Kültür-Sanat

Yaşar Kemal: Fazıl Say’ın hapis vakti gelmiş

Murat Sabuncu, Fazıl Say konseri izlenimlerini ve Yaşar Kemal'in sözlerini aktardı

24 Haziran 2012 15:26

Murat Sabuncu

 

Bir müzik uçurur mu insanı?

Alır gezdirir mi bir coğrafyada?

Ve çalarken orkestra, bir eser dinliyormuş gibi değil de bir film seyrediyormuş hissi yaratır mı?

Fazıl Say’ın Mezopotamya Senfonisi’ni dinlerken tamamını yaşadım.

Senfoninin merkezine yerleştirdiği ‘ölüm kültürü’ temasının ne geçmişte ne bugün bu topraklardan hiç uzaklaşmamış olmasının verdiği acıyı da...

Dün de bugün de bulunduğumuz coğrafyada, Güneydoğu’da, Ortadoğu’da bitmeyen, tükenmeyen savaş ve ölüm halleri.

Şu günlerde ve saatlerde de konuşmuyor muyuz ölümü, savaşı, Suriye’yi...

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ‘fevri bir adım atılmayacak ama kararlı olunacak’ derken nasıl bir duruma sürüklendiğimizi...

Müziğiyle yaşatmış Fazıl bölgenin tarihsel trajedisini.

10 bölümden oluşuyor Say’ın ‘başyapıtım’ dediği Mezopotamya Senfonisi.

“Ova’da İki Çocuk”, “Dicle”, “Ölüm Kültürü Üzerine”, “Melodram”, “Ay”, “Güneş”, “Kurşun”, “Fırat”, “Savaş’ Üzerine” ve “Mezopotamya Ağıtı”.

Gürer Aykal yönetimindeki Borusan Filarmoni yorumladı Senfoni’yi. Aykal’ın yönetimi de orkestranın icrası etkileyiciydi.

3 özel sanatçı da ayrı bir ruh kattı esere.

Tüm siyahlara inat bembeyaz, gelinlik gibi bir kıyafetle thereminde Carolina Eyck. Bas flütte Bülent Evcil ve bas blokflütte Çağatay Akyol.

Thereminden bahsetmeden geçmemek gerekir. Öyle bir enstrüman ki iki metal anten arasında çalan kişinin ellerinin pozisyonunu algılayarak ses veriyor. Bazen bir tını bazen acı çeken bir kadın çığlığı oluyor.

Fazıl Say bas flüt ve bas blokflütü kendi anlatımıyla ‘etnik ses’ olarak konumlandırmış. Diyor ki "Senfoninin anlatıcısı bu iki enstrüman... Bunları iki kardeş olarak görmekteyim. Ama kurşun bölümünde çocuklardan biri yani bas flüt vurularak öldürülüyor. Bas blokflüt yalnız kalıyor. Yoluna yalnız devam ediyor."

Fazıl’ın deyimiyle savaş açıyor aslında eser herkese. Orkestraya, bestecisine hatta seyircisine...

Sanatın savaşı bu; silaha, ölüme ve acıya karşı...

Salonda üç bin kişi nefes almadan izledi senfoniyi.

Ben belki de en şanslılardan biriydim.

Çünkü yanımda Anadolu ve Mezopotamya halklarının ortak kültürü ile yoğrulmuş bir isim oturuyordu: Yaşar Kemal...

Hayat arkadaşı, eşi Ayşe Semiha Baban ile birlikte izledi senfoniyi.

Keyiflendi, heyecanlandı, tempo tuttu.

Senfoninin sonunda dakikalarca ayakta alkışlayanlar arasında O da vardı.

Konser başlamadan ve aralarda uzun uzun konuştuk.

Aklı basın özgürlüğü ve Türkiye’nin geleceğindeydi.

İzin almadığım için o sohbeti yazmayacağım.

Ama ayakta alkışlarken bir cümle kullandı ki onu yazmadan geçemeyeceğim:

"Sana bir şey söyleyeceğim. Uluslararası çapta bir müzisyen oldu Fazıl. O zaman onun da hapis zamanı geldi!.."

Öyle çarpıcı bir göndermeydi ki bu ...

Tarih boyunca bu ülkenin aydınlarının, sanatçılarının, gazetecilerinin ödedikleri bedellere yapılan bir gönderme...

Yazdıklarından, söylediklerindem mahkeme kapılarında zamanı geçmiş, hapse girmiş bir yazarın acı tespiti.

En son 1995’te yazdığı Kürt sorunu ile ilgili iki makale yüzünden, (Türkiye’de kara bulutlar ve zulmun artsın) mahkumiyet almıştı.

Yaşar Kemal’in bu cümlesi aradan yıllar geçse de ülkenin aydınlarını değişmeyen bir gerçeğin beklediğinin tespitiydi..

Konserden çıktım yürümeye başladım.

Fazıl Say hep bu ülkede kalsın, hep özgürce üretsin ve besteleri çalınsın diye diledim.

Günlerdir aklımdan çıkmayan bir şiiri tekrarladım kendi kendime:

İlker Bozdemir’in deniz kabukları..

Denizin hangi yaralarından oluşmuştur deniz kabukları?
Deniz kendi yaralarının kabuklarını neden uzak eder ki kendine?
Neden ırak sahillere götürür kabuklarını?