Hidayet Şefkatli Tuksal*
Kutuplaşmış toplumsal yapımızın muhasebesini yapıyoruz bu günlerde… Neden kutuplaşıyoruz, nasıl kutuplaşıyoruz ve bunun faturasını nasıl ödüyoruz? Pek çok kez, kutuplaşmanın AK Parti iktidarıyla ortaya çıktığı yolundaki söylemlere itiraz ettim, çünkü öyle değildi. Cumhuriyetin kuruluşundan beri, kutbun seküler tarafı yukarıda, muhafazakâr tarafı aşağıdaydı, tahterevallinin iki ucu gibi; aşağıda olanlar işin talihsizliğinin farkındayken, yukarıdakiler için hava hoştu, onları yukarıda tutan her şey normal ve âdildi, düzenin böyle devam etmesi gerekiyordu. Ama olmadı, düzen (kısmen) değişti; aşağıdakiler yukarı çıkınca, yukarıdakiler aşağıya düştü. Tabii o zaman anlaşıldı ki, bu aşağıda olma hali hiç normal değilmiş, hele hele bir zamanlar yukarıda olanların aşağı düşmesi onlara daha da korkunç geldi. Bu yüzden biraz empati yaparak eski günahlara tövbe etmek, hatâları tamir edici bir tutum takınmak ve rasyonel bir muhalefet politikası üretmek yerine, şımarık, kibirli, öfkeli bir intikamcılıkla, eski statüko güçlerine ve Batıdaki dostlara da güvenilerek, toptan karalayıcı, yıkıcı, istemezükçü bir dil ve üslupla muhalefet üretildi. Sonuç ortada… Tahterevalli bir türlü dengeye gelemedi; kutuplar arasındaki açı bir türlü düzelmedi, acılarımız ve öfkelerimiz dinmedi, sosyal medya arenasındaki kanlı güreşlerimiz devam ediyor.
Reina’daki saldırının bir “yaşam tarzı” saldırısı olduğu ve sıradan Müslümanların, Diyanetin ve hükümetin bu saldırıdan sorumlu olduğu iddiaları da toptancı maalesef. Bu iddialarda bulunanlar, IŞİD’in sadece sekülerlerin değil, pek çok kendi halinde dindar insanın da kanını dondurduğunun farkında değiller mi acaba? Üstelik Diyanetin yılbaşı kutlamaları hakkında, iddia edildiği gibi kışkırtıcı bir hutbesi de yok. Ama meselâ Noel Babanın başına silah dayayan gençlerin o eylemi neden medyada kendisine yer buldu? Haydi medya sorumsuz davrandı; neden adalet mekanizması devreye girip de düpedüz nefret suçu sayılabilecek böyle bir eylemi ânında cezalandırma girişiminde bulunmadı? Neden bir hükümet yetkilisi, böyle bir görüntüyü önemli sayıp, reddedici, uyarıcı ve tel’in edici bir açıklama yapmadı? Ya o şişme Noel Baba bıçaklamaları, yumruklama pankartları? Bunlar bence düpedüz suç. Ama bakıyoruz, Barbaros Şansal’ı ânında Kıbrıs’tan sınır dışı ettiren, aprona militan sokup hukuktan önce cezalandırmaya yeltenen ve hemen hapse gönderen bir irade, Noel Babanın şahsında onu sevenlere yapılan saygısızlığa aynı serilikle ve aynı kararlılıkla müdahale etmiyor. Bu bir ayrımcılık değil mi? O yüzden “yaşam tarzı” tartışmaları da temelsiz değil.
Sayın Cumhurbaşkanı bu tartışmaların ucunun kendisine dokunmuş olmasından rahatsız ki, muhtarlar toplantısında, kendisinin bazı açıklamalarının kişisel görüş beyanı olduğunu, hukuki anlamda bir ayrımcılık yapmadıklarını ısrarla belirtme ihtiyacı duydu. Ancak, unutmuş göründüğü bir şey var: Kendisi etkisi sınırlı bir muhalefet lideri değil; her şeye müdahale eden partili bir cumhurbaşkanı. Henüz hukuken bu konum tanınmış olmasa da fiiliyatta bunun böyle olduğunu hepimiz biliyoruz. Böyle bir durumda, kişisel görüş beyanı bile, bürokratik kurumlar ya da sıradan vatandaşlar tarafından bir yönlendirme gibi algılanabilir, nitekim algılanıyor da… Bu yüzden, kendisi bu tür beyanlarda bulunduğunda, bazı yurttaşlar da kendilerini ve yaşam tarzlarını tehdit altında görebiliyor.
AB’den ümidimizi kestiğimiz günden beri toplumsal yaşamımızda uzlaşma, demokratikleşme ve özgürleşme iddialarından vazgeçtik. “Bizi AB’ye almazlarsa Kopenhag kriterleri yerine Ankara kriterleri deyip yola devam ederiz!” diyen irade, dediğini yapamadı maalesef. Ya da ironik bir biçimde söylersek, Ankara kriterleri dedi sonunda, ama o Ankara ile kastedilen bu Ankara değildi; tam tersine bir şeydi. Ne oldu; başladığımız noktaya önce yavaş yavaş, şimdilerde daha hızlı bir şekilde bir geri dönüş süreci yaşadık, yaşıyoruz.
AK Parti geçmişin acıları üzerine kuruldu, bu acıları tedavi etmek ve bir daha yaşanmasını engellemek için yola çıktı, bu yüzden de büyük bir destek aldı. İktidar olup da henüz yeterince muktedir olamadığı dönemlerde, çok cesur hamleler yaptı demokratikleşme adına… Ama bu iradeyi devam ettiremedi. Ülke dışındaki odakların yanı sıra FETÖ’cü yapılanma, eski devletçi klikler, istemezükçüler bu iradenin önündeki dış engeller ise, AK Partinin çoğulcu yapısının kırılması da en büyük iç engel oldu bana göre.
Kutuplaşma siyaseti geçmişte bizi ne kadar yaraladıysa, bugün de o kadar yaralıyor, parçalıyor, birbirimize düşman ediyor. Bu konuda yapılan yanlışlara son vermek, toplumsal barış ve uzlaşmayı sağlayıcı, onarıcı politikalara dönüş yapmak öncelikle iktidarın sorumluluğunda. Muhalefet de üzerine düşeni yaparsa, geçmişteki hatalardan gerçekten ders almış ve böylece daha güçlenmiş olarak yolumuza devam etme şansı yakalayabiliriz
* Bu yazı Serbestiyet.com'da yayınlanmıştır