Sağlık

'Uyku hapları belleği alt üst edebiliyor'

Öksürük şurupları ve nezle haplarını içmeden önce bir kez daha düşünün...

02 Şubat 2015 12:10

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, farklı ülkelerde (Fransa'da, Kanada'da, İngiltere'de) yapılan çok sayıda çalışmanın uykusuzluk sorununun çözümünde kullanılan ilaçların çoğunun bellek sistemini altüst attiğini gösterdiğini söyledi. Amerika'da yeni tamamlanan bir çalışmaya dikkat çeken Müftüoğlu, "Uykuya destek olsun diye kullanılan ve 'masum oldukları' düşünülen pek çok ilaç, özellikle 'antihistaminikler' belleğimizi bozabiliyor. Mesela yaşlılarımız rahat uyusunlar diye kullandığımız öksürük şuruplarında, nezle haplarında da bulunan 'difenidramin' bunlardan biri" ifadelerini kullandı.

Müftüoğlu'nun Hürriyet'te "Uyku ilaçları bunatır mı?" başlığıyla yayımlanan (2 Şubat 2015) yazısı şöyle:

 

Uyku ilaçları bunatır mı?

 

İlaçlar hayat kurtarabildikleri kadar, sağlığımızı tehdit de edebilen 'iki ucu keskin bıçak'lar. Hiçbiri kusursuz, 'yüzde yüz güvenli' değil. Kullanırken dikkat edilmesi gereken ilaç türlerinden biri de, antihistaminikler. Neden mi? Buyurun...

'İlaç sever' bir milletiz. Sağlıkla ilgili her sorunun ilaçla çözülebileceğini düşünen, ufacık bir sağlık probleminde bile hapa, şuruba sarılan bir anlayışımız var. Bitmedi! Sorunlarımızı doğal yoldan çözmeye, ilaçtan uzak durmaya çalışanları değil, çok ilaç yazan, iğne yapıp serum takan doktorları daha çok severiz! Daha da önemlisi, sadece biz değil,  doktorlarımız da biraz "ilaç sever"dir. Antibiyotiksiz, ağrı kesicisiz, hatta antidepresansız bir reçete bulmak bu nedenle kolay olmuyor.

Neticede ilaç pazarının dünyada en hızlı büyüdüğü ülkelerden biri olduk. Her yıl milyonlarca liramızı gereksiz yere ilaca harcıyoruz.

Oysa ilaçlar bizi hastayken iyi edebilen hatta hayatımızı kurtarabilen şeyler olmaları yanında, sağlığımızı tehdit de edebilen "iki ucu keskin bıçak"lar. Hiçbiri kusursuz, hiçbiri "yüzde yüz güvenli" değil.

Her ilaç bilinçsiz, bilgisiz, rast gele kullanıldığında zarar da verebilir. Zorunlu olmadıkça, hele hele doktorlara danışılmadıkça onlardan uzak durmak, el bile sürmemek gerekir.

 

Antihistaminiklere dikkat!

 

Kontrolsüz ilaç kullanımının yarattığı birçok sorun var.

Bunların kimi önemli, kalıcı, kimi hafif, geçici şeyler. Mühim neticelerinden birinin de bellek kaybı olduğu biliniyor. Farklı ülkelerde (Fransa'da, Kanada'da, İngiltere'de) yapılan çok sayıda çalışma gösterdi ki uykusuzluk sorununun çözümünde kullanılan ilaçların çoğu bellek sistemini altüst edebiliyor.

Önceki çalışmalarda "benzodiyazepin" grubundaki ilaçların bu konuda başı çektiği anlaşılmıştı. Amerika'da yeni tamamlanan bir çalışma gösterdi ki, sorun zannedilenden çok daha büyük. Uykuya destek olsun diye kullanılan ve "masum oldukları" düşünülen pek çok ilaç, özellikle "antihistaminikler" belleğimizi bozabiliyor. Mesela yaşlılarımız rahat uyusunlar diye kullandığımız öksürük şuruplarında, nezle haplarında da bulunan "difenidramin" bunlardan biri.

 

Uykusuzluk önemlİ ama...

