Kültür-Sanat

Yönetmen Onur Ünlü: Baskı var diye durma, aksine yap

'Gerçek Kesit: Manyak' izleyiciyle buluştu

25 Mart 2018 11:57

'Gerçek Kesit' televizyon programını sinemaya uyarlayan yönetmen Onur Ünlü, her koşulda her istediği filmi iki kere düşünmeden yaptığını söylüyor. "Put Şeylere' filmimde putperest bir komiser sevgilisiyle putun önünde sevişiyor. Ben bunu çekiyorum, kimseye sormuyorum da..." diyen Ünlü, "Kimse de bana “Bunu çekemezsin” diyemez... Ben üzerimde öyle bir baskı hissetmiyorum. O baskı var, hiç şüphesiz var, ben hissetmiyorum ama baskı var, korkunç durumda hem de..." diye knouştu. 

Şimdiye kadar devletten bir kere, onu da ortakalrının ısrarı üzerine destek aldığını ifade eden Ünlü, "Sonra parayı yedim ve faiziyle geri ödedim. Hayır, devlet yardımı almıyoruz. Devlet yardımı alıp iyi film çekenler olduğu için bir şey de söyleyemiyoruz" diye konuştu.

-Sizin de severek izlediğinizi bildiğim “Gerçek Kesit” popüler kültürde nereye oturuyor sizce?

Tekinsiz bir yere oturuyor bence. Çünkü şunu çok duydum insanlardan: “İzlemeye başladım, bir bakayım dedim, başından kalkamadım...” Hemen herkes söylüyor bunu. Tuhaf bir çekiciliği var, kendilerine ait bir atmosfer ve gerçeklik yaratmış durumdalar. Bunu yapabilen işler zaten kalıcı oluyor, hafızamızda yer ediyor. Biraz galiba pervasızlık var... Bir de şu var; ben ekiple de bir araya geldiğim için, onlar gerçekten iyi bir şey yapmaya çalışarak yapmışlar her zaman, asla ellerinin kenarlarıyla bir şey yapmamışlar. Çekelim gidelim dememişler, hep uğraşmışlar, Cahit Ağabey özellikle, “Sarı Bıyık” dediğimiz, benim çektiğimin senaryosunu da, TV için çekilenlerin çoğunu da o yazdı. Başlarda 10-15 kişi olan ekip zamanla 2-3 kişiye kadar düşmüş. Ama uğraşmışlar yani.

Heidegger’e atıf...

-En büyük pay zaten “Sarı Bıyık”ın bu işte, değil mi?

Evet. O evlerde mesela, “Gerçek Kesit”i çektikleri evlerden biri Cahit Ağabey’in, diğeri “Beyaz Çorap” dediğimiz ağabeyin evi... Kendi evleri, o mekanlar kendi takıldıkları yerler...

Ben de onlardan bir tane yapmaya çalıştım kendime göre. Tamamen aynısını da yapmak istemedik, yoksa bizim yapmamızın bir manası olmayacaktı. Bir yerinden başka bir şey yapmaya çalıştık... Onlar kadar sürede çekmeye çalıştık, başaramadık tabii, biz daha fazla zamanda çektik.

-Kaç günde çektiniz?

Biz dört günde çektik, sonra bir ek çekim daha yaptık, beş gün etti. Onlar iki günde çekiyorlarmış, hatta bazen bir günde çektikleri oluyormuş.

-Filmin başında Martin Heidegger’e atfettiğiniz ama Fatih Terim’e ait olan bir söz var: “Everything is something happened.”

Evet, ama cümle zaten gizemli, olağanüstü bir cümle. Gerçekten Heidegger önermesi gibi bir cümle yani. Çok uzun düşündüm ben o cümlenin üzerine. Böyle yılan gibi, birbirinin içine kıvrılıyor (gülüyor), allahın cezası... Bu aslında filmin tavrı, yani diyor ki “Abi bak, film de buradaki duruma benzeyecek.” Seyircinin işini kolaylaştırmak için yaptığım şeyler bunlar... Ne izleyeceğini bilsin, ona göre kalsın ya da gitsin.

