Ali Türer
Evet, artık yeni bir normalimiz var. İktidar partisi lideri, partisini devlet ilan etme aşamasına geldi. Göstergeler buna işaret ediyor. Lidere muhalefet ise, "devlete düşmanlık" haline geliyor. Üstelik bu absürdü, yeni normal olarak kabul etmemiz isteniyor.
İktidar açık oynuyor. Hukuku iğdiş etme pahasına geleceği için tehdit oluşturan siyasetçi, gazeteci, yazar, bilim insanı, düşünce insanı ve sosyal aktivistleri hapiste tutuyor. Anayasa mahkemesi kararlarını baypas edecek müdahaleler yapıyor. İktidarını garanti altına alacak önlemleri (seçim yasasında değişiklik gibi) alırken, yüksek yargının ayak bağı olmasını istemiyor. Üyelerinin neredeyse tamamını kendi atadığı bu üst yargı organının mevcut yapısına bile, artık tahammül yok.
Sayıştay’ın iki de bir baş ağrıtan raporlar yayınlaması da kanına dokunuyor. Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları birliği gibi bağımsız kalmada direnen, kamu yararı gözeten az sayıda meslek örgütünün içini boşaltmak için planlar yapıyor. Sanal ortam, sosyal medya yeni normale uygun hale getiriliyor.
Ülke toprakları, kayrılan şirketlerin her tür tasarrufuna (maden ocakları vb.) tümüyle açılıyor, müdahaleye kapalı bir karış toprak parçası yok artık. Doğanın kanını emmek, altını üstüne getirmek, ekonomiyi ayakta tutmanın aracı haline geliyor. Yeni normalde yerleşim yerlerinde yaşam, daha da zorlaşacak.
İktidar açık oynuyor, gizlisi saklısı yok, arkadan dolanmıyor, niyetini ortaya koyuyor ve yapıyor.
Bütün bu müdahaleler, kamuoyuna devletin bekası için yapılmış işler, Türk milletini birlik bütünlük içinde ayakta tutacak tedbirler olarak servis ediliyor. "Yapıyorsa bir bildiği var", diye düşünmemiz isteniyor. Bu gidişe muhalefet eden ise devlet düşmanı ilan ediliyor.
PKK ile mücadele neden özellikle diri tutuluyor? HDP ve ona destek veren demokrasi güçlerinin devlet düşmanı ilan edilebilmesi için, buna ihtiyaç var.
Yeni normalde muhalefeti kontrol altında tutmanın kilit taşı milliyetçilik. Din yolu ile daha dar, radikal İslamcılarılar, tarikatlar kontrol altında tutulurken, milliyetçi politikalar ile daha geniş kesimleri kontrol etmek mümkün hale geliyor.
İktidarın dış politikada, sert milliyetçi söylem tutturması, bölgede maceralara girişmesi iç politika için elzem. O nedenle dış politikada ipler bir geriliyor, bir serbest bırakılıyor. Muhalefet dış düşmanla işbirliği yapmakla suçlanmaktan korkuyor, buna karşı çıkamıyor. Nitekim zaman zaman bununla da suçlanıyor. Dış politikaya "milli politika" diye destek verince de iç politikada eli zayıflıyor. Bazen de kraldan çok kralcı oluyor. Sonra dönüyor, dişe dokunur muhalefet yapamamanın acısını AKP’yi iktidara taşımakla suçladığı sol liberallerden çıkarıyor.
İktidar milliyetçilik sopasını içeride muhalefeti bölmek, iğdiş etmek için göstere göstere kullanırken, muhalefet müktesebatı gereği bu oyuna hep geliyor. Politikanın işe yaradığını gördükçe daha iktidar daha da sertleşiyor. "Yeni normali" kurumsallaştırma yolunda daha kararlı yürüyor.
Yunanistan, paramiliter örgüt Altın Şafak’ı yargılayıp, suç örgütü diye siyaset dışına iterken; Türkiye de farklılıklara karşı, demokratik meslek örgütlerine karşı nefret dili kullanan radikal milliyetçi parti, iktidara da muhalefete de, sonuçta ayar veriyor.
HDP’ye yönelik başlatılan Kobani tutuklamaları ile bu politika test ediliyor. Bazı ulusalcıların, operasyondan çok, operasyona karşı çıkanlardan rahatsız olmaları, bu politikada iktidarı daha da yüreklendiriyor.
İktidar, kamuoyu algısında "yeni normal" yerleşmeden, HDP’yi kilit parti olmaktan çıkarmadan seçime gitmek istemiyor.
Muhalefetin, yaşanan süreçten, şu yargıyı bir an evvel çıkarması gerekiyor: Milliyetçi politikalar üzerinden muhalefet, yeni normalde mümkün değil.
Deva ve Gelecek partileri politikalarını anlatmaya Diyarbakır’dan başladılar. Özellikle Deva Partisi sözcülerinin açıklamalarına bakın, HDP’ye yapılan hukuk dışı müdahalelere CHP’ye göre daha kararlı ve net biçimde karşı çıkıyorlar, bu umut verici.
İktidarın, milliyetçilik üzerinden kendini "devlet", karşındakileri "düşman" ilan etme oyununu bozmanın tek bir yolu var: Türklüğü bir üst kültür olarak dayatmaktan vazgeçeceksiniz. Bütün kültürleri ortak bileşen olarak görecek bir gelecek tasavvurunda, bir araya geleceksiniz.
Seçime dönük taktik birliktelikler, ittifaklar işe yaramaz. Kalıcı ve sürekli bir demokrasi cephesine ihtiyaç var. Söylediğiniz en az iktidarın söylemi kadar açık ve net olmalı. Size dayatılan "yeni normale" karşı gerçekten güçlü bir muhalefet cephesi kurmak istiyorsanız, şöyle bir taahhütte bulunun:
"Hiçbir yerleşim yerinde, yöre halkının onayını almayan, ortak iradesine ters düşecek hiçbir girişimde bulunmayacağız. Her köy, mahalle, belde doğasını nasıl kullanacağına, yaşamını nasıl sürdüreceğine, hangi dille eğitim alacağına kendi karar verecek. Her yerleşim biriminin ülke bütünlüğüne helal getirmemek, kültürler arası çatışmaya yol açmamak şartıyla ekonomik, siyasal, sosyal, ekonomik boyutlarda alacağı, yaşamına katkı sunacak her türlü karara saygı duyacağız. Ve bu politikanın gerektirdiği yeniden kurumsallaşmayı katılımcı demokrasiyi el birliği ile kuracağız."
Ön yargılarınızı, kişisel ya da kimliksel beklentilerinizi aşıp böyle bir ortak payda etrafında bir araya gelebilir misiniz? İşte o zaman, ben buna muhalefet cephesi derim, politika derim. Gerisi teslimiyettir.