Politika

Ümit Kıvanç: Bir cumhurbaşkanı düşünün; başka bir ülkedeki televizyon programını internetten kaldırtmak istiyor...

Ümit Kıvanç'ın P24'teki ilk yazısı...

01 Nisan 2016 17:02

Ümit Kıvanç*

Ülkesi dışından da kitleler halinde hayran edinebilen nadir Alman pop şarkıcılarından Nena (“99 Uçanbalon”u belki hatırlayan vardır), şarkısı “Irgendwie, Irgendwo, Irgendwann”ın (“Bir şekilde, bir yerde, bir zaman”) klibini çekip yayımladığında yıl 1984’tü. Bir şekilde dünyadaki her şeyin rezil edildiği “80’ler”in rengine, tarzına, “klip” denen yeni icadın bir zamanki emekleme aşamasına uygun, bugünün imkânları ve bütçeleriyle kıyaslandığında pek mütevazı görünen klibi izlemek isterseniz, buyurun, link burada.

Klip sanayii alıp başını yürüdükten sonra, Nena’nın, dönemdaşı İngiliz popçu Kim Wilde (“Kids in America”, The Supremes şarkısı “You Keep Me Hangin’ On”) ile neredeyse “samimi pozlar”ın az öncesinde göründüğü bir başka “Irgendwie, Irgendwo, Irgendwann” versiyonu içinse şu linke başvurabilirsiniz.

Şarkıda Nena, ışığa üşüşen böcekler gibi, “zamanın mekânın içinde sonsuza doğru düşüyoruz” diye söze giriyor, “Gelecek, herhangi bir zamanda herhangi bir şekilde herhangi bir yerde başlar,” diye devam ediyordu. Müzikal hiçbir numarası olmayan, ama bir şekilde dilimize dolanan, hattâ bazen bize basbayağı iyi gelen, başarılı pop şarkılarından biriydi bu.


Zamanındaki hayranlarının çoğu bugün, Gabriele Susanne Kerner, yani “Nena” gibi ellilerinde, atmışlarındaydı, zaten Nena hâlâ ortalıktaydı, kısa süre önce ikizleri Sakias ile Larissa vokalist olarak sahnede ona eşlik etmişler, küçük oğlu Simeon da 2015’te klavyesiyle annesinin konserinde yeralmıştı; yani parçanın hatırlayanı çoktu.

NDR’in (Nord-Deutscher Rundfunk / Kuzey Almanya Radyo-Televizyonu) gırgır programı “Extra 3”ün editörleri, hem müziğin popülerliğinden hem sözlerin imkân verdiği çağrışım kolaylığından yararlanmak için, Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı hicvetme amacıyla bu parçayı seçtiler. Ve parçaya adını da veren nakarattaki sözleri, “Erdowie, Erdowo, Erdoğan (Erdowahn)” olarak değiştirdiler. Saray’ın kaçak inşaatından muhalif gazetecilerin içeri atılmasına, Kürtlerin katledilmesine bir dizi vahim mevzuyu araya sıkıştırarak, ironi ve abartının gücünden yararlanarak, “hiciv” denen şeyin sözlük tanımına uygun bir klip kurguladılar.

Ve yayımladılar. Doğal olarak. (Türkçe altyazıyı sonradan, inadına yaptılar.)

“Haftanın kaçıklığı” gibi bir lejandla sunulan Extra 3, yaklaşık kırk yıldır yayımlanan bir program. Bir şekilde bir yerde bir zaman mevzu yapılmaya değer bir rol oynayıp da bu programda hicvedilmeyen politikacı muhtemelen pek azdır. Erdoğan klibinin yayımlandığı programda, meselâ, Almanya Sosyal Demokrat Partisi Genel Başkanı Sigmar Gabriel ile epey bir kafa buldular. Erdoğan yayınından bir hafta sonra, ABD başkanının Küba ziyareti dolayısıyla, Obama ve Raul Castro ile uğraştılar.

