“Hareketli merdiven”, yani ücretlerin endekslenmesi, yani hemen hemen ücretlinin enflasyona yenik düşmemesi için ilk olarak 1920’de Belçika’da uygulandı ve hala devam etmekte. Fransa 1952-83 arasında, Danimarka 1945, Hollanda 1965, İtalya 1946-92, Lüksemburg 1921-2022 arasında uyguladı.
Maksat, ücretlinin satın alma gücünün azalmaması, yoksa enflasyonu durdurmak, yavaşlatmak gibi bir amacı yok. Zaten enflasyonun nedeni işçi ücretleri değildir. İşçi ücretleri her zaman üretimin kaldırabileceği, iş modelinin izin verdiği kadar kadar yükselebilir. Öte yandan yükselmesinden endişe edilen işçi ücretleri, işçinin geliri, sanayicinin kurtuluşudur. Çünkü talep, ücretlinin talebidir. Ücretli gelirini harcar, iş adamı, patron geliriyle yatırım yapar. Ücretliler hareketli merdivenle ölmeyecek kadar doyarken, ticaret, onlara gıda, ilaç, giysi, konut, yani Maslov piramidinin ilk basamağındaki ihtiyaçları sağlarken, fiyatları en az enflasyon kadar yükseltmektedir.
Kriz dönemlerinde talebi azalmayan, lüks harcamalarıdır. 1929 buhranın aşılmasını sağlayan politikanın mimarı iktisatçı J. M. Keynes, talep azlığından veya belirsizlik nedeniyle doğan daralmalarda, insanlara sıfır maliyetli para sağlanmasını, hatta biraz karikatürize ederek gökten para atılmasını önerir. Echelle mobile doğrudan doğruya beklentilerle ilişkilidir, onları beslemektedir.
Önemli olan bireylerin kriz kaygısıyla tüketim harcamalarını, böylece talebi azaltmalarını, yatırımcıların yatırımdan vaz geçmelerini önlemektir. 2008 ekonomi krizinde ABD hemen hemen bu tür önlemlere başvurmuştur.
Fiyat üreticinin maliyetleri ile alıcının alma isteği tarafından belirleniyor. Üreticinin girdi ve işçilik maliyetleri yanında sermayenin maliyetiyle kredi geri ödemesi ve faizi de vardır. Faiz oranları Merkez Bankasının enflasyonu yönetirken uyguladığı politikadan etkilenmektedir. Yani işin maliyet tarafı çoklu bir küme oluşturmaktadır.
Enflasyon ücretlilerle sermaye arasında paylaşım savaşı olarak da tanımlanır, çoğu kez ülkeyi yönetenlerin önceliklerinin, siyasal görüşlerinin, korkularının ve bazı ülkelerde krizden kazançlı çıkma, dostlara kazandırma güdüleri etkili olur. Buna örnek olarak ülkemizde hem kamuda hem de şirketler dünyasında rekabet ve maliyet kaygılarına değinebiliriz.
Şirketler verimlilik arttırarak rekabet gücü kazanmak için ARGE çalışması yapmak, çalışanları sürekli olarak eğitmek, onları dünyadaki rakiplerinin üretim yöntemleri, verimlilik arttırıcı girişimleri konusunda para harcamaktan kaçınırlar. Elbet her şirket bu durumda değildir. Adını vermeyeceğim, üretimi Anadolu’da olan bir konfeksiyon üreticisi dünyayı dolaşmakta, örneğin Milano’da ziyaret ettiği tasarım şirketinden A4 üzerine eskizler satın alarak bunları kendi imalatında kullanmaktadır. Bu şirket imalat çalışmalarına Sırbistan’da kurduğu tesisle devam etmektedir. Satışları için de Londra’nın önemli semtlerinde mağaza açmaktan çekinmemektedir.
Genç bir girişimci babasının kendisine devrettiği mutfak eşyası üretimini çeşitlendirmiş, 2008 yazında piyasa durmuşken bir reklam kampanyası başlatarak yıl sonuna kadar stoklarını tekrarlamış ve yılı rekor satışla tamamlamıştır. Bu şirket geçen yıllarda genişlemeye, ürün çeşitlendirmeye devam etmiş, Londra’da ve başka ülkelerde satış kanalları kurmuştur.
Girişimciler bunu yaparken aynı dönemlerde kamu kriz kaygısıyla ithalatı frenlemek için talebi kısıcı katma değer vergisi, özel tüketim vergisi gibi yükler getirmiştir. Bugün elimizden bırakmadığımız telefonların ve onlarla yaptığımız görüşmelerin üzerindeki vergiler, taşıt araçları üzerindeki caydırıcı vergiler, enflasyonu azdıran etkenler arasındadır.
Bir konferansta konuşma yapmak üzere geçen hafta Bükreş’e gittim. Birçok ülkeden gelerek konferansa katılan fizikçilerden, diğer bilim insanlarından söz etmeyeceğim. Ama konferansa salonunda geçirdiğim sekiz saat, tartışmalar, beni ülkemde yaşadığım baskıdan, boğucu tartışmalardan uzaklaştırdı. Yıllardan burada bilim insanlarına sorup ilgilerini uyandıramadığım sorularım orada kendi bağlamını buldu.