 

Uykusuzluk muhakkak ki önemli bir sorun. Tedavi edilmezse yaşam kalitesini bozuyor. O da belleğin amansız düşmanlarından biri. Ne var ki pek çok sorunda olduğu gibi onun çözümünde de doktorlara sormadan ilaç (bitkisel haplar dahil) kullanmamak lazım. Hele hele "yeşil" ve "kırmızı" reçeteyle satılan ilaçlarla uyku sorununu çözmeye çalışmak büyük bir yanlış olur. Uyku ilaçları eş-dost, konu-komşu tavsiyesi ile kullanılmaz. Son bir not daha: Bu bilgileri öğrenip de doktorunuzun tavsiye ettiği uyku ilacını da kesmeyiniz, sorun çıkabilir, onunla konuşmalısınız.

 

Alüminyum Alzheimer yapar mı?

 

Alüminyum yıllar önce tencere ve tavalarla mutfağımıza girdi, bardağımız, sürahimiz oldu. Şimdi de meşrubat kutuları ve deodorantlarla hayatımızda.

Ayrıca hanımlarımız mutfakta alüminyum folyo kullanmaya da pek düşkünler! Alüminyum folyo içinde pastırmayı, sucuğu, hatta eti, sebzeyle, limonla fırınlayıp pişirmek gibi bir yanlışı yapanlar var.

Peki, alüminyumdan niye korkuluyor? Sağlık uzmanları alüminyumlu malzemelere neden sıcak bakmıyor?

 

Ciddi kanıtlar var

 

Nedeni şu: Alüminyuma maruz kalmanın Alzheimer hastalığına yol açabileceği, hatta Alzheimer ile ilişkisiz bellek sorunlarına da sebep olabileceğini gösteren kanıtlar var.

Özellikle bellek kaybı korkusu biz hekimlerin canını sıkıyor. Çünkü biliminsanları Alzheimer hastalarının beyin dokularında alüminyum birikintileri buldular ve bunun bellek kaybı ile ilişkili olabileceğini düşündüler.

Benim önerİm şu:

Bu konuda pek çok araştırma yapıldı. Sonuçlar çelişkili. Konu incelenmeye devam ediyor. Benim önerim şu: Aksi ispat edilene kadar mutfağımızda alüminyum malzeme kullanmayın. Alüminyum içeren haplardan (antiasidler) uzak durun. Terlemeyi önleyici ürünlerin içinde alüminyum varsa (deodorantlar) başkalarıyla değiştirin.

 

Üç kere üç kaç eder

 

"Bellek sorunu yaşayan üç arkadaş bunun Alzheimer ile ilgili olacağını düşünerek bir nöroloji uzmanından yardım isterler.

Uzman onları dikkatle dinler. Sonra, "Size bir test yapacağım" der ve sorar: "Üç kere üç kaç eder?"

Birincinin cevabı "üç kere üç 285 eder" olur. Doktor endişelenip ikinciye geçer. "Peki, sizce üç kere üç kaç eder?" Cevap hızlı, kısa ve nettir: "Pazartesi!" Doktorun endişeleri daha da artar. Canı iyice sıkılır.

Sonra da üçüncü hastaya sorar: "Size göre üç kere üç kaç eder?" Üçüncü kişinin de cevabı tek sözcükten ibarettir: "9!". Doktor sevinir, rahatlar ve üçüncüye sorar: "Peki dokuzu nasıl buldunuz?" Yanıt şu olur: "285'ten pazartesiyi çıkardım, geriye 9 kaldı!"

 

Baklavadan vaz mı geçelim

 

"Tatlı yiyip tatlı konuşmak" gibi güzel bir deyim başka bir dilde de var mı bilmiyorum. En azından bu deyim bile bizim ne kadar "tatlı sever" bir millet olduğumuzun kanıtı. Zengin bir tatlı kültürümüz var. Sütlü tatlılarda da unlu tatlılarda da müthiş lezzetlere imza atmışız. Unlu tatlılar denince akla baklava, sütlü tatlılar denince sütlaç geliyor. Son yıllarda sütlü tatlılar (sütlaç) unlu tatlıları (baklava) biraz gerilerde bıraktı.

 

Doyumluk değil, tadımlık!

 

Baklava değil sütlaç daha popüler. Nedeni sütlü tatlıların unlu tatlılardan –mesela sütlacın baklavadan- daha az zararlı olduğu bilgisi. Bilgi doğru. Bu nedenle beslenme uzmanları tatlı tutkunlarına baklavadan çok sütlacı tavsiye ediyor.