"Çok ciddiye almaktan"

-Sizde absürd mizah hep ön planda oldu ama bu filmde her şey daha bir oturuyor sanki. Toplumsal yaşamdaki absürdlüğümüzden mi kaynaklanıyor acaba bu, ne dersiniz?

Geçen gene bir haber vardı, bir arkadaşım bana linkini yollamış hatta, “Onur Ünlü filmi gibi” diye paylaşmış. Adam kendini jiletliyor bir kahvenin önünde Adana’da, kan içinde... Kahvedekiler buna “Kahve iç” demişler herhalde elinde kahve fincanı var, arada kahve içiyor adam, bir yandan da kendini jiletliyor. Fincan da küçük olduğu için zarifçe tutmuş elinde... E, bunlar oluyor bu ülkede şimdi... Burası böyle bir yer yani. Manyak... Manyak bir ülkede yaşıyoruz.

-Niye peki bu manyaklık, sizin alanınız değil belki bu konu ama...

Niye biliyor musun? Fazla ciddiye alıyoruz kendimizi. Temel sorun olarak onu görürüm her zaman, herkes kendini ciddiye aldığı için aptal durumuna düşüyor ve o aptallık da komik çıkartıyor ortaya. Fakat sen bir şey yaparken o kadar ciddi olmadığında, o ciddiyetle sana bakıldığında senin “humorun” gözükmüyor bu sefer ve mesela “Gerçek Kesit: Manyak” adlı filmle bir sanat eseri yaptığımı düşündüğümü düşünüyorlar. Oysa biz işimizi ciddi yapıyoruz, ama sadece eğlenmek istiyoruz yani. Hep bir ciddiyet... Varlık sorunu bu. Benim anlayabildiğim kadarıyla milletler de insanlar gibi... Bakın Türkiye’nin ortalaması bence liseyi ite kaka bitirmiş, üniversiteye gitmesi mümkün olmayan, bir an önce bir işe girip, evlendirilip, karısını dövecek birisi kadar... Toplumumuz bu bizim. Türkiye bu... Hayta, serseri, kafası çok çalışmayan, böyle aylak aylak gezmek isteyen birisi Türkiye... Bunu niye kabul etmiyoruz? Bir de şöyle bir teorim var benim: Türkiye’nin Avrupa’ya göre dünyanın Adapazarı olduğunu düşünüyorum. Ben İzmitliyim, onun için bu kadar rahat söylüyorum, biz o kadarız... Ne olabilir ki Adapazarı’ndan? Adapazarı’nı ne yapabiliriz Allah aşkına? “Adapazarı, dünya şehri” falan... Oluyor mu şimdi? “Bilecik, dünyanın merkezi” falan? Biz Adapazarlıyız, liseyi zor bitirmişiz... Eğri oturalım doğru konuşalım, buyuz biz. Bunu aşağılamak için söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın, ben de bunun göbeğindeyim, ama bunu böyle düşünürsek daha rahat ederiz sanki. Ama Adapazarı’nı çok güzel bir yer haline getirebiliriz bak, bu başka. Buna çalışalım. Ama Adapazarı’nı New York’un karşısına dikmeye çalışırsan... Olmuyor ki abi...

"Üç senede bir çekilen filmleri de görüyorum"

-Özellikle son zamanlarda çok hızlı ve üretken bir döneminizdesiniz. Bilmiyorum geçirdiğiniz hastalığın mı etkisi oldu... Bu kadar hızlı ve seri çalışmanızın özel bir nedeni var mı?

Şöyle bir şey var, ben mükemmeliyetçi değilim. Biraz kibirli bulurum mükemmeliyetçiliği ve bir plan yüzde 70 olmuşsa onun ikincisini çekmem. Daha iyisi belki var, ama ne gerek var... Daha iyisini daha sonra çekeriz, hep öyle düşünürüm. İşimi gördüyse plan, bir sonrasına geçelim, haydi ağabey. Ama bu bir şeylerden taviz verdiğim anlamına gelmiyor. Taviz veriyorsam mükemmeliyetçilikten veriyorum. Bir de... Ne oluyor ki zaten? Üç senede bir çekilen filmleri de görüyorum, ne oluyor ki? Ben senede üç tane çekiyorum, öteki üç senede bir tane çekiyor... Bir iki çok özel örnek dışında, kimsenin hakkını yemek istemem ama, ne oluyor ki... Aynı şeyleri çekip duruyor.

