Sosyal devlet ve vergi
Sermaye kazançlarının ücret gelirinden çok daha fazla büyüdüğü yıllardır yeniden yazılıp tartışılan konu. Fransa'da Thomas Piketty, Capital adlı çalışmasında bu sorunu getiri istatistiklerinden yola çıkarak inceledi.[1] Maliye Bakanlığı bu konuya yine yanlış yaklaşıyor. Yanlış bütçe yönetimiyle yol açılan açığı, daha büyük tahribat yaratacak bir yöntemle tedavi etmek istiyor. Hisse senedi yatırımlarından sağlanan kazanç vergilenirse, hisse senetleri ve borsa değer kaybeder.
Sermaye geliri kazancı başka bir şey. 3 ay önce, 2024 Şubat ayında Brezilya'da yapılan G-20 toplantısında evrensel bir gelir/servet vergisi önerisi tartışıldı.[2] Bu önerinin arkasındaki çalışmayı yapan ve raporu hazırlayan da T. Piketty gibi bir Fransız iktisatçı.
Fransa, Almanya'dan sonra Avrupa'nın ikinci en önemli gücü, Fransızlar bunu tadamıyor. Bir Fransız hekimin, mimarın eline geçen harcanabilir gelir, birçok ülkedeki meslektaşına göre daha az. Çünkü ülkenin sosyal devlet modeli, emeklilikten sağlık, ücretsiz eğitime kadar tüm hizmetleri, yurttaşlarından topladığı vergi geliriyle karşılıyor. Yani geliri göreli olarak daha az olsa bile o hekim, mimar, birçok ülkedeki meslektaşı kadar iyi yaşıyor.
Almanya sosyal devlet modeli ülkeyi, işçi sendikaları ve bankacılık sistemiyle birlikte Avrupa'nın en büyüğü yaptı. Bu güç neredeyse kilise kadar kutsal olan mali yapının, bütçe dokunulmazlığının sonucu. Avrupa Birliği'nin ekonomik birliğe evrilmesinin önündeki önemli engel, Alman yurttaşının ulusal bütçesine kimsenin dokunmasına izin vermemesiydi. Tabii, bu kimse tanımına ülkenin devlet başkanı, şansölyesi, bakanları da dahil.
İskandinav ülkeleri olarak bilinen İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya'da vatandaş vergisini öderken, son kuruşuna kadar kendisine geri döneceğinden emin. Trafik cezaları bile suçun işlendiği noktada, bireyin daha önce beyan ettiği gelirine göre belirleniyor ve birey ödediği ceza, kendisine, ailesine, sağlık, yol, temizlik gibi kamu hizmetleriyle geri geleceği için itiraz etmeyi düşünmüyor. Böyle olduğu için başbakan makamına bisikletle, dış seyahatlere tarifeli uçakla gidiyor.
Bunlar ulusu ulus yapan özellikler. Kamu hesap verdiği, birey hesap sorabildiği, hiç kimse sorumsuzluk zırhına sarılamadığı için "güven", telaffuz dahi edilmeyen en önemli toplum kuralı.
Vergi kaçırmak, vergiyi yönetmek!
Vergi bireyin yurttaşlık sözleşmesiyle bağlı olduğu ülkeye karşı temel sorumluluğu, tıpkı ülkenin savulmasında görev almak gibi. önce kendimiz, sonra ailemiz, ülkemiz için sorumluluk duyarız. Kendimiz olmazsak, yaşam olmaz. Toplum içinde yaşamanın ilk adımı aile kurmak, ardından ailenin nesiller boyu her bakımdan sağlıklı bir şekilde var olması ise, bunu sağlayacak koşulların ülkenin tamamı için sağlanması. Onun için vergi kaçırma eylemi üzerinde durmuyoruz.
Vergi yönetmek ise nakit yönetimi gibi, şirketin faaliyetiyle yaratılan gelir üzerinden hesaplanan verginin, şirketin nakit akışına, büyümesine zarar vermesine yol açmayacak şekilde değerlendirilmesini ifade ediyor. Şirket bu amaçla, kârını, şirketin büyümesine destek olacak yatırımlara izin veren vergi uygulamasının yapıldığı yerde değerlendiriyor.
