizi zannediyoruz.

Fener’i, Beşiktaş’ı, Galatasaray’ı ya da Trabzon’u üzerinden yaşanan o rekabetin çok gerilerde kaldığı gerçeğini kabul etmek istemedikçe, büyüklük adı altında bize sunulan her türlü ilkesizliğe göz yumuyoruz. Ne takımlarımız eski takımlar ne de ülkemizdeki yaşam eski günlerdeki gibi bir şekilde devam ediyor. Hayatın hızı sadece işimizi, evimizi, gündelik hayatımızı değil bütün bunların dışında kendimizi bulabildiğimiz ender alanları da kendisine benzetti. Yaşadıklarımız ne kadar sahici ve inandırıcı ise futbolumuz da o kadar sahici ve inandırıcı.

Gerçeklerin yerini sanallığın aldığı tek yer bilgisayar ortamı değil maalesef, hayatlarımız giderek sanallaşırken, gündelik olup bitenin yerini dolduramadığımız boşluklarımız her geçen gün biraz daha artıyor. Formanın rengi ve o formayı kutsal olarak kabul etme durumu artık bir yanılsamadan ibarettir. Tüm dünyada futbol takımlarının sembol olarak gördüğü futbolcu sayısının azalmasını sadece futboldaki gelişmelerle açıklayamazsınız. Hatta olup biteni bunun üzerinden açıklamaya kalkmanız tuhaf olacaktır.

Çünkü futbol içinde bulunduğumuz dünyanın ideolojik yapısının sürmesine katkıda bulunan alanların başında geldiği için çok üzerinde durulan bir alan olma hüviyetini hiç kimseye kaptırmamaktadır. Bunu ister siyasal iktidarlar açısından kullanımı boyutu olarak alın isterseniz sermayenin tüketim potansiyelini depreştiren bir alan olarak durum değişmemektedir. Zenginlerin daha zengin olarak varlıklarını sürdürdüğü ve eşitsizliğin gittikçe daha fazla hissedildiği alanlardan bir tanesine dönüşmüştür günümüz futbolu. Para-tüketim ve reklam üçgeni içerisinde futbol ve futbol takımlarının yeri de yeniden biçimlendirilmiş olup sistem her yıl biraz daha fazla karşılaşma üzerinden kendisini sürdürmeyi kurala bağlamıştır. Burada artık futbolcular birer makine gibi maçtan maça ve antrenmandan antrenmana koşturulmakta, arta kalan zamanlarda ise şöhretlerin reklam ve tanıtım için kameralar karşısında koşturmaları sağlanmaktadır.

Tüm bu olup bitenlere karşın futbol denilen bu alanı kitleler ile buluşturabilmek için yine de insani olan bir takım duyguları ve eylemleri devrede tutmak zorunluluğu bulunmaktadır. Bu yüzden ne kadar büyük futbolcu olursanız olun rakibinize yönelik saygısız davranışlarınız karşısında şimşekleri üzerinize çekmeyi baştan kabullenmek durumunda kalırsınız. Sistem taraftarları müşteri haline getirirken onore etmeyi unutmaz çünkü müşteri velinimet olarak onlara lazımdır. Buna karşın taleplerini dinler, onları ciddiye alır ancak hiçbir zaman onların ipiyle de kuyuya inmez.

Çünkü taraftarlık ne kadar müşteri pozisyonu almış olursa olsun halen irrasyonel bir davranış türüdür ve bu yüzden kar/zarar hesabının dışında bir yerde konumlanmayı sürdürmektedir. Belki ütopik bulabilirsiniz ancak futbolun ölümüne yol açacak ve yeniden gerçekten kitlelerle buluşmasına sağlayacak olan gelişmeler de tam buradan filizleneceklerdir. Ülkemizde ise işler endüstriyel futbolun beklentisi ve hızının çok gerisinde bir şekilde yürümeye devam etmektedir. Biraz bize özgülük meselesini futbolumuz açısından da görebilir ve olan biteni bu minvalde değerlendirebiliriz.

