Hidayet Şefkatli Tuksal*
Hafta sonu “Yaşama ses ver!” inisiyatifinin bir etkinliğine katıldım. Önce Emrah Kırımsoy’u dinledik; savaşın çocuklar üzerindeki etkilerini anlattı. Onu dinlerken, naz ve niyaz içinde üzerine titrediğimiz çocuklarımızı düşündüm bir, bir de savaş görüntüleri içinde izlemeye alıştığımız hallerini… Hangi gerekçeyle olursa olsun ve kimden gelirse gelsin, silahlı şiddeti çocukların hayatına sokan herkesin, ödeyemeyeceği bir vebal altına girdiğini ve çocuklara karşı büyük bir günah işlediğini düşünüyorum. O yüzden “Yaşama ses ver” ekibinin kamerasına şöyle seslendim: Savaş en iyi insanı bile insanlıktan çıkaracak kadar korkunç bir şeydir. Bu yüzden savaşa hayır; yaşama ses ver!
Bu cümleleri söylediğimde, henüz Sur’dan çıkan çocukların internette dolaşan görüntülerini izlememiştim. Mehmet Efe’nin paylaşımında gördüm önce ve izlediğimde, ağlamamak için kendimi zor tuttum ve büyük bir utanç duydum. Yavrucukların o minicik yaşlarında terörist muamelesine maruz kalmaları 21. yüzyılın Türkiye’sinde, gerçekten insanı utançtan yerin dibine sokacak bir şey. Onlara bu şekilde davranan polislerin de, belki onların yaşlarında çocukları vardır, ama çatışma ortamı, can korkusu, bütün bunları öteliyor ve o çocuklar “polis amca!” diye hitap ettikleri güvenlik görevlilerinin sert talimatlarıyla söylenenleri yapmaya çalışıyor. Bir yandan can endişesi taşıyan polisleri anlamaya çalışıyorum, fakat bir yandan, bu çocukların maruz kaldığı muameleyi içim almıyor, vicdanım kabul etmiyor. İşte “Barış! Barış! İlle de barış!” diye tutturmamızın sebebi bu! Daha fazla travma, daha fazla öfke ve kin biriktirmeyelim diye uğraşıyoruz.
Yılmaz barış talepkârlarından Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, bu insanca ve Müslümanca ısrarının bedelini ne yazık ki son çıkan KHK ile işinden uzaklaştırılarak ödeyenlerden oldu. Adalet er geç tecelli edecektir, biz buna inanıyoruz -- ama bunun için önce normal bir düzene; hukukun işlediği, hak arama yollarının açıldığı bir normalliğe dönmemiz gerekiyor. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir inşallah. O güne kadar arkadaşımız Dr. Gergerlioğlu, her zamanki özgüvenli, âdil ve fedakâr tutumunu sürdürecektir.
Böyle puslu günlerde, insanlar en çok dostlarının ilgisizliğinden, unutuşlarından muzdarip olur. Kendileriyle dostluk düzeyinde bir yakınlığa sahip olmasam da, tanıdığım ve özellikle başörtülü öğrencilerin zor zamanlarında onlardan desteklerini esirgemediklerini bildiğim, Ege Üniversitesinden Prof. Melek Göregenli ve Zerrin Kurdoğlu Şahin’e, Mardin Artuklu Üniversitesinden akademisyen arkadaşlarıma buradan geçmiş olsun demek istiyorum. İmzaladıkları bildirinin içeriğine katılmamakla, hattâ PKK şiddetini görmezden gelmiş olmalarını eleştirmekle birlikte, hak arama yollarının ve normal hukuki işleyişin askıya alındığı bir OHAL ortamında bu şekilde cezalandırılmalarını, hem kendilerine ve ailelerine yönelik bir haksızlık, hem de öğrencilerin kayıpları bağlamında geleceğimize yönelik bir ipotek olarak görüyorum.
Tabii bir de unutmadan, bugün 19 Ocak 2017; katledilişinin üzerinden koskoca 10 yıl geçmiş olmasına rağmen, Hrant Dink cinayeti hâlâ tam olarak aydınlatılamadı ve adalet henüz tecelli edemedi. Kayıplarımızın telafisi mümkün olmasa da, hiç olmazsa avunabilmek ve iyileşebilmek için, adaletin tecelli edeceği günlerin bir an önce gelmesini temenni ediyorum.
* Bu yazı Serbestiyet.com'da yayınlanmıştır