Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “turpun büyüğü heybede” sözü, Ala Turka başkanlık sisteminin özeti gibi.
Sistem, “güçlerin birliğine” dayanıyor.
En tepede Cumhurbaşkanı var, altında da yasama ve yargı.
Ayıp olmasın diye, soranlara “yargı bağımsızdır” deniliyor ama öyle bir şey yok tabii.
Yargıçların ve savcıların özlük işlerini takip eden, atamalarını gerçekleştiren kurum doğrudan yürütmeye bağlı. Başkanını ve yardımcısını zaten doğrudan kendisi seçiyor. Üyeleri ise onun tercih ettiği adaylar arasından!
Onun için de “gizli” olması lazım gelen hazırlık soruşturmalarının hepsinden haberdar.
Hatta bazılarının talimatını sanki bizzat kendisi veriyor gibi bir hava var.
Aksi takdirde “turpun” nerede olduğunu da boyutlarını da bilemezdi.
Şimdi turpun büyüğünün yerini biliyor, çünkü oraya koyan bizzat kendisi.
Bunu fütursuzca da söylüyor çünkü bu tür soruşturmalar, davalar onun işaretine göre açılıyor, kararlar veriliyor.
Böyle şeyler demokrasilere özgü değil. Türkiye de zaten bu yüzden demokrasiden hayli uzakta bir konumda bulunuyor.
Belli ki Cumhurbaşkanı, önümüzdeki seçimi normal şartlarda kazanamayacağını iyice içselleştirmiş.
Onun için adayları şimdiden yargı marifetiyle elemek, eleyemiyorsa lekelemek ve bu yolla siyasi bir üstünlük elde etmek arzusunda.
İşe yarar mı derseniz; bugüne kadar yaradığı görülmedi.
Bu memlekette “yolsuzlukları alenileştiği için siyasi ömrü bitmesi gereken bir kişi göster” deseniz ilk göstereceğimiz kişi, bundan hiç etkilenmedi mesela.
Unutmayalım ki bu ülkede “çalıyor ama çalışıyor” bir siyasi motto haline bile geldi.
Zaten Cumhurbaşkanı’nın siyasi etik kanununa karşı çıkmasının nedeni de bu değil miydi?
İşin içine “ahlak” karışırsa çalışacak belediye başkanı, il başkanı vs. bulunamaz diye!
Öte yandan bir de seçmenin sinirleriyle oynama durumu var elbette.
Seçip gönderdiği kişileri uyduruk nedenlerle görevden aldığınızda, dönüp size oy vermiyorlar. Hatta bu, daha önce size oy verenleri bile sinirlendiriyor.
Bu ülkenin siyasi tarihi bunun örnekleriyle dolu.
Bunu Cumhurbaşkanı’nın bilmiyor olması düşünülemez; biliyor mutlaka ama bir de kendini en tepede görme duygusu yok mu? İşte o durum muhtemelen “göz bağı” etkisi yaratıyor.
Başkası yapsa “yanılıyorsun” diyeceği şeyi kendisi bu nedenle rahatça yapabiliyor.
Şu anda Türkiye’de siyaset adına ne yapılıyorsa hepsinin tek bir amacı var: Ne yapıp etmek, bir kez daha seçilerek o görevde kalmak!
Bunun için her yol mübah, her şey serbest.
Normal olarak seçime daha 3,5 yıl var.
Hiç de kısa sayılmayacak bu süreyi memleketin temel sorunlarını çözmek için kullanmak yerine, gelecek seçim hesabıyla memleketin enerjisini harcamak da bu ülkenin kaderi sanırım.
* * *
Hazır “avanta” işine el atılmışken
Savcılar, İBB’nin hazırladığı ve savcılıklara verilmesi gerekirken Süleyman Soylu’nun emriyle Bakanlık’ta bir kasaya kilitlenen yolsuzluk dosyalarını merak etmiyorlar mı? Hazır belediye işine el atmışlarken, İBB’den bu dosyaların kopyalarını isteme cesaretini de gösterebilirler mi acaba? |
Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, 17 Ocak'ta tutuklandı
Beşiktaş Belediye Başkanı’nın tutuklanmasıyla yeni bir evreye giren soruşturma ile ilgili dosya, Beşiktaş Belediye Başkanı’nın avukatlarına “gizlilik” gerekçesiyle gösterilmemiş.
Bu çok yaygın bir uygulama.
En önemlisi de savunma hakkını kısıtlıyor, ilgili kişiyi de en başından “suçlu” ilan etmeye yarıyor.
Ancak böyle soruşturmalar siyasi emirle açıldığı için avukatlardan saklanan bilgiler, rejimin medyasından gizli değil.
Biz vatandaşlar da avukatlar da dosya içeriğiyle ilgili bilgileri o mecradan elde edebiliyoruz.
Doğal olarak sanığı suçlu göstermeye yarayacak bilgiler yayınlanıyor.