Galatasaray kulübünün son birkaç yıldır Avrupa’ya açılan pencere olma özelliğinden uzaklaştığını ve giderek ülke içine dönük bir ruh hali içerisine büründüğünü görüyoruz. Ligimizde elde edilecek başarıların ezeli rakipleri ile olan mücadelesinde daha fazla prim sağlayabileceğini zannediyorlar ve maalesef çok ama çok yanılıyorlar. Galatasaray’ı son otuz yıl içerisinde farklı bir konuma taşıyan özelliği yurt içinde elde ettiği kupalardan çok daha fazla yurt dışında yaptığı mücadeleler ve orada kazandığı başarılardır. UEFA kupasını ve Süper Kupayı kazanması ile çıtayı daha yukarı bir yere taşımayı başarmıştır. Ancak son yıllarda gerek teknik direktör seçimleri ile gerekse de oynadığı karşılaşmalarda elde ettiği başarısız sonuçlar ile yarattığı ismi zedelemektedir. Geçen yıl alt yapı antrenörü olan Jan Olde Riekerink ile Türkiye kupasını kazanarak sezona başlayan Galatasaray’ın bir türlü istenen oyunu oynayamaması ancak ligde matematiksel olarak şampiyonluk potasında kalması da herhalde yine bize özgü bir durum olsa gerektir. Riekerink’i alınan bir mağlubiyet sonrası göndermek kulüp yönetiminin takdiridir ancak göreve getirilen kişinin bir başka takımın teknik direktörü olması ise etik dışı bir yaklaşımdır.

Taraftarlar istedi diye Karabükspor teknik direktörü İgor Tudor’u takımın başına getirmek ve üstelik bunu yaparken Karabükspor takımına herhangi bir şekilde başvurmamak yakışıksız bir yaklaşımdır. Rakibinizin çalışanını ayartmak hangi iş kolunda olursa olsun şık olmaz, ilkesiz duruşla kısa vadede kazançlı çıktığını zannedenler kaybettikleri şeylerin değerini anlayamazlar.

Büyüklüğü sağlayan şey sadece müzelerinizdeki kupalar, kazanmış olduğunuz başarılı sonuçlar ya da taraftar sayınız değildir. Büyüklük aynı zamanda bir duruş olarak kendi taraftarlarınız kadar rakiplerinizin taraftarları açısından da önem arz eden bir hissiyat oluşturmaktır. Büyük olan takımlar mazileri ile büyüktürler ve onların büyüklükleri sadece bir kupadan, kazandıkları başarılardan oluşmamaktadır. Futbolcusundan teknik direktörlerine ve yöneticilerine kadar o takımın her bir ferdinin yaratmış olduğu ahlaksal duruş, büyüklüğü meydana getirir.

Bu yüzden takımların kaptanları ya da başkanları yaptıkları ile sadece kendilerini göstermezler aynı zamanda tüm bir camianın geçmişini de temsil ederler. Galatarasay kulübü fair play karşıtı bir harekete imza atmak sureti ile son derece yanlış bir davranış gerçekleştirmiş ve anormal bir durumu normalleştirmeye çalışmıştır. İlkesiz bir duruş sergilemek suretiyle büyüklük üzerinden aslında son derece küçük düşündüğünü bir kez daha ortaya koymuştur. Ne yeni teknik direktörü bu durumun çaresi olacaktır ne de bu yapılan etik dışı davranış kolay kolay unutulacaktır. Bu leke Galatasaray tarihi açısından geçmişine yakışmayacak bir iz bırakacaktır. Son olarak taraftarlara şirin gözükmek için kulüp yönetimlerini onların istedikleri gibi yönlendiren bütün kulüplerin başına gelen Galatasaray yönetiminin de başına gelecek ve çanlar böyle gittiği takdirde bu kez de onlar için çalacaktır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"