Kültür-Sanat

Yeğeni, Latife Hanım'ı anlattı; 'Din siyasete alet olunca her devirde saflığını kaybeder' derdi

'Feminist değil ama kadın hakları savunucusuydu'

Fotoğraf: Eriş Ülger arşivi

27 Eylül 2015 18:37

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün 2.5 yıl süren evliliklerinde Çankaya’nın ilk First Lady’si Latife Hanım’la birbirlerini tanıma aşamasında din, inanç üzerine koyu bir sohbete daldıkları çok özel belge ve notlarla gün yüzüne çıkıyor. Uşşakizade Ailesi'nin İzmir’deki Köşk’lerinde Atatürk, "tanıdıkça bilgisine hayran kaldığı" Latife Hanım’a, “Dindar mısınız? Dua etmeye muktedir misiniz” diye soruyor. Latife Hanım Allah'a olan inancını dile getirirken dinin siyasete alet edilmesi üzerinde duruyor ve “Dinde taassup, daima fena neticeler doğurur. Dini herkes iyi anlasa, inansa ve telkin etse halkın ıstırabı azalır. İtiraf edelim ki; her din böyledir. Siyasete alet olunca her devirde saflığını kaybeder. Fesatlık yuvası olur.  Din mühim terbiye vasıtalarından iyiliği de fenalığı da alet olabilir” diyor.

Çankaya Köşk’ünün ilk First Lady’si Latife Hanım ölümünden 40 yıl sonra devrimci yanı, İslam dini ile diğer dinlere bakışı ve hayatın içindeki kimliğiyle üç ciltlik hazırlanan bir kitap serisiyle gelecek yıl 2016’da okurlarla buluşacak. Çok sayıda belgenin ve özel bilginin de yer alması beklenen kitapta Latife Hanım’ın ilginç fotoğrafları dikkat çekecek. Latife Hanım’ın 15 yaşında Nice dönüşü, geminin güvertesinde verdiği şapkalı pozu ise yeğeni Mehmet Sadık Öke’ye göre, “Bu resim, 1915 yılında modern Türkiye’nin fotoğrafını göstermesi açısından önemli” diyor.

Latife Hanım 15 yaşında

Latife Hanım’ın kız kardeşinin torunu Mehmet Sadık Öke, T24’e teyzesinin bilinmeyen yanını anlatırken bir dönemi daha yakından anlamamızı sağlayacak  kitapla ilgili ayrıntıları aktardı:

 

'Atatürk ve Latife Hanım’a beyinlerin aşkı diyebiliriz'

 

"Latife teyzemi anlamaya çalışmak ve anlatmaya çalışmak. Hangisi daha zor bilemiyorum, elbet çok zevkli ama bir o kadar zor. Karşımızda çok genç yaşlarından itibaren kadar olgun ve komplikebir insan var ki, anlamak da anlatmak da kolay değil, Ancak Mustafa Kemal’ in O’na neden aşık olduğunu da anlamak bu sayede mümkün oluyor. Buna kafaların uyumundan anlaşmasından ziyade beyinlerin aşkı diyebiliriz.

Zaten Atatürk'ün boşandıktan sonra "Latife kafamın içinde bir çiviydi söküp attım ama bu defa da yeri dolmadı" lafı bunu mükemmelen anlatan bir sözdür.  Önümüzdeki sene Oğuz Akay ile beraber yazdığımız anılara dayalı romanize edilmiş biyografik eserde konuyu merak edenler bu durumu çok bariz bir şekilde görecek.

 Latife Teyzem babasına çok düşkündü; sanırım her kız evlat gibi; hem de ilk doğan ve erkek beklenirken sürpriz gelen her kız gibi. 17 Haziran 1899 doğumlu. Basmane’de dedesi Sadık Bey’in konağında doğmuş. Babası onu sonra doğan iki erkek evladından ayrıştırmasını için de aynı onlar gibi tuttuğunu koparması gerektiğini öğrenerek hakkını koruyarak savunarak; hakkını elde etmek için mücadele ederek yetişmiş. Ailedeki ikinci kız çocuk olan Anneannem ile aralarında 8 yaş fark var bu yüzden biraz erkek gibi büyümüş de diyebiliriz. Ancak Latife Teyzem annesine de çok düşkünmüş. Bunu mektuplarında da görüyoruz.