Savcılar, kanun gereği sanığın aleyhine olanlar kadar lehine olan delilleri de toplamak zorundalar ama rejimin yargısının böyle bir kuralla kendisini bağlı hissetmediğini de geçmiş uygulamalardan da biliyoruz.
Damadın biraderinin kontrolündeki gazetede yayımlanan bir habere göre Beşiktaş Belediye Başkanı’nın işlediği iddia edilen “suçlardan” biri, şirketine ait otomobilleri gerçek değerlerinden 6 milyon lira daha yüksek bir fiyata sattığı iş adamının bir başka şirketine ihalede 110 milyon lira avantaj sağlamak. Dediğim gibi bu savcının “iddiası”!
Mahkeme aşamasında bunu kanıtlaması beklenecek, o vakit iddianın doğruluk derecesini hepimiz öğreneceğiz.
Savcının iddiasına göre ihaledeki kâr tutarının yaklaşık yüzde 6’sı civarında bir “avanta” var.
Savcılar, memleketin bu konulardaki en yetkili bilirkişisine sorsalar, “yüzde 10’dan aşağısı kurtarmaz, o kadar vermeyeni kucağa oturturlar” yanıtını alırlardı.
Yani Türkiye’de, kamu ihalelerindeki “hayatın doğal akışı”, bu iddiayı desteklemiyor.
Zaten savcılığınki de büyük ölçüde “niyet okuma”!
“Böyle bir avantaj sağlandıysa, bu ancak rüşvetle olur” diye bir temel varsayımdan hareket edildiği anlaşılıyor.
Diyelim ki “CHP zihniyeti” iki kazı güdemediği gibi rüşvet piyasasını da bozup, yüzde 6’ya indirdi!
Geçtiğimiz günlerde Kuzey Marmara otoyolunda geçiş garantisi sayısı durduk yere 136 milyon adet arttırıldı.
Böylece Kalyon, Kolin, Cengiz ve Limak’ın işlettiği otoyolda geçiş garantisi sayısı yıllık 344 milyon adete çıkmış.
Resmi bir ağızdan bu artışın gerçek nedenini öğrenmemiz mümkün olmadı.
Kimse bir açıklama yapmıyor, belli ki bu iş biraz karışık.
Savcılar mesela bunun nasıl olduğunu merak etmiyorlar mı?
Rıza Akpolat için yaptıkları varsayım, bu alışverişin neresine uyar?
Beşiktaş usulü yüzde 6 ile bile nasıl bir büyüklük olur, hayal edebiliyorlar mı?
Ya da İBB’nin hazırladığı ve savcılıklara verilmesi gerekirken Süleyman Soylu’nun emriyle Bakanlık’ta bir kasaya kilitlenen yolsuzluk dosyalarını merak etmiyorlar mı?
66,5 milyon dolara inşa edilen Çamlıca Camisi için İBB, 290 milyon 601 bin dolar “bakım ve temizlik parası” harcamış mesela. Yüzde 6 hesabıyla ne olur acaba?
2016 yılında Kiptaş için Başakşehir’de 300 milyon liraya satın alınan arsa için 129 milyon 887 bin lira fazla ve yersiz ödeme yapılmış. Yüzde 6 hesabıyla?
Ama en güzeli de şu:
2011 yılında Fatih’te Vatan Caddesi’nde, imar planlarında yeşil alan olarak ayrılan bir arsa özel bir şirket tarafından 25 milyon liraya satın alınıyor.
İBB, 25 milyon liralık arsaya imar izni vererek değerini katlıyor ve arsayı 2017 yılında imarlı haliyle 430 milyon liraya o şirketten satın alıyor. Şirket 25 milyona aldığı arsayı İBB’ye 430 milyona satmış oluyor. O tarihte “CHP zihniyeti” bu işlerdeki avantayı henüz yüzde 6’ya indirmemişti. Yüzde 10 – 15 arası bir rakam tahmin ediliyor avanta tutarı!
İBB 430 milyona aldığı arsayı tekrar imar değişikliği ile eski haline, yeşil alana çeviriyor ve kendi malının değerini düşürüyor.
Ekrem İmamoğlu’nun ilk döneminde, TSKB Gayrimenkul Değerleme Anonim Şirketi bu arsa için değerleme raporu hazırlıyor:
Rapora göre arsanın o tarihteki değeri: 10 milyon 381 bin dolar.
Belediye’nin arsayı 430 milyon liraya aldığı gün ise İBB kasasından 116 milyon 870 bin dolar çıkmış oluyor. Yani 106,5 milyon dolar buharlaştırılıyor.
Bu dosya, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Bakanlığa alıp, kaybettirdiği dosyalardan biri.
Savcılar hazır belediye işine el atmışlarken İBB’den bu dosyaların kopyalarını isteme cesaretini gösterebilirler mi acaba?
Aynı varsayımı burada da yürütecek olsak, toplam rüşveti hesaplamaya, hesap makineleri yeterli olur mu?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|