Gündem

Taraf'tan Yıldıray Oğur ve Fehmi Koru'ya: Kullanışlı aptallar, zavallılar

Taraf gazetesinde, gazetede yayımlanan Kafes Eylem Planı hakkında 'Kafes'lendik' diyen eski yazarı Yıldıray Oğur'a ve Fehmi Koru'ya yönelik ağır ifadelere yer verildi

03 Şubat 2014 15:11

Taraf gazetesi, Yıldıray Oğur ve Fehmi Koru’nun yazılarına ağır ifadeler içeren “Kullanışlı aptallar” başlıklı bir metinle kurumsal olarak yanıt verdi. Türkiye yazarı Oğur, 17 gün önce yazdığı “Nasıl Kafes’lendik?” başlıklı yazıda, kendisi de Taraf’ın yazı işlerinde çalışırken yayımladıkları Kafes Eylem Planı’na “zamanında inanarak kullanışlı aptallık yaptıklarını” söyledi. Neşe Düzel'in genel yayın yönetmeni olduğu Taraf gazetesi, Oğur’a hitaben “Sen, belki de bugün kafesleniyorsun. Kullanışlı bir aptal olarak bugün kullanılıyorsun! Olayları kavrayacak bir zekaya sahip olmadığın anlaşıldığına göre, bugün kandırılmadığını sen nasıl anlayabileceksin ki?” ifadesini kullandı. Taraf, Oğur'un ardından “Tek aptalla bahar gelmediği için, daha tecrübeli olanları da göreve çağırdılar” diyerek metinde Star yazarı Fehmi Koru hakkında da ağır eleştirilere yer verdi. “Balyoz davası çöktü mü” tartışması üzerine, geçen hafta köşesinden davaya konu olan belgeleri yayımlayan gazeteye seslenen Koru hakkında metinde “gariban” ifadesi kullanıldı. Koru ve Oğur için “Hep rüzgara göre döner bunlar” diyen Taraf gazetesi, “Kalıptan kalıba böyle rahatça giren bir cıvıklık karşısında, insanın içi kalkıyor” dedi.  

Taraf, ilgili planları içeren CD’lerin sahte olup olmadığı konusunda da “Planların aynısı, Donanma İstihbarat Komutanlığı’ndan çıktı. Eğer bu planların bazı bölümleri sahteyse o kısımları hazırlayanları, ordunun yıllardır niye ortaya çıkarmadığını gidip hükümetin sevgili paşalarına sorsunlar” dedi. Taraf, CD’ler konusunda hesap verecek olanın “O CD’leri kendi istihbaratının ‘zulasında’ saklayan ordu” olduğunu belirtti.  

Taraf, metnin sonunda "kullanışlı aptallara" seslendi ve kısaca şöyle dedi:

"Biz o dönemde de askeri vesayete karşıydık, bugün de karşıyız. Kim demokrasiye kast ediyorsa, asker ve sivil ayrımı yapmadan karşısında oluruz biz. Hiçbir maaş çeki, hiçbir banka kredisi, demokrasiyi, özgürlükleri ve hukuku savunmaktan vazgeçiremez bizi. Kullanışlı olan zavallılardan bizim farkımız da budur zaten."

 

Oğur: Liseli ergen tavrıyla 'sensin salak' tarzı bir yazı

 

Oğur, CNN Türk'ye yayınlanan Medya Mahallesi programında Taraf'taki ilgili yazı hakkında şöyle konuştu:

"Yazıyı okudum, liseli ergen tavrıyla 'sensin salak' tarzı bir yazı. Kusura bakmasınlar kullanışlı bile olmayan bir aptallık görüyorum. Ben kendim kullandım bu kelimeyi. Bana karşı kullanamazsınız. Ben özeleştirimi yaptım. Haberi yapan arkadaşlarımız hala orada çalışıyor. Tek vesayet asker değil. Biz üniformalarının rengine gıcık olduğumuz için yapmadık bu tavrı. Başka üniformalılar da var."