Zucman'ın savunduğu, milyarlık servetler üzerinden alınması önerilen, örneğin yüzde 2 mertebesinde verginin, tüm ülkelerde aynı oranda olacağı için böyle bir kaynak kaybına yol açmayacağı, tersine bunu önleyeceği düşünülüyor.
Güven, istikrar
Antropolojik çalışmalar farklı toplumların bunu değişik yöntemlerle temin ettiğini gösteriyor. İnsanlar alıştıkları yaşam koşullarından, ilişki şekillerinden uzaklaşmak istemiyor. Bireylerin buna karar vermesi için yerel yaşam koşullarının, güven ilişkilerinin temelli sarsıntılar yaşaması gerekiyor. Maalesef Türkiye son yıllarda böyle bir rüzgarın içine itilmiş durumda.
Ülkelerde yaşam koşullarının gelir dağılımıyla ilişkisine sık sık değiniyoruz. Bu yalnız Türkiye için geçerli bir tespit değil, ama son yıllarda burada da kötüleşmekte. Yüz yıldır zaman zaman bir hamle yapılmakla birlikte ülke ve ülke insanı bir türlü toparlanamıyor. Oysa temel endüstri yatırımları yapılalı neredeyse o kadar zaman geçti. Üretimin, teknolojik gelişmenin yaratıcısı olacak yönetim, araştırma altyapısı, ulaşım, haberleşme sistemi ortada. Ama gelir düzeyi bir türlü yükselmiyor.
Milyarderlerimiz dünya liginde nerede?
Maliye Bakanı, vergilendirilmemiş kazanç kalmayacak diyor. Ülkemizde sermaye kazancı kayıt dışı ekonomi, şehirleşme, arazi spekülasyonu ve enflasyon sayesinde oluşuyor. Son yıllarda döviz büfesi, güzellik salonu, konut ve AVM yatırımı bu sistemin sürdürülmesine yol açtı. Ülkenin hemen her köşesinde büyüyen "sarraflara", kuyumcu dükkanlarına bakın ve sahiplerinin nasıl zenginleştiğini düşünün. Bir yandan bu zenginleşme sürerken, gerçek endüstri yatırımcılarının, dünyadaki benzerlerinin varlık düzeyine yaklaşamadıklarını görüyoruz, acaba neden?
Gelir düzeyi derken kastımız sadece yıllık üretilen katma değer, yani GSMH, değil. Ekonominin esas oyuncularına, yatırımcılara baktığımızda, onların da, dünyadaki benzerlerinin yanında zayıf kaldığını görüyoruz. Son yıllarda yapılan özelleştirmeler, kağıt endüstrisi gibi bazı temel sanayi kuruluşlarının elden çıkartılması, ülkenin ekonomik potansiyelini nasıl etkilemiştir?
Dünyadan bazı örneklere bakalım. Örneğin son günlerin elektronik-çip endüstrisindeki yıldızı NVIDIA şirketinin değeri 3.1 trilyon dolara, Tayvan'daki TSMC'nin değeri 3 trilyon dolara, Kore'nin Hyundai şirketinin değeri 110.7 milyar dolara, Elon Musk'ın Tesla'sının değeri 220 milyar dolara ulaşmış durumda. Dünya moda ve lüks endüstrisinin patronlarından Bernard Arnault, Louis Vuitton ve diğer markalarla 200 milyar Ddlar varlık yönetiyor.[3] Doğru politikalarla yönetilen bir ekonomide Boyner de buna benzer bir grup olamaz mıydı?
Bunlarla karşılaştırıldığında Türkiye'nin endüstri devleri 10 milyar doların altında kalıyor. Un var, yağ var, şeker var, neden helva yapamıyoruz? Beko ürünleri dünyanın dört köşesinde aranıyor, Godiva ve United Biscuits Ülker Grubuna ait. Tosyalı Grubu Türkiye'ye sığamadı, Libya, Cezayir derken İspanya'ya uzanıyor. Borusan yıllardır ABD'de boru üretiyor. Durum buysa, kedi bu kadar becerikliyse, ciğer nerede?
