Yelkovan; yüzme, atletizm, jimnastik dallarının olimpiyatın en önemlileri olduğunu vurguluyor. Olimpiyatların dünyanın en üst düzey spor sahnesi olduğunu belirterek özellikle yüzme ile atletizmde başarının çok kolay olmadığını ekliyor:
“Bunlar domine edilen branşlar. Hep aynı ülkeler madalya alıyor ve bu tesadüf değil. Uzun vadeli bir yatırım, çok büyük oyuncu havuzu ve stratejiyle gelinen noktalar. Sporcularımızınki insanların tahmin edebileceğinden çok daha büyük bir başarı”.
Biçer, bu yıl güreşte bronz alan Buse Tosun Çavuşoğlu’nın yanı sıra Muhammed Furkan Özbek’in halterdeki başarılarının azımsanamayacağını belirterek, “Türkiye’nin bu alanlarda dominasyonu sağlandığı dönemler oldu ancak o sporcular ve başarılarının altyapıya nasıl aktarıldığıyla alakalı” diyor.
“Bu alanlarda altın gelmemesinin farklı sebepleri var” diyen Yelkovan da Rusya’nın Olimpiyatlar’dan menedilmesinin ardından Rus sporcuların farklı ülkelere dağıldığını, eskiden hiç minderde, kürsüde olamayan ülkelerin görüldüğünü hatırlatıyor. Öte yandan kuşak değişikliğini de vurguluyor.
Sorumluluk kimde?
BBC Türkçe'ye konuşan spor yazarları, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın federasyonlara sağladığı imkanların ve bütçenin nasıl yönetildiği ve denetimi konusunda adımlar atılabileceğini söylüyor.
Cabbaroğlu, her federasyonun her spor için farklı teknik imkan ve altyapı gereksinimlerinin olduğunu, bu gereksinimlerin iyi tespit edilmesi gerektiğini ifade etti.
“Paris 2024 Olimpiyatı’nın hedefi neydi ve neden olmadı? Bunları cevaplaması gereken kişiler birbirlerine sorumluluk yüklüyor” diyen spor yazarı Burcu Biçer ise, “Sorumlu olan kurumların muhasebeyi kendilerince yapmaması bir sonraki adım için bizlere bir şeyler anlatıyor” diye devam ediyor ve Türkiye’de spor yönetiminin siyasetten uzak olmadığını söylüyor.
“Refah düzeyi ile ilgili”
Pek çok ülke için olimpiyatlar bir prestij meselesi. ABD ve Çin’in, Ukrayna savaşı öncesinde oyunlara katılmasına izin verilen Rusya’nın, olimpiyat madalyası konusunda bir nevi “soğuk savaşta” olduğu görülüyor.
Biçer, bir ülkenin olimpiyatı prestij meselesi olarak görüp görmediğinin spora ve sporcuya olan desteği ile anlaşıldığını ifade ediyor ve Türkiye’nin olimpik sporlardaki başarılarının medya ve topluma yansımasının oldukça sınırlı olduğunu ekliyor:
“Ana akımda başı çeken futbol, buna ‘son zamanlarda’ az da olsa eklenen voleybol dışında pek çok branşın görünürlüğü oldukça sınırlı.
“Gerçekçi bir heyecan olması için insanların sporla ilgilenebilecek motivasyonu olması lazım. Bu motivasyonun da refah seviyesiyle fazlasıyla alakası var. Hatta Olimpiyatlar’daki madalya sıralamasına baktığımızda ilk göze çarpan durum bu.”
Yelkovan ve Cabbaroğlu ise olimpiyatların Türkiye’de gittikçe daha çok ilgi gördüğünü ifade ediyor.
Ne yapmak lazım?
Uzmanlar farklı dallarda yarışan az sayıdaki sporcunun öncü kabul edilip bu branşlardaki sporcu sayısının artırılması gerektiğini ve sporla eğitimin bir arada yürütüldüğü bir düzen kurulması gerektiğini vurguluyor.
Biçer, “Okullarda beden eğitimi dersinin olmaması, sporu beden sağlığıyla beraber düşünmemek, bize sistemle alakalı bir şeyler söylüyor” derken Cabbaroğlu, ailelerin ve çocukların okul ile spor arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığını söylüyor:
“Belki ABD gibi bu ikisini beraber yürütebilecek bir sistem kurarak sporcular yetiştirebiliriz.”
Sporculara devlet ve sponsorluk anlamında verilen desteğin arttığını, tesis açısından çok büyük eksiklerin kalmadığını ifade eden spor yorumcusu Banu Yelkovan, Türkiye'nin özellikle antrenör seviyesinde eksik olduğunu belirtiyor.
Uluslararası anlamda kendini geliştirmeye açık antrenörlerle sporcu havuzunun gelişebileceğini söylüyor; “Sporcu havuzunu her branşta büyütmemiz lazım. Bunun için de uluslararası anlamda kendini geliştirmeye açık antrenörlerle hem de şehir bazında, ilçe bazında bütün çocuklara her sporun ulaşmasını sağlayacak kadar piramit şeklinde örgütlenmiş bir spor yapılanmasına ihtiyacımız var.”