Taraf’ın sürmanşetinde yayımlanan (3 Şubat 2014) yazının tamamı şöyle: 

Bu ağır hakaret sözlerini söyleyen biz değiliz. Bizzat kendileri, bu tanımlamayı kendilerine yakıştırdılar.

“Biz kullanışlı aptallardık” diye yazdılar.

Siyasi iktidar, yolsuzluk işlerinin tam ortasında kuş gibi yakalanınca, hukuktan kurtulabilmek için kendine bir sığınak aradı. O sığınağı da, askerin kışlasında buldu.

Şimdi darbeci askerlerle kader ortaklığı sesleri çıkarıyorlar. “Milli orduya ve kendilerine aynı güç tarafından kumpas” kurulduğunu söylüyorlar.

Çünkü “hırsızlık suçlamasından kurtulmaları için, askerlerin de darbecilik suçlarından” kurtulması gerekiyor.

Oysa bir zamanlar, ordunun “vesayetinden” şikayet ediyor, sayfa sayfa darbe planlarını yazıyorlardı. Şimdi ise hükümete yaranabilmek için, “Biz o zaman aldatıldık, kafeslendik. Biz kullanışlı aptallar olduk” diyorlar.

Zekaları, yıllarca kandırılmaya müsait olacak kadar kıt... Karakterleri de, her isteyenin kullanacağı kadar zayıf olunca... “Kullanışlı aptal” olmak, onlar için kaçınılmaz bir alın yazısı oluyor tabii.

Yıldıray Oğur, beş yıl boyunca Taraf’ta, askeri vesayeti, darbelerive internet andıçı haberlerini yazdı. Şimdi, “Beni kafeslediler” diyor. Beş yıl boyunca kafeslenmiş çocuk... Kafeslenmeye ne kadar yatkın bir yapısı varmış.

Suratına çarpılacak onlarca, yüzlerce yazı yazmış biri, eğer bugün hükümetin gözüne girebilmek için “kafeslendiğini ve kullanışlı bir aptal” olduğunu söylemekten çekinmiyorsa, şu soruyu da cevaplamak ona düşüyor:

Sen, belki de bugün kafesleniyorsun. Kullanışlı bir aptal olarak bugün kullanılıyorsun! Olayları kavrayacak bir zekaya sahip olmadığın anlaşıldığına göre, bugün kandırılmadığını sen nasıl anlayabileceksin ki?

Başbakanın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın, “Milli orduya kumpas kurdular” yazısını bir işaret fişeği kabul ederek, “kullanışlı aptallar” sınıfına girmeye koşan sadece Yıldıray Oğur değil tabii.

Tek aptalla bahar gelmediği için, daha tecrübeli olanları da göreve çağırdılar. Fehmi Koru da koşarak saflara katıldı. Şimdi “Taraf, Balyoz konusunda ne düşünüyor?” diye soru yöneltiyor bize.

Onun yazılarını okuyan da, garibanın Balyoz’u ilk defa duyduğunu ve duyduklarına çok şaştığını düşünecek...

O dönemde Genelkurmay açıklaması hakkında, “Yalnız bir dakika! Açıklamada, ‘dış tehdide ilişkin bir plan’ denildiği halde, yayımlanan senaryo ve hemen ardından seminere katılan subayların yaptığı değerlendirmelerin deşifresinde ‘iç düşman’ kavramı sıkça geçiyor. Hazırlığı yaptıran komutan da, ekranda kendisini savunurken, yapılan çalışmanın ‘iç düşman’ algılamasıyla ilgili olduğunu söylemişti” diye yazan da aynı Fehmi Koru... Bugün Balyoz’a çok şaşan “kullanışlı” da aynı Fehmi Koru.

