Tayfun Atay ve Seden Mestan, Gerçek Gridir'de bu hafta Netflix'in en çok izlenenleri arasında yer alan The Irishman; Şahsiyet dizisindeki performansıyla Emmy Ödülü kazanan Haluk Bilginer; ve 'bir tüketim kapitalizmi ayini' olarak Kara Cuma'yı konuştu.
Netflix’te yayınlanan The Irishman’in, alışıldık kısa süreli filmlerden farklı olarak 3,5 saat olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Tayfun Atay, “Martin Scorsese, bir destan metni gibi olan filmini, sürekli bir içerikten bir içeriğe sıçrayan Z kuşağının domine ettiği görsel kültür ortamına tabiri caiz ise Netflix ile ‘çaktı’ ama bence iyi ‘çaktı’” dedi.
19.Yüzyıl’dan 20. Yüzyıl’a geçişte yaşanan kültür ortamı değişiminin, günümüz görsel kültüründe de beyaz perdeden dijital ekrana geçiş olarak görülebileceğini söyleyen Atay, bunun bir kopuş olarak algılanmaması gerektiğini ve The Irishman’in sinema filmi izler gibi bir psikoloji ile izlenmesi gerektiğini ifade etti.
Amerikan tarihinin en gizemli suç olaylarından biri olarak nitelendirilen, işçi lideri Jimmy Hoffa'nın ortadan kayboluşunu da işleyen Irishman’in bir varoluş ve hak mücadelesini içerdiği gibi aynı zamanda sendikal faaliyetler ve mafya ilişkilerini anlattığını ifade eden Atay, “Burada önemli olan yeni sinema anlayışının içerisinde, bu filmle Martin Scorsese, Francis Ford Coppola ve Ken Loach’ın kendi var oldukları ve kendilerini var eden sinema dönemine ve anlayışına sahip çıkması olarak da görebiliriz. Bana bir final filmi olarak da görünüyor” dedi.
Teknolojik dönüşümün beraberinde yeni kültürel yönelimler getirdiğini ve buna kayıtsız kalmanın veya direnmenin zor olduğunu ifade eden Atay, “Bunu bir kopukluk olarak görmemek gerekiyor. Süreklilik içinde değişmeyi kabullenmeliyiz. Bugün Hollywood Netflix’e taşınıyor. Haluk Bilginer’in Şahsiyet ile Emmy ödülü kazanması da buna iyi bir örnektir” diyerek, internette yayınlanan 'Şahsiyet' dizisindeki performansı ile Haluk Bilginer’in, 47'ncisi düzenlenen Uluslararası Emmy Ödülleri'nde 'En İyi Erkek Oyuncu' seçildiğini hatırlattı.
Atay, The Irishman’in alt metninde ‘Erkek hikayesini’ anlattığını, 'erkeğin, erkekliğe mağlubiyetini' anlattığını ve aynı zamanda bir 'yalnızlık' hikayesi olduğunu sözlerine ekleyen Atay, The Irishman için edebiyatın sinemaya intikali, Şahsiyet’in ise edebiyatın diziye intikali olduğunu söyledi.
Şahsiyet’in konusuna değinen Atay, dizinin alzheimer hastası ana karakteri üzerinden aslında toplumun Alzheimer'laşmasının işlendiğini belirtti. Atay, “Hız çağında yaşıyoruz her şeyin hızla ölçüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Hızın ve tüketimin hayatımıza bu kadar dahil olduğu bir dünyada aslında hatıralar kayıplara karışıyor. Dolayısıyla böylesine hızlı ve rekabetçi hayatın akışında alzheimer artık bir bireysel rahatsızlık değil, bir 'toplumsal normal' haline geliyor. Diziyi izlerken de bunları fark edeceksiniz” dedi.
ABD’de 1950’li yıllarda ‘Şükran Günü’ sonrası insanları alışverişe teşvik etmek için yapılan indirimlerle başlayan ve Türkiye’de ‘Kara Cuma’ olarak adlandırılan ‘tüketim günlerinin’ de konuşulduğu programda, Atay, Kara Cuma’yı var eden temel sürecin bir yılın kârını elde edememiş dükkanların başlattığı bir etkinlik olduğunu söyledi.
Karl Marx’ın ‘Mabet’in Pazar olduğu’ sözlerini hatırlatan Atay, Amerika yerli kabilelerindeki Potlaç geleneğini hatırlattı. “Potlaç eşitlikçi toplumlarda kabile şefinin elinde kalan bütün kaynakların topluca tüketime açılması olduğunu belirten Atay, “Potlaç, fazlayı lanet sayan eşitlikçi toplumların özelliğidir. Ama fazlanın nimet sayıldığı kapitalist ekonominin içerisinde ise Kara Cuma’lar ortaya çıkar, insanlar birbirini ezerler, kazanan yine kapitalist işletmeler olur” dedi.