Fakat arka arkaya gelen ilk üç çocuktan sonra anneanneme kadar arada çocuk yok, sonra iki çocuk var. Anneannem arada iki çocuğun olduğunu fakat doğumdan sonra vefat ettiklerini anlatmıştı.  Tabi bu yüzden de çocukların üzerine titrerlermiş.

Ancak tabi küçük yaşta annesini bu ikinci dalga çocuklar ile paylaşmak zorunda kalınca erkek büyümüş ve onlara bakma konusunda sorumluluk almak durumunda kalmış. Bu yüzden kardeşler birbirlerine çok bağlı imişler.  Hem bu yüzden annesine çok destek olmuş hem de ülke dalga iki erkek kardeşi ile babalarına daha yakın olmuş.  Eh sevimli bir kız olması da babası ile olan diyalogunda sanırım büyük avantaj olmuş.

İngiltere’den gelen mürebbiye ile büyümesi de bu konuda çok etkili olmuş. Muammer Bey dünyanın Anglosakson etkisini görerek çocukları için İngiliz eğitmenleri tercih etmiş. Bunları Fransız ve Alman hocalar ile desteklemiş.  Gelen hocaları da bu sadece kendi çocuklarına kullanmak eğitim israfı olur diye bir binada mahalle ve yetenekli çocukların eğitimi ile görevlendirildiğini çocuklarının da bu okulda diğer çocuklar ile beraber ders almalarını şart koşmuş. Böylece kendilerinin halktan kopmasının önüne geçmiş.

Muammer Beyin bu fikrini babamın dedesi yakın arkadaşı ünlü jön Türk ve Halit Ziya Bey işe İzmir’de ilk gazeteyi çıkaran Tevfik Nevzat Bey'den aldığını anneannem söylerdi. Latife teyzem de ben büyük Dede'nin yanında büyüdüm ondan çok şey öğrendim derdi Küçükken bana.

 

'Gerçek dinin uygulananla aynı olmadığını söylerdi'

 

Asıl hocası Miss Perdue idi. Bu İngiliz Hanımı çok severmiş. Onun eğitimcilik konusunda gerçek vir yetenek olduğunu söyler. Latife Teyzem inançlı bir kadındı dine inanırdı ancak bugünkü hurafeci dine değil. O zaman çok yaygın olan natüralizm de denen Pandeizmin bir türevi olan ‘Tanrı doğadır anlayabildiğimiz evrendir’ mantığına daha yakındı. Bir nevi Pandeizm. Tanrı'ya inanırdı. Ancak birbirine üstün olduklarına inanmazdı. Her dinin yoldan çıkmış insanlar için üstün insanlar Tanrı'nın bu büyük sistematiğini anlayan aktaran kişiler tarafından anladıkları kadar aktaran bu kişiler tarafından getirildiğini söylerdi.

Onların algılayıp aktardığını kendi kültürleri ve toplumları çerçevesinde algılayıp anlayıp uygulayanların din yarattığını ancak çoğunlukla bu üstün insanların anlattıklarından farklı uygulamalar olduğunu söylerdi. Yani anlatılan ile uygulanan arasındaki farka dikkat çekerdi.  Bu insanların getirdiğinin gerçek din, uygulananın ise uydurulan din olduğunu söylerdi.

 

“Ayet, ‘Göğüsleri tomurcuklanmamış kızlar’ değil'

 

Özellikle baş kapatma etek boyu gibi konuların Arap cahiliye dönemimin. Dayattığı uygulamalar olduğunu belirtildi. Kadını köleleştirmek isteyen erkek egemen bir anlayış olarak görürdü. Esas dinde bunların yeri olmadığını Kuran'ın yanlış yorumladığını ve ayetlerin anlamının bozulduğunu söylerdi. Uşşakizadeler Halveti Merkez Efendi Sümbül Efendi’ye bağlı olduğu için bu konuda çok ciddi eğitim alırlardı.  Kuran'ı ve Kur'an Arapçasını çok iyi bilirlerdi. Mesela cennetteki huriler ile ilgili bölüm için ‘göğüsleri tomurcuklanmamış kızlar’ yazmadığını orada bu denilenin ayetin bütünün anlam bütünlüğüne uymadığını yazanın birbirine denk ‘üzüm daneleri’ anlamına geldiğini söylerdi.