Nedeni şu: Sütlü tatlıların güçlü protein içerikleri nedeniyle unlu tatlılara göre daha az glisemik yükü var. Kan şekerini unlu tatlılar kadar hoplatıp zıplatmıyorlar. Bu "ilgi kayması" baklava üreticilerinin canını sıkmış olmalı ki geçenlerde bir ekonomi kanalındaki röportajda da bu konu tartışılıyor, ünlü bir baklava üreticisi "diyetisyenlerden şikâyet" edip onların "halkı yanlış bilgilendirdiğini" iddia ediyordu.

Diyetisyenlere yönelik eleştirilerine katılmasam da anlattıkları arasında doğrular da vardı. Mesela, "İnsülin direnciniz, şekeriniz veya kilo sorununuz varsa az yersiniz olur biter. Şekeri minimumda tutulmuş, fıstığı, fındığı, cevizi bol, unlu kısımları azaltılmış yarım dilim, bilemediniz bir dilim baklavadan kimseye zarar gelmez" derken haklıydı.

 

Doğru da var, abartı da

 

"İçine yeteri kadar fındık, fıstık, ceviz koymaz, hele hele bir de şeker olarak fruktoz bazlı olanları kullanırsanız o baklavadan size fayda gelmez, zarar gelir" derken de doğruları söylüyordu.

Ama "kış aylarında üşümemek için baklava yemeliyiz" derken de, "beynimizin baklavaya ihtiyacı var" diye üstelerken de abartıyordu.

 

Benim fikrim şu:

 

Baklava bizim dünya mutfağına hediyelerimizden biri. Ondan vazgeçmek olmaz. Daha da mükemmelleştirmeye çalışmak gerek. Yerken de "tadında bırakmak!" en iyisi.  Çünkü her tatlı gibi baklava da "DOYUMLUK" değil, "TADIMLIK" bir lezzettir.

 

Hastalanmak şart mı?

 

Bazı sağlık sorunları birden bire, "Pat!" diye karşımıza çıkıverir. Mesela akşam sağlıklı yatıp sabah ateşle, öksürük aksırıkla uyanabiliriz.

Bazıları da uzunca bir zaman "Ben geliyorum!" işaretleri verir. İkinci gruptakilerin çoğu dikkatsizliğimiz, vurdumduymazlığımız ya da bilgisizliğimizle bağlantılı yönetilebilir şeylerdir.

 

Bunlara dikkat!

 

Erişkinlik çağı diyabeti (TİP 2 DIABETES MELLITUS) de bunlardan biri. Tip 2 diyabet de ortaya çıkmadan önce uzunca bir süre "ben geliyorum" sinyalleri verir. Erken acıkmalar, hızlı yemeler, yemek sonrası yorgunlukları, uyuklamalar, kilo almalar bunlardan bazıları. Kan analizlerindeki HDL kolesterol düşüklüğü, ürik asit, trigliserid fazlalığı da benzer şeyler. Bu sinyaller ciddiye alınmazsa günün birinde ağzınız kurumaya, vücudunuzda çıbanlar çıkmaya, kanamalarınız durmamaya, tuvalet ziyaretleriniz sıklaşmaya başlıyor. Muayene/analizlerin sonucunda da size şeker hastası olduğunuz söyleniyor.

 

Uyarılara, 'uyun'

 

"Bu iş benim başıma nasıl geldi, nereden çıktı bu diyabet?" diye kendi kendinize sorduğunuzda anlıyorsunuz ki, sorun aslında uzun süredir var.

Birike birike bu noktaya geldi. Yiyip içtiklerinize dikkat etmediniz. Yeteri kadar aktivite yapmadınız. Sağlık kontrollerinden kaçtınız. Söylenenleri, önerileri önemsemediniz. Neticede diyabetli biri oldunuz.

 

Kontrol şart

 

Unutmayınız: Diyabet gibi, obezite, hipertansiyon, damar sertliği gibi pek çok sorun (kronik sağlık sorunları) zaman içinde yavaş yavaş ve "ben geliyorum" diye diye, göstere göstere gelişiyor. Ne kadar erken fark edilir ve ne kadar erken müdahale edilirlerse problem o kadar kolay çözülüyor.

Bunun yolu da sağlık kontrollerini düzenli yaptırmaktan ve tabiî ki yalnızca kontrol olmakla yetinmeyip doktorların tavsiyelerine uymaktan geçiyor.