Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Dinçer, Türkiye'de giderek artan kutuplaşma sorununa dikkat çekti. "Yaşadığımız kutuplaşma sorununu çözemezsek ayrışacağız" diyen Dinçer, "Türkiye giderek, hiçbir konunun kutuplaşmaya kurban gitmeden kendi zemininde, kendi parametreleri ile konuşulamadığı, her şeye, her olaya bu kutuplaşma gözlüğü ile bakılan ve her konuda sıkı saflaşmanın yaşandığı sağlıksız bir ruh hali içinde" dedi.
TÜSİAD'ın yayın organlarından Görüş Dergisi'nin Ekim ayı sayısının başyazısını kaleme alan Dinçer, kutuplaşmanın çözümleri zorlaştırırken, çözümsüzlüğün, kutuplaşmayı kuvvetlendirdiğine dikkat çekerek şunları kaydetti: "Her dönemde iktidarda olan kesimin kutuplaşma olan sorunu sadece kendi açısından görmekte ısrar etmesi ve soruna uzlaşmaya dayalı bir çözüm bulmaya gayret etmemesinden ötürü bu sorunlarla kutuplaşma arasındaki ilişki bir kısır döngüye dönüşmekte."
Dinçer kaleme aldığı yazısında, Türkiye’de kutuplaşmaya yol açan sorunlardan birinin Kürt sorunu olduğunun üzerini çizerek. kutuplaşmayla baş etmenin doğru adımlarına bir örnek olduğunu belirtti. Dinçer, "Ancak böylesine kuvvetli bir başlangıca ve şiddeti uzunca bir süredir durdurmuş olmak gibi somut bir başarıya rağmen çözüm sürecinin gerçekten başarılı olması, çağdaş demokratik standartlarda bir dizi somut adım atılmasını gerektirmektedir. Başka bir deyişle, çözüm getirmesi gerekmektedir" dedi.
Dinçer'in Görüş Degisi'nde "Kutuplaşma Türkiye’nin hızını yavaşlatır" başlığıyla yayımlanan yazısının tam metni şöyle:
Tarihin kutuplaşan ilk toplumu olmadığımıza ve buna benzer süreçleri mutlaka başka toplumlar da daha önce yaşamış olduğuna göre bu olgunun dünyadaki örneklerini, -bazı parçalarını kendimize yontmak amacıyla değil- gerçekten anlamak için araştırmak durumundayız.
“Son zamanlarda üzerinde uzlaştığımız tek şey, ülkede ciddi bir kutuplaşmanın yaşandığıdır.”
Bu giriş, kendiyle çelişir gibi görünen bir cümle olsa da galiba son dönem Türkiyesi’nin ruh halini iyi anlatan bir ifade. Devletin zirvesinden TÜSİAD’ın aralarında bulunduğu STK’lara, TV yorumcularından sıradan yurttaşa kadar herkes, ülkede hemen her konuda kolayca inatlaşmaya dönebilen bir kutuplaşma olduğundan hemfikir.
Olguyu ve doğurduğu sorunu tespit etmek , çözmeye başlamak için gerekli, ancak yeterli değil. “Türkiye’de bir kutuplaşma sorunu var, sizce çözüm nedir sorusuna?”, “Siyasetçilerin dilini değiştirmeleri” veya “Yeni anayasa yapılması” gibi yanıtlar vermek çok kolay olurdu, keşke reçete vermek bu kadar kolay olsaydı. Oysa bugün yaşadığımız gibi bir olguya çözüm getirmek için bu yanıtlar maalesef fazla basit kaçıyor.
Bu kutuplaşmadan “Artık bitsin bu kutuplaşma” diyerek çıkamayacağımız ortada. Eğitimden dış politikaya varana kadar her konuyu,bizi etkisi altına alan bu kutuplaşmaya havale etmeden, teknik, bilimsel ve çağdaş standartlarda havale etmeden, teknik, bilimsel ve çağdaş standartlarda konuşmaya, tartışmaya ve kararlarımızı kutuplaşmanın etkisinde kalmadan almaya başlamanın zamanı gelmiştir ve geçmektedir.
Türkiye giderek, hiçbir konunun kutuplaşmaya kurban gitmeden kendi zemininde, kendi parametreleri ile konuşulamadığı, her şeye, her olaya bu kutuplaşma gözlüğü ile bakılan ve her konuda sıkı saflaşmanın yaşandığı sağlıksız bir ruh hali içinde.