Ancak “Yeni Türkiye”nin, büyük oyun kurucu, lider ülke şu bu olarak ekseninde yeraldığı hayalî dünyada böyle bir rezaletin kabul edilmesi şüphesiz imkânsızdı. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Martin Erdmann TC Dışişleri Bakanlığı’na çağırıldı ve, kelime kelime ne konuşulduğunu elbette bilmiyoruz ama, muhtemelen, “cumhurbaşkanına hakaret! ne münasebet!” falan dendi, sözkonusu programın –artık yayımlanmıştı bir kere!– internetten kaldırılması istendi. Bununla yetinilmedi, iki ülkenin dışişleri müsteşarları-yardımcıları, sonra da bakanları arasında da ayrıca görüşmeler oldu.

Büyükelçi Erdmann’dan başlayarak Almanya dışişleri sözcülerinden biri, sonra bizzat bakan Frank-Walter Steinmeier, sonra Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Ankara’ya, kabaca “bizde basın özgürlüğü diye bişey var, biliyon mu” tarzında özetlenebilecek cevaplar verdiler. Cevaplarda sıralananlar, bizim belki bir şekilde, bir yerde, bir zaman karşımıza çıkabilecek, şimdilik alâkamız olmayan şeylerdi: hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, basın ve ifade özgürlüğü.

Otoriter-baskıcı yönetimlerin ülkelerindeki her türlü muhalif sesi kesmek istemesi, basını denetim altına alması, gazetecileri cezalandırması bilinmedik görülmedik şeyler değildi şüphesiz. Hele Türkiye ve Erdoğan sözkonusu olunca, bu tür girişimlerin haber değeri taşıyıp taşımadığı bile tartışılabilirdi. Zira yaklaşık iki yıl önce, Frankfurter Allgemeine gazetesinin çizerleri Achim Greser ve Heribert Lenz, gazetenin pazar versiyonuna çizdikleri Erdoğan karikatürüyle benzer bir diplomatik krize yolaçmışlar, yine Almanya büyükelçisi TC Dışişleri’ne çağırılmıştı.

Yine de bir cumhurbaşkanının başka bir ülkedeki televizyon programını, üstelik internetten kaldırtmaya hamle etmesi, her şeye rağmen, herhangi bir yerde herhangi bir zaman da tuhaf karşılanacak bir haldi. Frankfurter Allgemeine’de Klaus-Dieter Frankenberger, “Öyle görünüyor ki,” diye yazdı, “başkan [Erdoğan], Almanya dışişleri bakanının Alman medya kuruluşlarını sansür edebileceğini sanıyor.”

Fakat bu mümkün değildi!.. Almanya basınının Ankara’dan denetlenebileceği bir mekanizma kurma gereği ortadaydı ve bunu silahlı cihatçı örgütleri sınırdan Almanya’ya sokarak yapmak imkânsızdı. Extra 3’çülerin vatan hainliğiyle suçlanması, terör örgütü propagandasından içeri atılması… bu seçeneklerin hiçbiri geçerli değildi. Bu yüzden meydan boş kaldı, haçlılar gemi azıya aldılar.

Extra 3’çülerin olan bitene tepkilerini aktarmak istiyorum. Türkiye’de hukukun muktedir keyfine göre uygulanışının en büyük simgesi “cumhurbaşkanına hakaret” davalarından bir yenisine –daha buradaki ilk yazıdan– kurban gitmemek için temkinli olayım, neme lâzım.

Programın editörü Andreas Lange, Erdoğan klibi yüzünden yaşanan garabet hakkında konuşurken, “Bütün bunları sadece komik olalım diye yapmıyoruz,” dedi. “Yapıyoruz, çünkü mesele edilmesi gerektiğine inandığımız mevzular var.” 

Lange bu sözleriyle belki de Türk Dışişleri’ne kullanabilecekleri motifler konusunda tüyo veriyor sayılır: Yapmayın! Çünkü mesele edilmemesi gerektiğine inandığımız mevzular var; üstelik bunların komik de olmaması gerekiyor!

Lange, Erdoğan klibine Ankara’nın tepkisi sayesinde programın uluslararası alanda şimdiye kadar kendisine nasip olmamış bir ilgi görmesinden duyduğu memnuniyeti gizleyemeyeceğini de sözlerine ekledi. Klibin tıklanma sayısı olan üç milyon, programın izleyici sayısının on katı.