Hatta, “İç veya dış düşmana karşı yapılan askeri hazırlıklar, ne zamandan beri bir bakanlar kurulu listesi ve hükümet programı da içeriyor?” sorusunu soran da aynı adam.

Hükümet yolsuzluk yaparken yakalanıp askere sığınmadan önce, Koru doğru soruları sorabiliyormuş. Anlaşılan, durum değişince sorular da değişiyor.

Kullanışlı olmak böyle bir şey işte.

Hep rüzgara göre döner bunlar... O yana da döner, bu yana da döner... Bir zamanlar, “Askeri vesayet var, darbeciler var, faili meçhuller var” diye yazılar yazarken, başbakanın danışmanından işareti alınca, “yokmuş öyle darbe falan” der şimdi bunlar.

Kalıptan kalıba böyle rahatça giren bir cıvıklık karşısında, insanın içi kalkıyor.

Şimdi bütün kullanışlı aptallar dinlesin.

Balyoz darbe planı, çok ciddi ve çok rezil bir darbe planıydı.

Kullanışlı aptallar, generallerin yaptığı konuşmalara bir daha baksınlar. Binlerce “gerçek” insanın niye “fişlendiğini” bir daha düşünsünler. Stadyumları hapishane yapma hazırlıklarının ne olduğunu bir daha kavramaya çalışsınlar.

O zamanki Genelkurmay Başkanı’nın, Balyoz komutanına “Darbe mi hazırlıyorsun?” diye niye sorduğunu bir daha değerlendirsinler.

Taraf’ın yayınladığı planların aynısının, Donanma İstihbarat Komutanlığı’ndan çıktığını unutmasınlar.

Eğer bu planların “bazı bölümleri sahteyse... O “sahte” kısımları hazırlayanları, ordunun yıllardır niye ortaya çıkarmadığını gidip hükümetin sevgili paşalarına sorsunlar.

Tartışılan CD’ler sahte mi, değil mi bunun hesabını verecek olan, o CD’leri kendi istihbaratının “zulasında” saklayan ordudur.

CD’lerin tartışılmayan kısımları ise, bir darbe hazırlığı yapıldığını zaten açıkça gösteriyor.

Kullanışlı aptallar şunu bilsinler. Biz o dönemde de askeri vesayete karşıydık, bugün de karşıyız. Biz o zaman da darbelere karşıydık, bugün de karşıyız.

Durduğumuz yerden milim kımıldamadık biz.

Kim demokrasiye kast ediyorsa, asker ve sivil ayrımı yapmadan karşısında oluruz biz.

Hiçbir çıkar, hiç bir hesap... Hiçbir maaş çeki, hiçbir banka kredisi, demokrasiyi, özgürlükleri ve hukuku savunmaktan vazgeçiremez bizi.

Kullanışlı olan zavallılardan bizim farkımız da budur zaten.

 

Yıldıray Oğur ne yazmıştı? 

 

Yıldıray Oğur’un Türkiye gazetesinde yayımlanan (17 Ocak 2014) “Nasıl ‘Kafes’lendik?” başlıklı yazısı şöyle:  

Bir 19 Ocak’ın daha yıl dönümü yaklaşıyor. Yedi yıl sonunda gerçek katiller hakkında elimizde olan en somut şey bir kitap. Yurt dışından gelen ihbar mektuplarıyla binlerce kişiyi dinleyip, cd'lerin içinden, buzdolabı arkalarından gizli programlar, cd'ler çıkarıp, çakmaklı kameralarla izleyip, 'Kozmik Oda'lara, ordunun fayans altlarına kadar girebilen çok yetenekli polis ve savcıların bulamadığı ipuçlarını bulan, soramadığı soruları soran Fethiye Çetin’in Utanç Duyuyorum/Hrant Dink Cinayeti’nin Yargısı kitabı.

Ama kitapta sanki bir eksik var: Kafes Eylem Planı’ndan neden bir satır bile bahsedilmemiş?