Yaşadığımız kutuplaşma sorununu çözemezsek her birimizin bir gruba mensup olmak zorunda kaldığı ve bu grubun içine hapsolduğu, mensup olduğu grubunun partisine oy verdiği, grubundan ayrı bir yaşam süremediği bölünmüş, zihnen birbirine değmeyen topluluklardan oluşan bir ülke olacağız. Kısaca söylersek ayrışacağız.
Toplumsal kutuplaşmanın azaltılabildiği bir ortamda Türkiye önünde bekleyen yapısal reformları hızla hayata geçirebilecek, küresel rekabet gücünü artıracak, AB uyum sürecini hızlandıracak ve bölgemizde barış, özgürlük, refah ve güvenlik referansı olan bir ülke olabilecek.
Bu derecede kimliğin, grup aidiyetinin vurgulu olduğu bireyin tüm hayatını belirlediği bir ortamdan çağdaş bir demokrasiden de söz edemeyeceğiz. Oysa demokrasi temelde farklı siyasi gruplar arasında asgari diyalog ve uzlaşmalarla yaşayan bir sistem ve yaşama şansı olan politikalar sadece bu uzlaşmalarla sağlanabilenler.
Tarihin kutuplaşan ilk toplumu olmadığımıza ve buna benzer süreçleri mutlaka başka toplumlar da daha önce yaşamış olduğuna göre bu olgunun dünyadaki örneklerini, -bazı parçalarının kendimize yontmak amacıyla değil- gerçekten anlamak için araştırmak durumundayız. Kendi geçmişimizi ve dünyanın geçmişini ve bugününü daha iyi öğrenmek ve anlamak zorundayız. Çıkış yolunu bulmak için soğukkanlı bir görüş alışverişi ve tartışma dönemini açmamız gerekiyor. Bu süreçte kilit unsurlar, soğukkanlılık, tarihi ve güncel gerçeklere sadakat ve çağdaş demokratik standartlardan sapmamak olacak. Bağırarak veya gerçekleri çarpıtarak siyasi başarılar elde edebiliriz ama bu kutuplaşma sorununu çözemeyiz.
Kutuplaşmanın bir ölçüde, tarihi sorunlarımızın uzun süre çözümsüz kalmasından ötürü kemikleştiğini söylemek mümkün. Her dönemde iktidarda olan kesimin kutuplaşma olan sorunu sadece kendi açısından görmekte ısrar etmesi ve soruna uzlaşmaya dayalı bir çözüm bulmaya gayret etmemesinden ötürü bu sorunlarla kutuplaşma arasındaki ilişki bir kısır döngüye dönüşmekte. Kutuplaşma, çözümleri zorlaştırırken, çözümsüzlük, kutuplaşmayı kuvvetlendirmekte.
Türkiye’de kutuplaşmaya yol açan sorunlardan biri kuşkusuz, Kürt sorunudur. İki yıl önce kamuoyuna açıklanan ve ilk günden toplumda hak ettiği desteği bulan çözüm süreci, kutuplaşmayla baş etmenin doğru adımlarına bir örnek. Ancak böylesine kuvvetli bir başlangıca ve şiddeti uzunca bir süredir durdurmuş olmak gibi somut bir başarıya rağmen çözüm sürecinin gerçekten başarılı olması, çağdaş demokratik standartlarda bir dizi somut adım atılmasını gerektirmektedir. Başka bir deyişle, çözüm getirmesi gerekmektedir.
Sadece güzel şeyler söylemek, kimsenin faydasını tartışmadığı kavramlardan bahsetmek, sorunları çözmeye de, bu sorunlar çevresinde oluşan ve kemikleşen kutuplaşmayı izale etmeye de yetmiyor. Kutuplaşmadan kurtulmak istiyorsak, bizi bu noktaya getiren sorunlarımızdan kurtulmalıyız. Burada ise yolumuz bir kez daha, çağdaş demokratik standartlara ve AB hedefine çıkmaktadır.
Toplumsal kutuplaşmanın azaltılabildiği bir ortamda inanıyoruz ki, Türkiye önünde bekleyen yapısal reformları hızla hayata geçirebilecek, küresel rekabet gücünü artıracak. AB uyum sürecini hızlandıracak ve bölgemizde barış, özgürlük, refah ve güvenlik referansı olan bir ülke olabilcek.