Türk İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sönmez, enflasyonla mücadelede bugüne kadar atılan adımların kalıcı bir başarı sağlamak için yetersiz kaldığını ifade etti. Sönmez, ''Ücret artışlarının çalışanları memnun etmesi ve alım gücüne gerçek bir katkı sağlayabilmesi için ise enflasyon-faiz-kur sarmalından çıkış yolunu bulmalıyız'' dedi.
Türkiye ekonomisinin yüzde 99’unu oluşturan, istihdamın da yüzde 70’ni barındıran Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler (KOBİ), hayatta kalma mücadelesi veriyor. Finansman muslukları kapanan KOBİ’ler için bu yıl da zor olacak. Nefes Gazetesi'nden Şehriban Kıraç'a konuşan Türk İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sönmez’e göre, 2024 yılı genelinde her dört işletmeden üçü finansmana erişimde zorluk yaşadı. Her iki işletmeden birinin iş hacmi daraldı. Sönmez, Türkiye’nin enflasyon-faiz-kur sarmalından çıkış yolunu bulması gerektiğine dikkat çekti.
''Çalışanların reel gelirlerinde kayıp oldu''
2024 her kesim için zor geçti. İş dünyasının yaşadığı ana zorluklar neler oldu?
2024, ekonomik belirsizliklerin ve finansal zorlukların etkisiyle iş dünyası için son derece zorlayıcı bir yıl oldu. Özellikle yüksek enflasyon yalnızca fiyat seviyelerinde bir artış yaratmakla kalmadı, aynı zamanda iş yapış biçimlerini ve piyasa kurallarını da yeniden tanımlayan bir dinamik haline geldi. Döviz kuru üzerindeki baskı dış pazarlarda pek çok sektörde rekabet avantajımızın zayıflamasına yol açarken bu durum hem ihracatçı firmaları hem de onların tedarikçisi konumunda olan KOBİ’leri zor durumda bıraktı. Buna bir de yüksek maliyetler eklenince özellikle KOBİ’ler büyüme ve yatırımdan ziyade kriz yönetimiyle ayakta kalmaya odaklandı.
TÜRKONFED olarak sahada gerçekleştirdiğimiz çalışmalar ve düzenli olarak yaptığımız Finansmana Erişim Anketleri de iş dünyasının karşı karşıya olduğu zorlukları net bir şekilde ortaya koydu. Buna göre 2024 yılı genelinde her dört işletmeden üçü finansmana erişimde zorluk yaşadı. Neredeyse her iki işletmeden birinin iş hacmi daraldı. Bununla birlikte özellikle yüksek faiz oranları, krediye erişimi daha da güçleştirerek işletmelerin likidite yönetiminde sorun yaratmaya devam etti. Bu durum sadece ekonomik değil, toplumsal dinamikleri de etkiledi. Çalışanların reel gelirlerinde yaşanan kayıplar tüketici güvenini zayıflattı ve toplam talebi daralttı.
Özetle 2024, işletmelerimizin önemli bir bölümünün maliyet ve finansman baskıları nedeniyle daha temkinli hareket ettiği bir yıl oldu. Bu durum da ekonomide güven ortamının yeniden tesis edilmesinin ne kadar kritik olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
''Yapısal sorunlar, dezenflasyon hedeflerini riskli hale getiriyor''
2025 nasıl bir yıl olacak, gelen yıl gideni aratacak mı? Hangi alanlarda risk görüyorsunuz? Büyüme, işsizlik, döviz kuru, faiz konusunda öngörüleriniz neler?