Kafes Eylem Planı’nı hatırlayan var mı? Poyrazköy’de çıkarılan mühimmattan sonra çıkan AKP’yi yurt dışında köşeye sıkıştırmak için gayr-i müslimlere yönelik tedhiş eylemlerinin yer aldığı, Koç Müzesi’nde sergilenen denizaltının içine bomba koyup, çocukların en kalabalık olduğu bir günde patlatmayı düşünen “manyak” askerlerin planlarından biriydi işte. 19 Kasım 2009’da ilk olarak Taraf’ta yayınlanmıştı. Sonra tutuklamalar geldi, iddianame yazıldı.

Ama Fethiye Çetin’in kitabında göremeyince şaşırmamın sebebi plandaki “Rahip Santaro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant DİNK operasyonları” ibaresi. Planın, A ve B planlarının da olduğunu anımsatan “Zaman Dilimi: C” ile başlaması.

Dink davasının avukatları uzun süre Kafes davasına müdahil olmaya çalıştı, açıklamalar yaptı, sorular sordu, davayla ilgilenen herkes Kafes’le düğümün çözüldüğüne inandı uzun süre. Mahkeme önünde içinde Kafes geçen bildiriler okundu,  üzerine yüzlerce yazı yazıldı, haberler yapıldı.

Peki ne oldu Kafes Eylem Planı’na?

En son bir emekli liberal yazarın AKP’nin Ergenekon ve Balyoz davalarında yeniden yargılanmaya destek vermesini eleştirdiği yazısında “Bunlar Ergenekoncularla anlaştı” bahsinde adı geçen davalardan biri olarak gördüğümü hatırlıyorum.

Google’a bakınca en son dava ile ilgili küçük haberler çıkmış. Dava dediysek bu kadar mühim iddiaların bulunduğu yayınlandığında büyük kıyamet koparan plan bir dava çuvalına atılmış. 33 sanıklı Kafes Davası, 17 sanıklı Poyrazköy, 19 sanıklı "Amirallere Suikast" , 8 sanıklı ÇYDD ve ÇEV davalarıyla birleştirilmiş. Çoğu Deniz Kuvvetlerinden muvazzaf ve emekli askerlerden oluşan 85 sanıklı bu torba davada 2013’ün sonu itibarıyla kala kala sadece 5 tutuklu sanık kalmış.

Tutuklu sanıklardan biri emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş. Kafes İddianamesindeki diğer 33 sanık hakkındaki iddiaların hepsi aynı cümleyle başlıyor: LEVENT BEKTAŞ'ın iş yerinde ele geçen 3 nolu DVD deki..

Davanın temeli o DVD çünkü.

21 Nisan 2009 tarihinde aranan Bektaş’ın iş yerinde el konmuş DVD aslında 22 Nisan tarihinde Emniyet’te incelenmiş ve bir suç unsuruna rastlanılmadığı diye rapor tutulmuş. Bektaş’a sorgusunda Kafes planı da sorulmamış. Sonra birden 4 Mayıs’ta DVD tekrar incelenmeye alınmış ve 11 Mayıs’ta rapor savcıya teslim edilmiş. Rapora göre ”Okul” adlı videonun arkasına saklanmıştır Kafes Planı.

İddianameden okuyalım:

“Levent BEKTAŞ'tan ele geçirilen PRINCO marka, P412240106031211 seri numaralı 'Mezuniyet Töreni' ibareli 1 nolu CD'de 'Data Stash' isimli özel bilgisayar programı kullanılarak 3 nolu DVD'de bulunan video görüntüsüne ait dosyanın içine gizlenen 'ac.rar' isimli arşivleme/sıkıştırma dosyasının görünür/okunabilir hale getirilebileceği tespit edilmiştir. Böylece 3 nolu DVD içerisinde bulunan 'Okul (2004 DVD) Rip.mp4' isimli video dosyasının içerisine/arkasına normal bilgisayar kullanıcıları tarafından görülmesi ve okunması mümkün olmayacak şekilde farklı bir dosyanın 'Data Stash' isimli program kullanılarak gizlendiği anlaşılmıştır.”

Davada tuhaflıklar zinciri bundan sonra başlar. Çünkü daha bu araştırmayla plan bulunmadan 27  Nisan’da sanıklardan birine Kafes sorulmuştur. En tuhafı bu değildir ama.

Planın başında durum tespiti yapılırken “29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinde bekledikleri başarıyı elde edememiştir” ifadesi kullanılmış. Hâlbuki planın tarihi 30 Mart 2009. Yani seçim sonuçları bile tam belli olmadan Denizciler oturmuş ve AKP’yi köşeye sıkıştırma aşkıyla bir günde, içinde ayrıntılı planların, fişlemelerin, haritaların olduğu Kafes Eylem Planı’nı yazmıştır.

Davanın hâlâ 5’i tutuklu olan 33 sanığını sanık yapan tek delil işte o DVD’de adlarının birtakım dijital kâğıtlarda geçmesi. Peki, gerçekten Levent Bektaş’ın DVD’sinden Kafes Planı çıktı mı?

TÜBİTAK’a göre “evet”. Sanık avukatlarının incelettiği Boğaziçi Üniversitesi’nden uzmanlara göre “hayır”. DVD  ve CD’leri inceleyen New York Polis Teşkilatı’nda Dahili Araştırmalar Bölümünün Bilgisayar Suçları Soruşturma Birimi’nin kurucusu ve şube müdürü Adli Bilirkişi Yalkın Demirkaya ise sadece “hayır” dememiş ve eklemiş:

“Meslek hayatımda bu kadar pervasızca işlenmiş bir suça daha şahit olmadım. Bu kişiler, o derece kasıtlılar ki, el konulan kanıtlardan (CD1 ve DVD3) çıkmadığı aşikâr olan raporlar hazırlamakta hiçbir çekince hissetmemişlerdir. Bu, yaptıklarından sorumlu tutulmayacaklarına dair belli bir özgüven içerisinde hareket ettiklerini göstermektedir. Bu özgüven ise, ancak güç sahibi kişi/kurumların doğrudan desteği sayesinde mümkün olabilir."

Bu arada İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Jale Bafra plandaki Levent Bektaş’a ait olduğu söylenen imzanın sahte olduğunu tespit etmiş.

Daha bir sürü şey. Mide bulandıran, ne kadar aptalmışız dedirten bir sürü çelişki. Neyse zaten artık kimsenin umurunda değil Kafes Eylem Planı. Gayr-i müslimlerin sorunlarına, Hrant Dink, Zirve davalarına duyarlı insanlar bu planlarla iktidar mücadelesinde seferber edildi, onlar üzerinden kamuoyu yapıldı, o desteğin üzerinden ordu içinde alan açma, mevzi kazanma operasyonları meşrulaştırıldı. Fethiye Çetin, kitabına Kafes kelimesini dahi sokmayarak en doğrusunu yapmış. Bu iddianamelerin hiçbirini okumayıp, davaların seyrini izlemeyip, neredeyse tamamı AKP’ye karşı olan bu planlarla ilgili AKP iktidarı bile yeniden yargılanmayı (ki deliller güçlüyse bundan neden korkuluyor?) savunurken, iktidarı Ergenekonculukla suçlayanlar kullanışlı ahlaksızlıklarına devam edebilir.

19 Ocak'ın yıl dönümünde herhalde yapılacak en iyi iş, tüm bu cinayetlerin karartılmasına hizmet ederken bazı askerlerin hayatını karartan bu planlara zamanında inanmış insanlar olarak kullanışlı aptallığımızı kabul etmektir. Bizi “Kafes”leyenler bulunursa belki katillere de bir adım daha yaklaşmış oluruz…

 

Yıldıray Oğur Kafes Eylem Planı hakkında ne yazmıştı?

