30 Ocak 2020

Akademik teşvik ve ötesi

Akademik teşvik uygulaması belki iyi niyet ile getirilmiş olmasına karşın zaman içerisinde arka kapıdan dolaşmak suretiyle işin suyunu çıkartan uygulamalara da yol açmıştır

İnsana dair yazımın içerisinde bitmeyen akademik teşvik tartışmasına da yer vermiştim. Yazının ardından akademisyen arkadaşlarımdan, saygı değer hocalarımdan uygulamaya ilişkin çok sayıda şikayet aldım. Her geçen yıl biraz daha tuhaflaştırılan ve adeta teşvik etmeme adına uygulamalara imza atılan düzenlemenin bu şekliyle kaldırılması taraftarı olduğumu peşinen belirteyim. Çünkü söz konusu uygulama sonrasında Yüksek Öğrenim Kurumu kendisinin ortaya çıkarttığı nicelik takıntısını daha da garip bir hale büründürmüştür. Burada dikkat çekici husus ise bir önceki yıl kabul edilen uygulamalara göre hazırlık yapanların geç çıkartılan yeni düzenlemeler sonucunda futboldaki tabirle ofsayta düşmüş olmalarıdır. Bir başka deyişle dere geçilirken atın değiştirildiği bir uygulama yaşanmıştır.

Kendisi de akademiden gelmekte olan Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde yıllar içerisinde farklı şekillerde devreye sokulan zam uygulamaları karşısında ekonomik anlamda cazibesi kalmayan akademisyenlerin desteklenmesi adına seyyanen zam yerine akademik teşvik adı altında bir uygulama devreye sokuldu. Burada amaç akademinin en alt kademesindeki araştırma görevlilerinden başlayarak en üst kademedeki profesörlere kadar maaşlarına her ay bir katkı sunmaktı. Bunun için ise akademik hiyerarşide bu kez tersine bir yol izlenmekte olup aynı puanı toplayan genç akademisyenlerin hocalarından daha fazla teşvik ücreti almaları sağlanacaktı. Görünürde son derece mantıklı ve makul gözüken düzenleme daha ilk yıl sonunda organize edilen sempozyum, çalıştay, kongreler başta olmak üzere, yayımlanan kitaplar, makaleler, sunulan bildiriler üzerinden birtakım suistimalleri de beraberinde getirmeye başladı. 2016 yılında başlayan uygulama her yıl gözden geçirilerek ve her seferinde ortaya çıkan açıkları kapatabilmek adına yeni tuhaflıklara imza atarak yoluna devam etti.

Nitelik-nicelik meselesi

Önce nitelik-nicelik meselesine odaklanmakta yarar var çünkü akademinin nitelikten ziyade nicelik esası üzerinde yeni bir yörüngeye sokulmasında akademik teşvik uygulamasının büyük bir etkisi oldu. Teşvik uygulamasının ardından düzenlenecek olan bütün bilimsel organizasyonların daha duyuru aşamasında "akademik teşvik yönetmeliğine uygunluk" ifadesi üzerinden duyurular dolaşıma sokuldu. Tabii bu yeni durum beraberinde söz konusu etkinliklerin büyük bir kısmının maddi getiriler üzerinden dönüştürülmesine yol açtı. Katılım ücreti, puan toplamaya endekslendi ve bilimsel nitelik gözeten uygulamalar hızla azalırken yerlerini yeni dönemin karşılığı olan nicelik tutkunu fakat bilimsel kalite ile örtüşmeyen etkinlikler alıverdi. Yıllar içerisinde bu durumun nereden gelip nereye doğru gittiğini ülkemizin tüm akademik camiası gayet net bir biçimde yaşadılar. Hatta bu durum zaman zaman sosyal medyanın da gündemine düşmesi nedeniyle kamuoyuna da "yurt dışında düzenlenen bilimsel kongrelere soruşturma" şeklinde yansıdı.

Avcı ne kadar hile bilse, ayı o kadar yol bilir

Teşvik yönetmeliği ile yıllar içerisinde getirilen her yeni düzenleme karşısında bu kez karşı hamlelerin geldiğine şahitlik ettik. Örneğin uluslararası kongre düzenlemek için önceleri adı uluslararası olan etkinlikler ardından 3-5 kişinin yabancı olması şeklini alırken yeni düzenleme ile yarıdan fazlası şekline sokulmuş ve yedi farklı ülkeden davetli konuşmacının olması koşulu getirilmiştir. Bazen atasözlerimiz yaşadıklarımızı anlamlandırmada son derece yol gösterici olurlar, işte bunlardan bir tanesi bugün geldiğimiz noktayı ve önümüzdeki dönemde teşvik adı altında yaşanabilecekleri gayet güzel açıklıyor: "Avcı ne kadar hile bilse, ayı o kadar yol bilir". Yarıdan fazlasını yabancı olsun mu istiyorsunuz bu kez kongrelerin içeride değil dışarıda yapılmasının ve yine istenilenlerin sağlanmasının önünü açmış oluyorsunuz. Şimdiden kongre çağrılarında yarıdan fazlası yabancı akademisyen vurgusu ile sekiz farklı ülkeden davetli konuşmacı vurguları ön plana çıkmaya başladı bile.