17 Mart’ta yayımlanan klip üzerine Ankara’nın koparttığı yaygaraya Extra 3’çülerin esas tepkisi, 30 Mart’taki programda geldi. Sunucu Christian Ehring, muktedirlerin tek sözüyle içeri atılma tehlikesi nedir bilmeyen televizyoncunun bizim tanımadığımız rahatlığıyla, “ortalık çok gerildi, biz valla yumuşatmak istiyoruz” yollu ironik bir motif eşliğinde, önce, “Biz de Türkiye büyükelçisini buraya çağırdık,” dedi, “ama gelmedi.”

Sunucu sonra, “internetten video sildirmeye kalkma” garabetiyle dalga geçti: “Ne yazık ki, bu mümkün değil,” dedi. “Orası internet, oradan silinemiyor.”

Ehring, “yumuşama adına” diyerek, Türkiye’ye güya bir teklif sundu – o arada mülteciler konusundaki kirli anlaşmaya laf çaktı: Türkiye’de mizahçıların başlarına iş gelmeden yapabilecekleri her espriye karşılık, biz de Erdoğan hakkındaki bir esprimizi silelim.

Ve yine “yumuşama için, iyi niyetle” kalkıştıkları işten sözetti. Şöyle düşünmüşlerdi: Belki klip Almanca olduğu için Cumhurbaşkanı Erdoğan yanlış anlamış, bu yüzden kızmıştı; Extra 3, şimdi olumsuzluk yaratmış olabilecek bu ihtimali ortadan kaldıracak ve klibi Türkçe altyazılı olarak tekrar yayımlayacaktı. Yayımladılar.

Christian Ehring, “uzun lafın kısası” bâbında da şunları dedi: “Almanya’da bu iş bayağı basit: Eleştiri duymak istiyorsanız Extra 3’ü seyredin. Eleştiri duymak istemiyorsanız bayan şansölye ile buluşun.”

Extra 3 ekibindekilerin Facebook sayfalarını, Türkiye’de açılan cumhurbaşkanına hakaret davalarının sayısını “iki binlere çıkarma” vaadi eşliğinde, Erdoğan’a dair karikatürler, caps’ler (esprili sözle donatılmış görsel malzeme) vs. ile doldurduğu günlerde, Urfa’da oto elektrikçisi İsmail B., tutuklanıp cezaevine kondu. Hapsedilmesine yolaçan suçu, “devlet büyüklerine hakaret”ti. İsmail B., söylendiğine göre, içmiş içmiş, niyeyse tepesi atmış, niyeyse 155’i arayıp, karşısına çıkan polise Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu hakkında atıp tutmuştu. Bunu niye yaptı, bilemiyoruz, muhtemelen anlayamayız da. Telefona çıkan polisin, “sarhoştur, saçmalıyor” demeyip, hattâ yemeyip içmeyip işlenmekte olan korkunç suçu arkadaşlarına bildirmesi, devletin güvenlik kuvvetlerinin bu tehlikeli suçluyu yakalamak üzere harekete geçmesi, İsmail B.’nin yakalanıp savcı önüne getirilmesi, mahkemeye çıkarılması, tutuklanması, hapse konması… Bunları ise ne kadar güzel, ne kadar rahat anlayabiliyoruz.

Kimbilir, biz değil ama, belki çocuklarımız, torunlarımız, bir şekilde, bir yerde, bir zaman insan gibi yaşarlar.

* *

İlk gün notu: P24 sayesinde hayatımın en kısa işsizlik dönemini yaşadım. Müteşekkirim. Burada, hikmeti kendinden menkûl köşe yazarlığı müessesesinden de, ille o gün, o saat anlamına gelen güncellik baskısından uzaklaşabilmeyi umuyorum. Böylece “enlemesine boylamasına derinlemesine” gazetecilik yapabileceğimi sanıyorum. Olayları anlama, yorumlama, yerli yerine oturtmaya elverecek, bilgi-olgu-bağlantı içeren yazılar yazmamın, memleket siyaseti hakkında mütemadiyen aynı fikirleri serdetmekten, hukuksuzlara hukukî, kalpsizlere kalbî, ahlâksızlara ahlâkî tepkiler ifade etmeye çabalamaktan çok daha faydalı olacağına inanıyorum. Sur’dan götürülüp çukura dökülen molozlar, canımızdan, içimizden kopan parçalardır. Koparılmalarına, dökülmelerine engel olamıyorum, yerlerine de koyamıyorum. Bari elimden geleni yapayım. 


Bu yazı ilk defa Punto24'te yayımlanmıştır