Türkiye'de büyük hayran kitlesi olan fransız sokak sanatçısı Zaz dün İstanbul'da konser verdi. Zaz, yuvarlak masada gazetecilerle sohbet etti. Taraf'tan Elif Bereketli, Zaz'ı ve o masada konuşulanları yazdı.
"Chanel'inizi istemem, Ritz'deki lüks odalarınız sizin olsun" diye haykıran Zaz'a "Kendini sisteme alet olmuş gibi hissediyor musun hiç" diye sorduk. Cevabı ise: Evet sistemin içindeyim, ama sisteme karşıyım da
Özellikle 20'nci yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran Fransız dili ve kültürü, yüzyıl sonuna doğru, hemen hemen tüm havasını kaybediyor. Amerikancanın ağır hakimiyetinde geçen uzun 10 yılların ardından;Parizyen kültür ve müzik, artık geçmişten hoş bir seda halii almıştı ki; günün birinde bir kadın çıktı, Fransızca şarkılar söyledi, kimse anlamadı ama Fransızca yeniden günün en sevilen şarkılarının dili oluverdi.
Tüketim kültürünün ve kapital güçlerin yönlendirdiği bir dünyada, "Chanel'inizi istemem, Ritz'deki lüks odalarınız sizin olsun" diye haykıran da yine bu kadındı. İronik bir şekilde, alışveriş merkezlerinde bile en çok çalan şarkıcılarından biri oldu. Öte yandan, frankofonluğun başka bir kaliteden sayıldığı ülkemizde, frankofonlar tarafından değil ama halk tarafından bambaşka bir sevgiyle karşılanan Fransız, yine bu kadının ta kendisi. Halk, çoğunlukla anlamadığı Fransız dilinde böyle coşarken hangi hislerle doluyor, orası bilinmez tabii.
Zaz'dan bahsediyorum. Aslında Zaz dediğimiz bir kadın değil, Isabelle Geffroy ve arkadaşlarından oluşan bir grup. Ama galiba Türkiye halkı için Zaz, Geffroy'un ta kendisi. İnternette ünlü oldular desek yanlış olmaz heralde. Önce, bir hevesle, tüm şarkılarını defalarca paylaştık, dinledik. Sonra da "Ne çok paylaşıldı" dedik, bir süre yüzünü görmek istemedik. Kendimiz var edip, kendimizi usandırdığımız bir kadın Zaz. Neresinden bakarsanız bakın, son bir yılda hayatlarımıza dahil olan ama ötelemeyeceğimiz bir fenomen.
Kendine, kendi bile inanmıyor
Dün İstanbul Maçka Küçükçiftlik Park'ta bir konser veren Zaz, ikinci Türkiye ziyaretinde, gazetecilerle bir yuvarlak masa toplantısında buluşuyor. Ve olay mahaline, bizzat ben de intikal ediyorum.
Kendisi rahatlıkla "çok tatlı" diye tabir edilebilecek bir kadın. Gerçekten çok ama çok sempatik. Asla yapmacık değil, galiba aslında henüz büyük bir yıldıza dönüştüğü gerçeğiyle yüzleşmemiş. Her soruya uzun uzun cevap veriyor, öyle ki çevirmeni kendisini mola vermesi konusunda uyarmak zorunda kalıyor. Soru soran gazeteciyle birebir iletişim kuruyor. "Chanson kültürünün 21'inci yüzyıldaki temsilcisisiniz" diyorsunuz, kocaman daha da açılıyor. Kendine, kendi bile inanamıyor.
Sonra sohbet başlıyor. Fransa dışındaki ülkelerde de bu kadar çok ilgi görmesini anlayamamış pek. "Özellikle Türkiye'de benden çok şey beklendiğini hissediyorum" diyor ve "Türk seyircisiyle aramda bambaşka bir iletişim var" diyor, şaşırmıyoruz. Konu chanson kültürü meselesine gelince, "Sizce hala Fransızcanın bir şansı var mı" diye soruyorum. Şöyle diyor: "Yeni bir şeyler yaratıyorsanız dilin çok da önemli olmadığını düşünüyorum. Fransa'yı tabii ki çok seviyorum, ama ulusalcı değilim. Dünyayı, Fransa'dan daha çok seviyorum. Bu konuda ne desem, doğru olmayacak."
Kimsenin cebini doldurmasına alet olmam
Fransızca sözlü kadın vokal oluşundan dolayı Edith Piaf, Barbara gibi şehirli ve cesur kadınlarla bağaltılandırıldığı hatırlatılınca, onların aşk anlayışıyla kendininkinin arasında fark olduğunu söylüyor: "Onlar çok daha bağlılardı, benimki biraz daha bağımsız, şartsız bir aşk. Yine de Edith Piaf gibi bir karakterle beni bağdaştırmanız benim için gururdan başka hiç bir şey olamaz. Çünkü onlar şarkıcılık taklidi yapan insanlar değildi, gerçekten şarkıcıydılar."
Peki ya şarkı sözleri? Tüketime, tüketenlere "Sizin anlayışınızı istemiyorum" diye haykıran bu kadın, şimdi lüks otellerdekonaklıyor, yoksul hayranlarının giremeyeceği konserler düzenliyor. "Kendini sisteme alet olmuş gibi hissediyormusun hiç" diye soruyorum. Yanıtı şöyle oluyor: "Aslında sistemin içinde olmak lazım çünkü sistemin dışından bakarak bazı şeyleri değiştiremiyorsunuz. Ben bazı şeyleri değiştirmek için sistemden faydalanıyorum, o sırada sistem de benden faydalanıyor tabii. Ama beni hiç bir zaman, bir reklamda göremeyeceksiniz! Kimsenin cebini doldurmasına alet olmayacağım. Ne ki, yaşamda siyah ya da beyaz yoktur. Evet sistemin içindeyim, ama sisteme karşıyım da. Örneğin iki senedir Paris'te yeni toplum düzeni üzerine çalışmalar yapan bir dernekle birlikte çalışıyorum. Üzerinde Zaz baskısı olan her şeyin üzerinden onlara para aktarılıyor."
İlhamın kişisel gelişim kitapları
Sıra şarkı sözlerini nasıl yazdığına, nelerden ilham aldığına; melodileri nasıl yarattığına geliyor. Zaz, her iki cevapta da beni şaşırtıyor açıkçası. Şarkı sözlerini yazarken insanlarla iletişim halinde olmaktan başka bir ilham kaynağı yokmuş. "Peki ya kitaplar, filmler" diye soruyorum; "Kişisel gelişim kitapları okuyorum, edebiyatla hiç bir ilgim yok. Aslında hikayeler yaratmak konusunda çok da başarılı değilim. Sonuçta mükemmel değiller, ama bana aitler en azından" diyor.
Aklına gelen melodileri ise iPhone'una kaydediyormuş. Altı ayda bir yenilenen modellerden ediniyor mu, merak etmeden duramıyorum.