Bir diğer önemli sorun bir ülkenin kendi bilim dili ile ilgili olarak yaşadığı sorunda gizli. Nicelik adı altında sürekli olarak getirilmek istenilen uygulamaların yabancı dilde yayını özendirme üzerine kurulu olmasının üzerinde durmalıyız. Bir taraftan yerli ve milli vurgusu ön plana çıkartılırken öte taraftan sürekli olarak yabancı hayranlığı üzerine kurulu olan bir anlayış pompalanmaya devam edilmektedir. Örneğin getirilen son düzenleme ile 2019 yılı içerisinde yurt dışında kitap yayımlayan ülke içerisindeki yayınevleri de eğer Türkçe dışındaki dillerde 20 kitap yayımlamadılarsa kategori dışı kabul edilmektedirler. İşin ilginç kısmı geçen yıl bu yayınevlerini teşvik kapsamında kabul eden kurum, bu yıl almış olduğu kararla tam tersi bir uygulamaya imza atıyor ve yapılan yayınları da görmezden gelebiliyor.

Yayınlar nerede yapılıyor?

Üzerinde durulması gereken ve asıl sorgulanması gereken bir diğer husus ise akademisyenin yayınlarını nerede yaptığı meselesi ile ilgili. Örneğin 2019 yılı içerisinde vakıf üniversitelerinin birinde çalışan bir akademisyen bilimsel bir kitap yayınlıyor ve bu kitap alana katkı sağlayarak farklı akademisyenlerin atıfta bulunmalarına vesile oluyor. Aynı akademisyen yıl içerisinde devlet üniversitelerinden birisine geçiş yapıyor ve teşvik başvuruları sırasında yazmış olduğu kitabı beyan edemiyor. Çünkü o kitap vakıf üniversitesinde çalıştığı sırada yazılmış ve ona yapılan atıflarda bu yüzden geçersiz kabul edilmiş! Bilimsel verimliliği arttırmayı savunan bir kurumun devlet kurumunun dışında yapılan yayınları adeta çöpe atmasını nereye yerleştireceğiz. Bilimin devleti veya vakfı olabilir mi? Yayını yapan aynı kişi olacak ancak yapıldığı yer nedeniyle söz konusu yayın ve o yayına yapılan atıflar göz ardı edilecek!

Son bir noktada akademik teşvikle birlikte üniversitelerin ocak ayı içerisinde adeta teyakkuza geçmeleridir. Ardı ardına teşvik takvimi ile ilgili yazılar yayınlanır ve bu yazılara istinaden her bölüm kendi içerisinde komisyonlar oluşturur ardından fakültelerde, daha sonra da rektörlükte oluşturulan komisyonlar gelen teşvik dosyalarını inceler ve karara bağlarlar. Ardından itiraz süreci yaşanır ve nihai anlamda teşvik almaya hak kazanan isimler yayınlanır. Tabii bu arada teşvik dosyasında ülke çapında binlerce sayfa kağıdın israf edildiği gerçeğini de aklımızdan çıkartmamalıyız. Çünkü var olan sistem kendi elemanlarına güvenmediği için adeta deliye postaki saydırır gibi size yapılan atıfların hangi dergide, hangi makalede ve hangi sayfalar içerisinde olduğunu bulup göstermeniz ve bunu dosyanıza koymanız gerekiyor. Her şeyin elektronik ortama geçtiği bir dönemde bile basılı materyalleri toplamaya devam ediyoruz.

Akademik teşvik uygulaması belki iyi niyet ile getirilmiş olmasına karşın zaman içerisinde arka kapıdan dolaşmak suretiyle işin suyunu çıkartan uygulamalara da yol açmıştır. Bu haliyle bilimsel bir katkı sunmaktan uzak ve her geçen yıl biraz daha fazla para vermemek adına yeni yaptırımların dolaşıma sokulduğu bir uygulamaya dönüşmüştür. Akademinin taşralaşması tartışmasında hiç kuşkusuz akademik teşvik uygulamasına da yer vermek gerecektir. Çünkü söz konusu uygulama sonucunda nicelik ile nitelik arasındaki mesafe giderek açılmış ve akademi puan toplamaya indirgenmiştir. Bu durumun başta doçentlik olmak üzere doktor öğretim üyeliği ve profesörlük atamalarında da karşılık bulması şaşırtıcı değildir. Akademisyenler puan toplamaya değil alanlarında nitelikli yayınlar yapmaya ve ülkelerine katkı koyacak uygulamalara imza atabilecek şekilde konumlandırılmalıdırlar. Bunun yolu ise teşvikten değil akademiyi tüm yönleri ile yeniden düşünmekten ve eleştirel bir perspektiften geçmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır