Kültür-Sanat

Türk edebiyatı ve sinemasındaki 'dolmuş' hikâyeleri: Sizi analar doğurdu da şoförler Silivri yoğurdu mu?

İstanbulluların dolmuşu yarattığı 1930’lu yıllarda Anadolu şehirleri, yine dolmuş usulü çalışan, dolunca kalkan kaptıkaçtılara biniyordu.

12 Mart 2021 15:58

T24 Kültür Sanat

Yazar Derya Bengi, günümüzdeki dolmuşların tarihinin 15. yüzyıl Haliç’indeki kayık-dolmuşlara uzandığını, taksi-dolmuşların ise 1930’lu yılların İstanbul’unda yaşanan ulaşım sorununu çözmek için İstanbulluların geliştirdiği bir nevi ‘sivil insiyatif’ olduğunu söyledi.

İlk dolmuşçuların yaptığını yolcu kaçakçılığına benzeten Bengi, şoförlerin Eminönü-Taksim tramvay duraklarına yanaşıp, tramvay biletinden birazcık daha fazlasına müşteri topladığını belirtti.

Bengi, İstanbul Büyükşehir Belediye'sinin üç ayda bir çıkan 'İST' isimli dergisi için kaleme aldığı yazıda bu durumun diğer taksi şoförlerini ve tramvay idaresinin rahatsız ettiğini ama halkın memnun olduğunu nakletti. 

1939’da belediye kontrolündeki ilk yasal dolmuş hatları Eminönü’nden Taksim, Pangaltı, Şişli istikametine gidenler oldu

Dolmuşun tarihinin anlatıldığı yazının devamında ise Türk edebiyatında ve sinemasına geçen dokunan dolmuş hikâyelerine yer verildi:

"Bindikçe şişiyordu kan emmiş bir tahtakurusu gibi Ahmet’in taksisi"

Orhan Kemal’in ‘Avare Yıllar’ında (1950) kaptıkaçtının içi çarık, sarımsak ve peynir kokar. Orhan Pamuk’un ‘Kara Kitap’ında yağmurlu bir günde itiş kakış binilen bir dolmuşun içinden ıslak kumaş ve sigara kokusu yükselir. ‘Kara Kitap’ın daha ilk sayfasında Nişantaşı’nda bir evin yatak odasından ‘dolmuş durağının değnekçisinin düdüğü’ işitilir. Romanın başkarakteri Galip, gazetesini genellikle ‘harflerin tir tir titrediği dolmuş koltuklarında yarım yamalak’ okur.

Adalet Ağaoğlu
’nun ‘Ölmeye Yatmak’ romanının Ankara’sında kaptıkaçtı devri çoktan geçmiş, ortalık dolmuşa kesmiştir. Roman kahramanı Aysel, fakülte çıkışı ‘ince ince yağan karın altında dolmuş durağına’ yürür: “Kar yere düşer düşmez ince bir tabaka halinde buzlaşıyor. Dolmuş bekleyen yüzler gecikmiş kışa karşı şaşkın ve umutsuz duruyorlar. (...) Bahçelievler dolmuşu bir türlü gelmiyor. Gelse de durmadan geçiyor. Kar gittikçe hızını artırıyor. Kolumun altındaki dosyalar ıslanıyor.

Orhan Duru’nun gerçeküstü tonlar barındıran ‘Durak’ öyküsünde, taksi durağında “güzel” ve “gıcır” arabalar sıralanmıştır. Kimse Ahmet’in 1934 model külüstür Ford’una yüz vermez. Sabahtan beri siftahı yoktur. En sonunda bir dolmuş durağına yanaşmayı akıl edince, toplumun değişik kesimlerinden, neredeyse 20 kişi her nasılsa art arda doluşur taksiye: “Bindikçe şişiyordu kan emmiş bir tahtakurusu gibi Ahmet’in taksisi.” Trafik polisi beş kişiden fazlasının yasak olduğu gerekçesiyle ceza kesmek ister. Yolcular yalvar yakar olunca ceza kesmekten vazgeçer ama bindikleri gibi birer birer arabadan inmek şartıyla: “İndikçe küçüldü araba, küçüldükçe küçüldü, en sonunda Ahmet indi arabadan arka lastiklere bakmak için, kaldı araba bit kadar. Yoldan geçen iyi giyimli bir bey, yeni aldığı ayakkabısının burnuyla ezdi arabasını Ahmet’in, böcek ezer gibi.

“Ford arabalarının kulpunu sola, Studbaker’leri sağa çevireceksin.”

