Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrası hükümetin "paralel yapı" nitelemesi ile hedef tahtasına oturtarak Gülen cemaatine mensup kişiler üzerinde baskı kurmasına ilişkin, "Güç sarhoşluğuna dûçar olmamak, hak ve adaletten ayrılmamak, çoğunluğun şımarık zulmüne boyun eğmemek gerekiyor" dedi.
Bürokrasideki görevden almalar ve Bank Asya'nın "devlet eliyle batırılmaya çalışılması" tartışmalarına da değinen Dumanlı, cemaate yönelik baskıları "Türkiye, Türkiye olalı böyle boğucu bir atmosfere şahit olmadı" sözleriyle yorumladı.
Dumanlı'nın Zaman'da "Sayıların altında ezilmek: Çoğunluk zulmü" başlığıyla yayımlanan (8 Eylül 2014) yazısı şöyle:
Güçlü olan mı haklıdır; haklı olan mı güçlüdür? Kadim bir tartışmadır bu. En çok da, uzun seneler boyu mağduriyetler yaşayan İslam dünyası cevap aramıştır bu suale. Kur’an, sünnet ve tarihî tecrübeler Müslümanları kesin bir hükme taşımıştır: Aslolan haktır; güç değil. Güçlü hale geldiğinizde ise İslam ayrıca sizi ikaz eder, zulümden sakındırıp adalete çağırır. Bugün demokratik rejimler olarak gördüğümüz yerler ise bu gerçeği acı tecrübelerle idrak etmiş, iktidarları denetleyen ve dengeleyen kural ve kurumlar ihdas etmiştir.
Sayılar insanı çoğu kez aldatır, şımartır, küstahlaştırır azgınlaştırır; çünkü aslolan hakkı hatırlamak, gücü adalet üzerine kullanmaktır. Aklını rakamlarla bozmuş, hakkaniyet ve adaleti çoğunluk desteğine inhisar etmiş insanları Kur’an defalarca uyarıyor. Sadece Tekasür Suresi bile kemmiyet altında ezilmenin vahametini gözler önüne seriyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir” adlı eserinde sureye şu anlam veriliyor: “Çoğalma yarışı diye çevirdiğimiz, birinci ayetteki ‘tekasür’ kelimesi, bu sure bağlamında özellikle ‘yüksek bir amaç gütmeden, neden niçin demeden mal, evlat, yardımcı, hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çoğunluk ile övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, manevi ve ahlakî sorumluluğu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kaptırmak’ anlamına gelmektedir.”
Tekasür Suresi’nin ilk iki ayetinde “(1) Çoğalma yarışında kendinizi öyle kaptırdınız ki (2) Sonunda (kimin yakını daha çok diye) kabirlere bile gittiniz!” buyruluyor. Aynı tefsirde, “Çokluk yarışı”nda kendini haklı ve güçlü göstermek için kabirlerdeki yakınlarını bile saymaya kalkışanları anlatırken cahiliye Araplarına atıfta bulunup övünç için atalarını, mallarını, mülklerini, evlatlarını sayması naklediyor ve şu manidar yorumla manaya derinlik katıyor: Taraftarların çoğunluğu ile övünme…
Dünyanın şirazesi kaydı. Müslümanların İman-İslâm-İhsan temelleri üzerine kurulu muvazenesi de bozuldu maalesef. Özellikle “siyasal İslam” diye anılan cereyanlar, “sandığa yansıyan halk iradesi” diye bir kavrama adeta imanî bir anlam yükledi. Tabii ki kitle desteğinin makul bir yeri, makbul bir izahı var; ancak hak ve adaleti sayılara mahkûm etmek zulüm dolu bir sapmaya vesile olabilir. Tarihte örneği çok bunun. Üstelik her şeyi halk desteğine bağlamak, çelişki dolu bir önermeyi içinde barındırıyor. Mesela temel ölçüyü alınan oya indirgerseniz şu tip soruların içinden nasıl çıkabilirsiniz: “Geçmişte çok düşük oylar almıştınız; ölçünüz sandığa yansıyan oy miktarıysa dün ‘batıl’dınız bugün ‘hak’ mı oldunuz? Yarın sandıktaki denge değişirse yeniden ‘batıl’ durumuna mı düşeceksiniz?” Daha çetin soru: “Sandıktan zaferle çıkan nice siyasî lider/oluşum var; onların yüksek miktarda oy alması yürüttükleri politikaların hakperest ve adalet üzere olduğunun delili sayılabilir mi?”
Asıl konu şudur: Partiler, gruplar, cemiyetler yaygınlaşmak ister. İşte tam bu noktada güç sarhoşluğuna dûçar olmamak, hak ve adaletten ayrılmamak, çoğunluğun şımarık zulmüne boyun eğmemek gerekiyor. Hele hele “nesil yetiştirmek” gibi iddianız varsa, kemmiyet-keyfiyet meselesine çok fazla kafa yormanız gerekiyor. Unutmayın: İslam’ın ilk 15 senesinde münafık diye bir zümre de yoktu, öyle bir kavram da. Bedir zaferinden sonra Müslümanlık, toplumsal bir güç merkezi haline geldiğinde içi dışı aynı olmayanlar, yalancılığı meslek haline getirenler Müslüman’mış gibi görünmeye başladı. Bu arada menfaat umarak ya da korkarak Müslümanların arasına sızmaya başlayanlar oldu. Bozgunculuk yapan ve fitne çıkaran bu kitle Kur’an ve Hz. Peygamber tarafından deşifre edildi. İnsanlık tarihinin en duru döneminde bile menfaatperest ve korkakların bozgunculuğuna dikkat çekiliyor; demek ki sahte mücahitlerin fitnesi kıyamete kadar sürecek ve o zümre kıblesini hep güce göre ayarlayacak. Münafık hep gücün yanında yer aldığı için zulüm saflarında yer almaya da mecburdur...