Romanya 1930’lu yıllarda başlayan bir komünist dönem geçirdi 1965-89 yılları arasında N.Caucescu ve eşi ülkeyi kastı kavurdu. Tesadüfen o dönemde bu kez akademik değil iş nedeniyle sık sık Bükreş’e gittim.
1989 devrimin etkileri in ardından ülke birçok suiistimal soruşturmasıyla temizlendi. Sonunda Romanya 2007’te A.B üyesi oldu, Romanya’nın nüfusu 19 milyon, 2024 milli geliri nominal olarak 19.530 dolar, satın alma paritesine göre bu rakam 43.000 dolar oluyor. 2023 yılı enflasyon oranı yüzde 10.4.
Mart 2024 Shengen sözleşmesine katıldı. Henüz para birliğinde değil, Ley geçerli. Zaten uzun bir tarihi ve Osmanlı geçmişi olan ülkede AB üyeliğinin etkileri kendisini ulaşım altyapısında, araç stokunda, trafik kültüründe gösteriyor.
Gelmek istediğim konu vergi politikası.
Beni havaalanına getiren araç bir Renault Kaptur 1600cc. Renault Romanya’da üretim yapıyor, ama bu model burada mı yapılıyor, şirketin bir başka ülkesindeki fabrikasında mı, bilmiyorum. Zaten nihai montaj bir başka ülkedeki fabrikada da yapılsa, binlerce parça kim bilir hangi tedarikçilerden geliyor. Kaptur’un perakende fiyatı tüm vergiler dahil 16-17 bin euro, yani hemen hemen 612 bin TL. Türkiye’de çeşitli vergiler sayesinde bir buçuk milyon liradan, yani Romanya’nın 2.3 katından daha fazla oluyor. Bu bütün imalat sanayi için geçerli. İşte enflasyonun ana nedeni, yüksek vergilerle şişen satın alma bedeli.
Böyle yüksek fiyatlarla yola çıkan taksi, kamyon, vinç ve benzeri üretim aletlerinin sahipleri, yani girişimciler elbette yüksek ücretler talep edecek. İş burada kalmayacak, tüm ürünlere yayılacak. Kastamonu balı almak istedim, geçen yılın iki katı bedel istediler, nedeni, taşıma maliyeti. Aynı şey domates, patates, soğan ve bütün tüketim malları için geçerli. Bunun üstüne tüccarın fırsatçı fiyatlamasını ekleyin, hoş geldiniz kabul edilemez. Bu bağlamda TÜİK ve benzeri kurumların yarattıkları endeksleri anlamı kalmaz. Bu koşullarda zaten daha iyisi beklenmez.
Bunları faiz oranlarıyla düzeltebilir miyiz? Kocaman bir hayır.
Bu vergiler neden gerekli? Yıllardan beri süregelen bir neden “ihtiyatlı” davranmak, yurttaşı ithal mal talep etmekten caydırmak. Bu, kaliteli ürün tüketiminin hem bireyin hem de üreticinin teknoloji bilgisini, tercihlerini ve tüketim kültürünü etkilemektedir.
Bir başka neden, kamu giderlerinin karşılanması için yüksek kamu geliri gerektiği ve siyasetin bu gelirin, yüksek gelir elde edenlerin vergilenmesiyle sağlanmasına engel olduğu. Fransa Avrupa’nın Almanya ve İngiltere’den sonra üçüncü en yüksek gelire sahip olduğu ülkesi. Ülkede sosyal hizmetler, sağlık hizmetleri Almanya ve İngiltere kadar mükemmel. Şirketlerin gelir vergisi oranı Fransa’da yüzde 25, Almanya’da yüzde 30. Hiçbir ülkede, hiçbir endüstri, şirket kayrılmıyor.
Türkiye’de kamu giderleri ve onların milli gelire oranı ülkelerine kıyasla küçük görünebilir, ama maalesef gerçek rakamlar göründüğü gibi değil. Yalnız dev uçaklarla yapılan ABD ve benzeri uçuşların, ki bunların yanında makam araçlarının ayrıca uçaklarla gönderilmesi de kamu kaynaklarıyla oluyor. Bu rakamlar göreli olarak büyük olmasa da uzun koruma konvoylarıyla yapılan geziler, her biri tüketici olan yurttaşların bütçe, gelir algısını etkilemektedir.
Söze ‘echelle mobile’le başladık. Bu uygulamanın makul düzeylerdeki enflasyon dönemlerinde ücretlilerin satın alma gücünü destekleyerek onlara güven sağladığını, beklentilerini “törpülediği” söylenebilir. “Hareketli merdiven” insanları enflasyona karşı koruyabilir, ama burada söz konusu olan, yüzde 50-60 oranlarında enflasyon değildir. İş bu raddeye geldiğinde sorun yapısaldır. Onun temelinde de hukuk, adalet, hesap sorma vardır.
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?
Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.
Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.
T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.
1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.
1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.
Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.
1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.
2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.
2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu
A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
|