Aziz Nesin’in ‘Dolmuş Kapısı’ öyküsü, dolmuş kapısı açmanın incelikleri ve dolmuş şoförlerinin kabalıkları hakkında ders niteliğindedir. “Sağa çevir”, “sola kıvır”, “yukarı kaldır” emirlerine rağmen kapıyı açmayı beceremeyen yolcular şoförden azar üstüne azar işitir. Öykünün kahramanı istediği durağa gidene kadar dört beş dolmuş değiştirir, her seferinde daha belalı bir kapıya ve şoföre çatar. Şoförlerden en insaflısı işin ilmini şöyle öğretir: “Ford arabalarının kulpunu sola, Studbaker’leri sağa çevireceksin. Şevrole oldu mu iteceksin kulpu. Hilman’ları kendine doğru çekeceksin. Fiat arabası oldu mu önce bir sağa çevirir, sonra üstüne basarsın. Buick’ler en kolayı, bir sola, bir sağa çevirir, kulpu kendine doğru biraz çeker, sonra biraz yukarı kaldırır, kuvvetlice aşağı indirirsin, sonra kendine doğru çekip de hafifçe üstüne basar, itersen, çıt diye açılır kapı... İnsanın bu kadarcık bir şeyi öğrenmemesi için mankafa olması lâzım.”

“Sizi analar doğurdu da şoförler Silivri yoğurdu mu yani?”

Şoför Deyip Geçmeyin’ (Ülkü Erakalın, 1966) filmindeki bir sahnede, kapıların kulpları yine başa derttir. Dolmuş şoförü rolündeki Sadri Alışık, meşhur repliklerinden birini, kapıyı bozan müşterisine söyler: “Ulen, 50 kuruş verirsiniz, arabada ne kapı bırakırsınız ne kilit. Sonra da suç döner dolaşır, biz gariban şoförlerin sırtına yüklenir. Şoför deyip geçmeyin be. Sizi analar doğurdu da şoförler Silivri yoğurdu mu yani?

Beyazperdede minibüsçüler en hakikatli temsilcisini İlyas Salman ve Şener Şen’in başrollerde oynadığı ‘Çiçek Abbas’ (Sinan Çetin, 1982) filminde bulana kadar Yeşilçam tarihinden az dolmuş şoförü gelip geçmemiştir. İzzet Günay, ‘Dolmuş Şoförü’ (Alp Zeki Heper, 1967) ve ‘Kader Böyle İstedi’ (Lütfi Akad, 1968) filmlerinde dolmuş sürer. ‘Kader Böyle İstedi’de Nilüfer Koçyiğit, İstanbul’un yabancısı bir üniversite öğrencisidir. Filmde, yağmurdan sırılsıklam olduğu bir günde dolmuşuna bindiği İzzet Günay’la masum bir aşk yaşar.

“Haydi, Nebahat Abla/ Dodge arabana atla/ Dümenimiz yolunda”

Sinemanın en sıra dışı dolmuş şoförü herhalde Şoför Nebahat’tır. 1960-65 arası, Metin Erksan ve Süreyya Duru’nun filmlerinde Nebahat’ı üç kez Sezer Sezin canlandırır. 1970’te, yine Duru’nun tekrar çevriminde rol Fatma Girik’e geçer. Dolmuş şoförü babasının ani vefatıyla mecburen ekmek teknesinin direksiyonuna geçen genç bir kızın erkeklerin dünyasında tutunma mücadelesini ve toplumsal baskılara direnişini işler bu filmler. Taksim-Emirgan hattında çalışan Nebahat’ın, Sami Hazinses tarafından yazılan, Ahmet Üstün tarafından söylenen bir de şarkısı bulunur: “Haydi, Nebahat Abla/ Dodge arabana atla/ Dümenimiz yolunda/ Gazla ablacım gazla/ Taksim, Şişli, Sarıyer/ Durmadan hemen gider/ Ablacım n’olur/ İstinye’de duruver/ Saçları dalga dalga/ Canım Nebahat Abla/ Sevgilim İstinye’de/ Gazla ablacım gazla.”

Atıf Yılmaz’ın 1979’da TRT için çektiği ‘Seyahatname’ adlı mini dizi, Amerikalı bir turist kadının İstanbul’un trafik keşmekeşinde bir taşıttan inip öbürüne bine bine, bir yerden bir yere bir türlü gidememesinin gülünç öyküsünü anlatır. Kadın bir yandan transistörlü radyosundan Amerikalı astronotların ellerini kollarını sallaya sallaya Ay’a gidişini takip eder. Dizi, Aziz Nesin’in ünlü ‘Seyahatname’sinin ekran uyarlamasıdır. Nesin, kitapta, Karaköy’e gitmek için dolmuş kollayan yolculara, yaşlı başlı bir beyin ağzından bir öğüt verir. Bu öğüt her durumda, her zaman, ister 30’lu yıllarda, ister bugün, İstanbulluların kulaklarına küpe olacak cinstendir: “İstanbul’da dolmuşla kendi istediğiniz yere gitmek zordur.
(...) Kendi istediğiniz yere gidemediğinize göre, hiç olmazsa şoförün sizi götürmek istediği yere gidin.

Yazının tamamını okumak için TIKLAYIN