Yanlış bu şirketlerin yatırım kararlarında ve nasıl yönetildiklerinde mi, yoksa onlara rehberlik etmesi gereken kamu politikasında mı? Kamu politikası beton yatırımlarına, ranta, arazi spekülasyonuna, kamuda israfa ön verirse, bu şirketlere kalan kendi varlıklarını korumak olmaz mı? Bunlara ek olarak, kamu kendi uygulamasının yol açtığı kapatmak için, ekonominin zaten yeterli kas geliştirmemiş olan üretim gücüne başvurursa, başta ülkenin belkemiği olan KOBİ'ler bunu nasıl karşılayabilir?
Çözüm nerede? Kurdun ensesi neden kalındır?
Bir süredir kimin lider olması gerektiği, kimin kazanabileceği gibi, kendi başına derde çare olmayacak sorulara takıldık. Toplum kendi sorunlarına sahip olmazsa, bugüne nereden, nasıl geldiğini önce kendi kendisine sormazsa, hangi siyasetçi benden bu kadar alın bu gücü der?
Hangi bağcı "üzümüm ekşi" der?
Farklı davranışa örnek mi ararsınız? Hemen bugünlerde Fransa ve E. Macron... Bir yıldız gibi geldi göklerden ve yine bir yıldız gibi sönüp gitme yolunda. Oysa o ne yürüyüştü Louvre piramidinde yaptığı başkanlık konuşmasına giderken. Sahneye kim hazırladıysa, koreografiyi kim düzenlediyse, iyi iş yaptı.
Pekala, buraya kadar yazılanlar anlamlıysa, kıssadan hisse nedir? Ağustos böceği karıncanın kapısında! Ama sızlanmak çare değil.
Hani derler ya, 64 bin dolarlık soru ya da gerçekten öyle mi? Siyaseti siyasetçiye ihale ettiğimizde, ve hele onu sorgulanamaz yetkilerle güçlendirdiğimizde geldiğimiz yer belli. Siyasetçinin görev tanımı siyaset yapmak, bunu yaparken kişisel çıkardan ne kadar uzak durabildiğini, ya da iktidarı cazibesine dayanamadığını onyıllardır görüyor, bunun bedelini toplum olarak ödüyoruz.
Evimize, işimize nasıl sahip oluyorsak, ülkemize de sahip olmak zorundayız. Bu ülkeyi kurmak için savaşanlar onu profesyonel siyasetçiye emanet edelim diye yapmadılar bunu. Üstelik emanet ettiğimiz en değerli varlığımızın nasıl yönetildiğinin hesabını da sormuyoruz. Hesap vermeyeceğini bilen siyasetçi, gücünü kendi çıkarına kullanıyor.
Hep şunu duyarak büyüdük: Yarın ölecekmiş gibi hazır ol, dünya işlerini tamamla, sonsuza kadar yaşayacakmış gibi hazırlan. Bunda mutabıksak ve ciddiysek, ailelerimizden başlayarak bize düşen görevi görüşelim. İnançlara tutsak olmayalım. İsteyen istediğine inanır. Önümüzdeki görevi belirleyen, bir meçhul gelecekte ne olacağı değil, bizim kendi irademizle neleri tercih edeceğimizdir.
[1] Thomas Piketty, Capital in the Twenty-First Century, Belkamp, Harvard, 2014
[2] Gabriel Zucman,A Blueprint for a Coordinated Minimum Effective Taxation Standard for Ultra High Networth Individuals, June 25, 2024, Brasil.
[3] Bernard Arnault 1949 doğumlu, ünlü Fransız Ecole Polytechnique mezunu, bugün Christian Dior'dan Louis Vuitton'a ve kuyum endüstrisinde Tiffany'ye kadar yaygın bir yelpazenin sahibi.
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?
Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.
Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.
T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.
1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.
1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.
Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.
1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.
2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.
2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu
A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
|