 

Oğur, Taraf gazetesinin “Kod adı Kafes” manşetiyle çıktığı 19 Kasım 2009’da aynı gazetede ‘Hrant Dink Operasyonu’ başlıklı şu yazıyı kaleme aldı:

Bugün Taraf’ta ayrıntıları okuyacağınız Kafes Operasyonu Eylem Planı’nın hemen girişinde “durum” adı altında şunlar yazılmış: 

“Rahip Santoro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink operasyonları sonrasında, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerin irticai grupların hedefinde olduğu yönünde kamuoyu oluşmuş, ancak AKP tarafından, karşıt medyanın da desteğiyle, söz konusu olayların Ergenekon tarafından organize edildiği şeklinde yoğun propaganda faaliyetlerinde bulunulmuştur.” 

Rahip Santaro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink operasyonları. Bu suikastlardan ilk kez operasyon diye bahsediliyor. Hem de Poyrazköy’de bir cephanelik bulunmasının ardından aylardır Deniz Kuvvetleri’nden subayların tutuklanmasına neden olduğu anlaşılan bir eylem planında. 

Ada vapuru iskelelerine saldırmaktan, azınlık mahallelerinde duvarlara ırkçı sloganlar yazıp, mezarlıklara bomba koymaya kadar gayrımüslimlere dönük terörün hedefi aslında gayrımüslimler değil. Bu saldırılardan sonra onlarla dayanışma içine girmek de planın parçalarından biri. Planın vazife bölümünde esas amaç şöyle anlatılmış: “Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerin can ve mal güvenliklerinin sorgulanarak, AKP hükümeti üzerinde iç ve dış toplumun baskısını arttırmak...” 

Bundan aylar önce bir dizi yazı yazmış ve şu temel sorunun hâlâ net bir cevabı olmadığını söylemiştim: Hrant Dink neden öldürüldü? 

Türk kanı üzerine Yargıtay’ın da katiller gibi yanlış anladığı yazısı yüzünden mi? 301 davaları yüzünden mi? Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğunu açıkladığı için mi? “Milliyetçileri kızdırdı, onlar da kızıp onu öldürdü”, bu mudur gerekçe? 

“Bu bir provokasyondur” demek de hiçbir şey demek değildi. Hrant Dink onu tanıyanlar için çok kıymetliydi ama toplum tarafından yakinen tanınan bir değildi. Sesleri çıkmayan küçük bir cemaatten bir gazeteciyi öldürmek Türkiye’de hangi taşı yerinden oynatabilirdi? Bu cinayet onu öldüren ‘milliyetçilerin’ nefretlerini soğutmaktan başka hangi işlerine yaradı? 

Peki, o zaman Hrant Dink neden öldürülmüştü? 

Aslında bu soruya en iyi cevabı Hrant Dink’in kendisi öldürülmeden aylar önce cevap vermiş, 19 Mayıs 2006’da Antalya’da yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: 

“Önümüzdeki seçimlerde AKP’den oy tırtıklayacak yeni ruh halleri üretmeye çalışacaklar. Bunlardan bir tanesi milliyetçilik, yükseltilen milliyetçilik. Ama milliyetçilik tek başına yetmeyebilir. Bu kez “laik-anti laik cepheleşme”nin tekrar gündeme getirilmesi söz konusu. Şimdi şu son olaylara baktığım zaman (rahip cinayeti, Danıştay saldırısı) Türkiye’de o derin mühendisliğin harekete geçip önümüzdeki siyaseti (bu siyasetin içinde cumhurbaşkanlığı seçimi de var, genel seçimler de var) dizayn etmeye başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunu bir alternatif iktidar ya da AKP’siz bir siyasi düzen yaratma çabası olarak değerlendiriyorum.” 

Hrant Dink son yazısında da 2007’nin kendisi için de zor bir yıl olacağını yazmıştı. 