Yetiştiricileri yetiştirmeden, ha bire büyümeye çalışmak tarihî bir hatadır. Yarım yamalak eğitimden geçmiş, meselenin lübbü değil kışrı etrafında başı dönmüş nesiller yetiştirirseniz ne bin bir ümitle o işi yapanlar muradına erer; ne de sizin yaldızlı laflarınıza umut bağlayanlar. Adanmış ruhlar, beklentisiz nesiller, fedakâr yiğitler, hasbî ve diğerkâm insanlar yetişsin istiyorsanız, önce hak ve adaleti yerli yerine oturtacaksınız; çünkü zalimlerin yetiştirdiği hayırlı bir nesil hiçbir zaman olmadı; olamaz da!
İlle de hukuk, ille de hukuk!
Aylardır zulmediliyor. Devlet memurlarının bir kısmı meslekten atılıyor, diğer bir kısmı sürgün üstüne sürgüne tabi tutuluyor. İşadamları pervasızca fişleniyor ve işyerlerine vergi memurları gönderiliyor. Bir bankayı batırmak için en alçak yayınlar yapılıyor, sudan bahanelerle eğitim yuvalarının kapılarına kilit vuruluyor. Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli âlimlerden birine ağza alınmayacak hakaretler savruluyor. Türkiye, Türkiye olalı böyle boğucu bir atmosfere şahit olmadı…
Hukuk ayaklar altına alındı, alınıyor. Keyfî uygulamalarla insanlar hakkında işlem yapılsın isteniyor. Tabii ki talep edilen icraatlar, hukuksuz ve çok ağır suç. Bir gün bu ülke normalleştiğinde yukarıdan dikte edilen hukuk dışı her işlemin hesabını hukuk bizzat soracak. Sorması gerekiyor. Bugün sözlü talimatla yargıya, idareye, hukuksuz iş yaptıranlar yarın kendilerini savunabilecekleri kurnazlık sergileyebilir; ama o talimatları uygulayanların kaçacak yeri olmayacak. Sözlü talimat verenler, suç ortaklarını yapayalnız bırakacak çünkü...
Hukuksuz taleplere karşı dik duranlara ayrıca linç kampanyası düzenleniyor. Yargıtay Başkanı Ali Alkan, adlî yıl açılışında yargı üstündeki baskıları gündeme getirdi. Tarihî bir belge bıraktı arkasında. Bir gün siyasetin yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını nasıl ayaklar altına aldığı incelendiğinde, o tarihî konuşma önemli bir hüccet olacak.
Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Haşim Kılıç, katıldığı adlî yıl açılış resepsiyonunda çok açık ve net konuştu. İhbar mektuplarıyla insanların karalandığını, ortada somut belge olmaksızın fişlendiğini çok net dile getirdi ve kendisine gelen hukuk dışı fişleme raporlarını -ki fişleme anayasal suçtur- “kaldırıp attığını” söyledi. AYM Başkanı’na yakışan da budur! Partizan zorbaların AYM Başkanı’na var gücüyle saldırması geldiğimiz noktanın acı bir göstergesidir. Bir azgınlığın yansımasıdır...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e gazeteciler soru sormuş o da cevap vermiş. Aynı hukukî duruşu sergiliyor Genelkurmay Başkanı ve bazı “siviller”e demokrasi dersi veriyor. Genelkurmay Başkanı sıfatını taşıyan bir kişinin ortada bir iddia varsa deliller istemesi kadar doğal bir şey olabilir mi? Eskiden Tayyip Erdoğan da, Abdullah Gül de, diğer AK Parti kurmayları da delilsiz iddialara karşı çıkardı. AK Partili yetkililerin YAŞ kararlarıyla atılan askerler ile ilgili söylediklerini hatırlayın lütfen. Genelkurmay Başkanı bugün aynı şeyi ifade ediyor. Kaderin cilvesine bakın ki o gün askerler “delilsiz fişlemeler”le insanlara zulmediyor siyasiler buna direniyor, hukuk dışı kararlara “şerh” koyuyorlardı; bugün aynı siyasi kadrolar delilsiz ispatsız fişlemelerle hukuksuz bir icraat talep ediyor, askerler evrensel hukuk kurallarına vurgu yapıyor.
Yargıtay Başkanı’na, AYM Başkanı’na ve Genelkurmay Başkanı’na tepki gösterenler tarihî bir hata yapıyor; çünkü hukuk herkese lazım; özellikle de siyaset yapanlara. Tarihte bir tanecik örneği var mı ki zulüm ile âbâd olunabilsin. Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı, yeni başbakan ve yeni bakanlar ile girdiği bu yeni dönemde evrensel hukukun en temel ilkesine geri dönmesi, çağdışı cadı avı hevesinden vazgeçmesi gerekiyor