2025 hem zorluklar hem de fırsatlar barındıran bir geçiş yılı olabilir. Yüksek enflasyon, finansmana erişim zorluğu, istihdam kayıpları ve özel sektörün borç yükü gibi iş dünyasını ciddi ölçüde zorlayan sorunların bu yılın ilk döneminde de devam edeceği aşikar. Ekonomi yönetimi, orta vadeli planlar açıklamış olsa da enflasyonu düşürme ve finansmana erişimi kolaylaştırma konusunda daha somut adımlar bekleniyor. Şeffaf ve tutarlı bir ekonomi politikası, düşük faizli kredi imkanlarının artırılması ve KOBİ’lere yönelik destek paketlerinin uygulanması gerekiyor. Dolayısıyla toparlanma, uygulanan politikaların etkisine bağlı olacak. Yeni Orta Vadeli Program (OVP) 2024 yılı için gerçekçi tahminler sunsa da 2025-2027 dönemi hedefleri için bir iyimserlik söz konusu. Özellikle ekonominin mevcut döngüsel durumu göz önüne alındığında, dış denge ve dezenflasyon hedeflerine ulaşılması güç görünüyor. IMF tanımlı birincil bütçe açığındaki daralma hedefi önemli bir adım ancak yüzde 4 büyüme hedefinin zorluğu bu hedefin gerçekleşmesini belirsizleştiriyor. Mali alanda da vergi gelirlerine yönelik iyimser beklentiler, kamu harcamalarının bileşimindeki bozulma ve faiz dışı harcamalarda planlanan iddialı kesintiler dikkat çekiyor. Para politikası açısından fiyat dinamiklerindeki yapısal sorunlar, dezenflasyon hedeflerini riskli hale getiriyor. Yapısal reformlar konusunda ise OVP’nin reform önceliklerine dair bir takvim sunması olumlu bir adım olsa da somut ve ölçülebilir eylemler yetersiz kalıyor. Ayrıca reformların ekonomik büyüme ile daha güçlü bir şekilde ilişkilendirilmesi, programın güvenilirliğini artırabilirdi.
Hiç kuşkusuz bu zorlu dönemde riskler kadar fırsatlara da odaklanmalıyız. Türkiye’nin coğrafi avantajları, Avrupa ve Orta Doğu ile ticaret ilişkilerinde rekabet gücümüzü artırabilir. Ancak bu potansiyel yalnızca lojistik avantajlarımızla sınırlı kalmamalı. Dijitalleşme ve yeşil dönüşüm süreçlerini hızlandırarak orta ve yüksek teknoloji ile katma değerli ürün ihracatında atılım yapmalıyız. Ülkemizin ABD ve Avrupa Birliği’ndeki ülkelerin uyguladığına benzer şekilde planlanmış yeni nesil bir sanayi politikası yasasına ihtiyacı var. Ayrıca yüksek teknoloji üretimi ve katma değerli ihracatla uğraşan stratejik sektörlere uzun vadeli ve uygun destek sağlanması da kritik öneme sahip. Kısacası Türkiye’nin dünyadaki gelişmelere paralel olarak ciddi bir şekilde planlama yapmaya başlaması gerekiyor. Bu kapsamda Devlet Planlama Teşkilatı benzeri bir kurumsal yapıyı da yeniden hayata geçirmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
''Daha sıkı para politikaları ve yapısal reformlar şart''
Atılan adımlara rağmen enflasyonda istenen düşüş sağlanamıyor. Asgari ücret zammı da başta çalışanlar olmak üzere kimseyi memnun etmedi. Enflasyonla mücadele konusunda atılan adımlar yeterli mi? Asıl hangi adımlar atılmalı?
Enflasyonla mücadelede bugüne kadar atılan adımlar kalıcı bir başarı sağlamak için yetersiz kaldı. Enflasyonun kontrol altına alınması için daha sıkı para politikaları ve yapısal reformlar şart. Bununla birlikte üretim maliyetlerini düşürecek teşvik mekanizmalarının devreye alınması ve vergi sisteminde adaletin sağlanması da gerekiyor.
Ücret artışlarının çalışanları memnun etmesi ve alım gücüne gerçek bir katkı sağlayabilmesi için ise enflasyon-faiz-kur sarmalından çıkış yolunu bulmalıyız. Çünkü ücret artışlarının alım gücü ile refaha katkısını artırmak ancak enflasyonun kontrol altına alınması ile mümkün. Yüksek katma değer üretemediğimiz her süreç, bizi asgari ücret ekonomisine mecbur bırakıyor. Öte yandan TÜRKONFED olarak Türkiye’de bölgelerarası işsizlik, milli gelir, sektörel üretim, katma değer ve KOBİ yoğunlaşmasına baktığımızda bölgesel asgari ücret uygulamasının gerekli olduğunu uzun süredir dile getiriyoruz. Öncelikle yaşam maliyeti, bölgeler arasında önemli ölçüde farklılık gösterebiliyor. Bu nedenle bölgesel asgari ücret, her bölgedeki çalışanların temel bir yaşam standardını karşılayabilmesini sağlamaya yardımcı olacaktır. Bu kapsamda mevcut asgari ücret, en düşük asgari ücret olarak belirlenmeli ve yaşam maliyeti ile ekonomik kapasite farklılıkları göz önünde bulundurularak asgari ücret farklılaşmalıdır. Yani asgari ücret ulusal olarak belirlenmeli ancak yaşam maliyetine göre bölgeler bazında ayarlanmalıdır.
|