"Erkek aptal, kadın tersi"

-Bir keresinde “Benim bir kadın karakterimin hayırlı bir şey yapması pek mümkün değil” demiştiniz. Filmlerinizde de kadın karakterler genellikle ikinci plandalar. Olaylar bir erkek karakterin başından geçiyor genellikle. Kadın karakterlere ve kadınlara bakışınızı anlamak adına soruyorum...

Söyleyeyim hemen. Bir, genelde aptal karakterler yapıyorum... Erkeklerin tamamı aptaldır. Kadına aptallık yakışmıyor, aptal kadın diye bir şey yok. Aptal kadın karakter cazip değil bir kere ve zaten kadın aptal da olmuyor benim kafamda. O yüzden bir erkeği olayın içine bırakıyorum, o zaten salak salak şeyler yapıyor. Aynı şeyi kadın yapmıyor. Bu bir yüzü... İki, daha fazla kadınlarla ilgili şeyler yapacağım günler yavaş yavaş geldi. Bir kadın filmine çalışıyorum şimdi, bunu ancak yapabiliyorum ama. Kadınlar çok karmaşık çünkü, anlayamıyorum onları. Onun dışında özel bir derdim yok kadınlarla, seviyorum kadınları... Onlar da beni seviyorlar, aramız iyi.

"Baskılar korkunç durumda"

-Yine ilginç zamanlardan geçiyoruz... Doğan Medya’nın satılışı, RTÜK’ün internete müdahale etme yetkisi gibi yenilikler var hayatımızda. Bu gelişmeler bir alan darlığı yaratıyor mu sizce de?

Fizik olarak hissediyorum da, ruhen hissetmiyorum. Bunla ilgilenmiyorum, umurumda değil... Her zaman söylerim, hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım, diye düşünürüm. Her koşulda her istediğim filmi iki kere düşünmeden yaptım. “Put Şeylere” filmimde putperest bir komiser sevgilisiyle putun önünde sevişiyor. Ben bunu çekiyorum, kimseye sormuyorum da... Kimse de bana “Bunu çekemezsin” diyemez... Ben üzerimde öyle bir baskı hissetmiyorum. O baskı var, hiç şüphesiz var, ben hissetmiyorum ama baskı var, korkunç durumda hem de... Ama bu insanları atalete itiyor ve çok güzel meşrulaştırıyorlar kendi ataletlerini. “Yapamıyoruz ağabey”, “Bakanlık para vermiyor ağabey”, “Çektirmiyorlar ağabey”... Bak “Gerçek Kesit”i yapma sebeplerimden biri de insanlara yapılabildiğini göstermek. Çok büyük bütçeler değil, bir tane fikir var... Denenebilir, yapılabilir, durmaktansa yap.

"Devlet yardımı almıyoruz"

-Devlet yardımı alıyor musunuz?

Sadece bir kere ortaklarımın baskısıyla aldım, sonra parayı yedim ve faiziyle geri ödedim. Hayır, devlet yardımı almıyoruz. Devlet yardımı alıp iyi film çekenler olduğu için bir şey de söyleyemiyoruz. Orada ahlaki bir sorun var ama ortaya iyi bir film çıkıyorsa bir şey söylemiyorum. Onun dışında tam bir gayya kuyusu o iş. Araya adam koymaya çalışmalar, 300 bin lira, 500 bin lira para için ben birisine gidip “Ağabey, telefon etsek” falan... Kaç tane mesaj var benim telefonumda, “Şunu tanıyor musun, bunu tanıyor musun?” Hayır tanısam ne olacak, beni ne zannediyorsun ki?