Baş kapatma meselesinin ise bir Yahudi şair Medine de hicretten sonra bir Müslüman kadının eteklerini kaldırdıktan sonra geldiğini asıl uygulamanın ise cariye ile hanımların fark edilmesini ve kan davasına varan taciz olaylarının önüne geçilmesi için olduğunu söylerdi. Kendi giyimini son derece şık zarif fakat sade ve ağır başlı denilecek niteliktedir. Fazla süs ve mücevher sevmezdi. Herhalde bu günün moda anlayışı ile de başı hiç hoş olmazdı. Onunla tanışan yerli be yabancı gazeteci ve yazarlar başta Halide Edip diğerleri daha 24 yaşında olmasına rağmen onu hep çok canlı fakat geçmiş dönem ağırbaşlılığıma sahip yeni yetme zengin kızlarda ya da film yıldızlarında olmayan bir vakar içinde olarak tanımlamıştır.  

Saçını başını kılık kıyafet ini meşhur topuzunu bir gün bile dağınık görmüş değilimdir.

 

'Faust’un ilk bölümünü Almanca ezberden okuyor'

 

Latife teyzem okumaya dile meraklı ve yetenekli idi. 15 yaşında fakat Faust’un ilk bölümünü Almanca ezberden okuyor.  Konser piyanisti olabilecek kadar iyi çalıyor. Zaten Atatürk de omdan hep misafirlerine piyano çalmasını istemiştir.  Fransa de iken de bir konser vermesi istenmiş ama hayret şekilde Muammer Bey buna izin vermemiş ben kızımı sahneye çıkartmam demiştir.

Fransa da hukuk okumasından önce İngiltere de Chistlehurst de okumuş. İstanbul da Amerikan Kız koleji ve bir sene de Fransız Dame de Sion’a devam etmiş. İngiltere de ki genç kızlığı sırasında tüm Avrupayı tek başıma gezmiş.

 

'Feminist değil ama kadın hakları savunucusu'

 

Latife Teyzem kuvvetli bir kadın ve kadın hakları savunucusu idi. Kadının gücüne inanırdı. Ama erkeksi bir feminizme katılmazdı. Kadının manevi gücüme analık duygusuna inanırdı.  Kadın ve erkeğin karşıt iki güç değil bütünleyici iki kuvvet olduğunu savunurdu.

Entellektüel açıdan kendini çok iyi yetiştirmişti. İngiltere ve Fransa birinci dünya savaşı sonrasının nimetlerini yaşıyordu. Özgürlük liberalizm demokrasi ve sanat ortamı inanılmaz hızlı idi. Bu ortamda karakteri son şeklini almıştı. Paris’in bu havasının onun yaşam anlayışıma etkisi çok olmuştur. Ne olursa olsun yaşamı sevmek, yaşamı anlamlı, güzel kılmak. Anlamı kalmamış bir hayatın heba olmuş bir hayat olduğunu söylerdi. Bu yüzden de hayatı ne olursa olsun anlamlandırmak için çaba sarfedilmesi gerektiğini - ne kadar zor olsa da-  söylerdi.  Hayatın getirdiklerini kabul etmek zorunda ancak onları değiştirmek için elinden geleni yapmak.  Bunu basit kadercilik olarak değil de anlam bütünlüğü olarak algılamak. 

Latife teyzem için en acı olanın kendi kafasının denginde bir erkek bulmak olduğu çok açık. Babasının onlara söylediği sizi bu topraklarda anlayacak erkekler ancak yüz yıl sonra yetişecek lafı da çok doğru.

 

‘Kısa etek giydiği ve yüzünü örtmediği için ölüm tehditleri aldı’

 

Ata bindiği silah kullandığı kısa etek giydiği yüzünü örtmediği için aldığı  ‘Gâvur İzmir’ denen bir kentte bile aldığı ölüm tehditleri de düşünülecek olursa ne kadar çağının ilerisinde olduğu anlaşılabilir.  Bu yüzden anneannem " latifenin acısı kendi kafasına denk bir erkeği bulup onu kaybetmek zorunda bırakıldığı için iki kat büyük oldu" demişti."