Hrant Dink Türkiye tarihinin en büyük siyasal krizlerinden birinin yaşandığı bu zor yılın ilk günlerinde öldürüldü. 

Artık biliyoruz. 

Hrant Dink’in öldürülmesinden “operasyon” diye bahseden bu eylem planında yazıldığı gibi amaç: “AKP hükümeti üzerinde iç ve dış toplumun baskısını arttırmak”tı. 

Herkes biliyordu ki bu ülkede iktidarlar siyasi meşruiyetlerini uluslararası kamuoyundaki itibarlarından da alıyordu. Darbe yapmak, hükümeti devirmek, iktidarı değiştirmek istiyorsanız dünyanın rızasını da almak zorundaydınız.

Rahip Santoro, Hrant Dink cinayetleri ve tıpkı Irak’taki El-Kaideciler gibi boğaz keserek yapılan Malatya Zirve katliamlarıyla dünyaya Türkiye’den bir resim verilmişti. 

Türkiye’de, dünya basınında isminin önüne İslâmcı sıfatı konan bir iktidar vardı. Dünyada ‘İslâmcı bir partinin’ iktidara gelmesi için kötü bir zamandı. Önyargılar zirvedeydi. Bu ‘İslâmcı iktidar’ her an ‘düşman’ diğer İslâmcılarla karıştırılabilecek ve böylece her an dünya güç dengeleri gözünde itibarsızlaşabilecek hassas bir denge üzerinde yol almak zorundaydı. Memleketin içinde bu iktidardan kurtulmak isteyenler de dünya çapında bir itibarsızlaşmanın, Türkiye’de laiklik elden gidiyor korkusunu küreselleştirmenin siyasi manevraları açısından faydasının farkındaydılar. 

Türkiye’de iktidarda ‘İslâmcı bir parti’ varken, bir rahip, bir Ermeni gazeteci ve en vahşi yöntemlerle misyonerler öldürüldü. Türkiye’ye çıplak gözle bakanlar için resim netti: Bir İslâmcı hükümet iktidardaydı ve Türkiye’de gayrımüslimler hedefteydi. 

Kafes planında söylendiği gibi bu planı iki şey bozdu: En önce Hrant Dink’in cenazesine katılan ve “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağırmaya cesaret eden yüz binler. Ve tarihî bir hata yapıp o cenazeye başbakan düzeyinde katılmasa da en başından itibaren bu cinayetlerin üzerine gitme iradesini gösteren hükümet... 

İşte bu plan aynı oyunun ikinci kez denendiğini gösteriyor. Peki, bu kez oyunu kim bozacak? Çok açık değil mi: 

Heybeliada Ruhban Okulu’nu açacak, Ermenistan ile barış yapacak, Hrant Dink’in, misyoner katliamının gerçek katillerini bulacak, azınlık vakıflarının sorunlarını çözecek AKP...

 

Fehmi Koru ne yazmıştı? 

 

Koru’nun Star gazetesinde 29 Ocak 2014’te yayımlanan “Taraf’a düşen görev…” başlıklı yazısı şöyle:

“Balyoz davası çöktü’’ diyenleri anlamakta hiç zorlanmıyorum. Sonuçta Yargıtay tarafından da onaylanmış bir davadan, sevdiklerini veya savunduklarını kurtarma umuduna kapılan insanlar onlar... Ellerine TÜBİTAK Raporu gibi kullanabilecekleri bir ‘koz’ geçmişken bu fırsatı heba etmeleri herhalde beklenmez.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından derhal ‘’Balyoz davası çöktü’’ açıklaması yapan CHP, bu davayı başından beri beğenmemişti zaten; CHP için seçimde kullanılabilecek bir malzeme olarak değeri var bu konunun...

Henüz resmi bir yetkilisinden rahatladıklarını dışa vuracak bir açıklamaları olmadı; ama ‘Ergenekon’ türü davalarda sesi çıkmamış ABD’nin de ‘Balyoz’ davasından fazla mutlu olmadığı biliniyor. Hiç değilse ben bundan eminim. Onlar da sevinmişlerdir...

Ancak ‘’Balyoz davası çöktü’’ çığlıkları atılırken, konuyu ilk gündeme taşıyan, günler ve haftalar boyu manşetinden indirmeyerek ülkeyi ayaklandıran, yargıya intikal ettikten sonra da yayınlarıyla desteklemekten geri durmayan ‘Taraf’ gazetesini anlamakta hayli zorlanıyorum.

Tepki vermiyor Taraf gazetesi bu gelişmeye... Hatta ‘hiç tepki vermiyor’ bile denilebilecek bir sessizlik hâkim manşet ve sütunlarına...

Neden acaba?

‘’Balyoz davası çöktü’’ iddiasıyla kamuoyu önüne çıkanlar, yargılama sırasında gündeme gelen belgelerin, CD ve DVD’lerin, harddisklerin ‘düzmece’ olduğunu davanın başından itibaren ileri sürüyorlardı. Şimdilerde de, ‘’Gördünüz, biz dememiş miydik?’’ sorusu eşliğinde, bunların bir ‘odak’ tarafından üretildiğini açıkça ifade etmeye başladılar. Hatta daha ileri gidip Emniyet istihbaratı ile irtibatlı, kolları ordu içerisine de uzanan bir ‘odak’ olduğunu söylüyorlar...

‘’Anlarsınız ya’’ demeyi de ihmal etmeden...

Kast ettiklerinin hangi ‘odak’ olduğunu anlamakta elbette zorlanmıyoruz. Zorlandığımız, bavul içerisinde kendilerine belge getirildiğini göğüslerini gererek anlatan, Gölcük’te zula keşfedilince bundan kendilerine pay çıkartan ‘Taraf’ gazetesinin tavrıdır...

‘Balyoz’ davasının çökmesinin şimdilerde karşısında cepheleştikleri siyasi iktidarı zayıflatacağı hesabıyla böyle bir tavra büründüklerini düşünmek zevahiri kurtarmıyor... Kurtarmıyor, çünkü ‘odak’ ile suçlanan hükümet değil...

Susmakla kendilerini o ‘odak’ ile bütünleştiriyorlar da...

İyi de, ‘odak’ ile bütünleşmek, özellikle belge üretme, ‘çakma’ belgelerden dava oluşturma, 300’ün üzerinde insanın yıllarca cezaevlerine tıkılmasına yol açma, tabii bu arada yargıyı kullanma —veya yanıltma— anlamına da geliyor...

Vahim iddialar bunlar... Özellikle de bir medya organı için...

Onların yayınladıkları belgeleri, böylesine bir sahtekârlık yapılabileceğini akıl edemedikleri için, gerçek kabul ederek tekrarlayan gazeteler ve televizyonlar ile o belgeler üzerinden yorumlarla kamuoyu karşısına çıkanların aldatılmışlığı da hesaba katılmalı...

Şahsen hâlâ inanmakta zorlandığım bir durum bu. Allah saklasın, eğer gerçekten ‘belge üretme’ söz konusuysa, yıllar önce tanık olunan ‘Hitler’in anıları’ sahteciliğinden daha yüz kızartıcı bir durum olduğu için...

Ortalığı saran bu sis bulutunu dağıtmak Taraf’a düşen bir görev... Gazetecilik güvene dayalı bir meslektir ve kaynaklarının kendilerini yanıltmasına izin vermez onurlu gazeteciler...

‘Sahtecilik’ gerçekten söz konusuysa, Taraf’ı çıkartanlar, kendilerini kimin aldattığını, bütün süreci başından sonuna açıklayarak, kamuoyunu aydınlatsalar iyi olacak...

 

İlgili Haberler