Gündem

Yıldıray Oğur: Bazı askerlerin hayatını karartan planlara inanmamızın kullanışlı aptallık olduğunu kabul edelim!

Kafes Eylem Planı hakkında 2009'da 'Oyunu Hrant Dink'in katillerini bulacak, Ermenistan'la barış yapacak AKP bozacak' diyen Yıldıray Oğur: Plan hakkında mide bulandıran bir sürü çelişki var

17 Ocak 2014 20:41

Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, eski yazarı ve yöneticisi olduğu Taraf’ın Kasım 2009’da duyurduğu Kafes Eylem Planı hakkındaki çelişkileri yazdı. “Mide bulandıran, ne kadar aptalmışız dedirten bir sürü çelişki” ifadesini kullanan Oğur, Kafes Eylem Planı’nda “Hrant Dink operasyonları” ibaresinin yer almasına rağmen Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin’in “Utanç Duyuyorum” adlı kitabında neden bu plana değinmediğini sorguladı. Yıldıray Oğur, “19 Ocak'ın yıl dönümünde herhalde yapılacak en iyi iş, tüm bu cinayetlerin karartılmasına hizmet ederken bazı askerlerin hayatını karartan bu planlara zamanında inanmış insanlar olarak kullanışlı aptallığımızı kabul etmektir” dedi.

Yıldıray Oğur’un Türkiye gazetesinde yayımlanan (17 Ocak 2014) “Nasıl ‘Kafes’lendik?” başlıklı yazısı şöyle:  

Bir 19 Ocak’ın daha yıl dönümü yaklaşıyor. Yedi yıl sonunda gerçek katiller hakkında elimizde olan en somut şey bir kitap. Yurt dışından gelen ihbar mektuplarıyla binlerce kişiyi dinleyip, cd'lerin içinden, buzdolabı arkalarından gizli programlar, cd'ler çıkarıp, çakmaklı kameralarla izleyip, 'Kozmik Oda'lara, ordunun fayans altlarına kadar girebilen çok yetenekli polis ve savcıların bulamadığı ipuçlarını bulan, soramadığı soruları soran Fethiye Çetin’in Utanç Duyuyorum/Hrant Dink Cinayeti’nin Yargısı kitabı.

Ama kitapta sanki bir eksik var: Kafes Eylem Planı’ndan neden bir satır bile bahsedilmemiş?

Kafes Eylem Planı’nı hatırlayan var mı? Poyrazköy’de çıkarılan mühimmattan sonra çıkan AKP’yi yurt dışında köşeye sıkıştırmak için gayr-i müslimlere yönelik tedhiş eylemlerinin yer aldığı, Koç Müzesi’nde sergilenen denizaltının içine bomba koyup, çocukların en kalabalık olduğu bir günde patlatmayı düşünen “manyak” askerlerin planlarından biriydi işte. 19 Kasım 2009’da ilk olarak Taraf’ta yayınlanmıştı. Sonra tutuklamalar geldi, iddianame yazıldı.

Ama Fethiye Çetin’in kitabında göremeyince şaşırmamın sebebi plandaki “Rahip Santaro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant DİNK operasyonları” ibaresi. Planın, A ve B planlarının da olduğunu anımsatan “Zaman Dilimi: C” ile başlaması.

Dink davasının avukatları uzun süre Kafes davasına müdahil olmaya çalıştı, açıklamalar yaptı, sorular sordu, davayla ilgilenen herkes Kafes’le düğümün çözüldüğüne inandı uzun süre. Mahkeme önünde içinde Kafes geçen bildiriler okundu,  üzerine yüzlerce yazı yazıldı, haberler yapıldı.

Peki ne oldu Kafes Eylem Planı’na?

En son bir emekli liberal yazarın AKP’nin Ergenekon ve Balyoz davalarında yeniden yargılanmaya destek vermesini eleştirdiği yazısında “Bunlar Ergenekoncularla anlaştı” bahsinde adı geçen davalardan biri olarak gördüğümü hatırlıyorum.

Google’a bakınca en son dava ile ilgili küçük haberler çıkmış. Dava dediysek bu kadar mühim iddiaların bulunduğu yayınlandığında büyük kıyamet koparan plan bir dava çuvalına atılmış. 33 sanıklı Kafes Davası, 17 sanıklı Poyrazköy, 19 sanıklı "Amirallere Suikast" , 8 sanıklı ÇYDD ve ÇEV davalarıyla birleştirilmiş. Çoğu Deniz Kuvvetlerinden muvazzaf ve emekli askerlerden oluşan 85 sanıklı bu torba davada 2013’ün sonu itibarıyla kala kala sadece 5 tutuklu sanık kalmış.

Tutuklu sanıklardan biri emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş. Kafes İddianamesindeki diğer 33 sanık hakkındaki iddiaların hepsi aynı cümleyle başlıyor: LEVENT BEKTAŞ'ın iş yerinde ele geçen 3 nolu DVD deki..

Davanın temeli o DVD çünkü.

21 Nisan 2009 tarihinde aranan Bektaş’ın iş yerinde el konmuş DVD aslında 22 Nisan tarihinde Emniyet’te incelenmiş ve bir suç unsuruna rastlanılmadığı diye rapor tutulmuş. Bektaş’a sorgusunda Kafes planı da sorulmamış. Sonra birden 4 Mayıs’ta DVD tekrar incelenmeye alınmış ve 11 Mayıs’ta rapor savcıya teslim edilmiş. Rapora göre ”Okul” adlı videonun arkasına saklanmıştır Kafes Planı.

İddianameden okuyalım:

“Levent BEKTAŞ'tan ele geçirilen PRINCO marka, P412240106031211 seri numaralı 'Mezuniyet Töreni' ibareli 1 nolu CD'de 'Data Stash' isimli özel bilgisayar programı kullanılarak 3 nolu DVD'de bulunan video görüntüsüne ait dosyanın içine gizlenen 'ac.rar' isimli arşivleme/sıkıştırma dosyasının görünür/okunabilir hale getirilebileceği tespit edilmiştir. Böylece 3 nolu DVD içerisinde bulunan 'Okul (2004 DVD) Rip.mp4' isimli video dosyasının içerisine/arkasına normal bilgisayar kullanıcıları tarafından görülmesi ve okunması mümkün olmayacak şekilde farklı bir dosyanın 'Data Stash' isimli program kullanılarak gizlendiği anlaşılmıştır.”

Davada tuhaflıklar zinciri bundan sonra başlar. Çünkü daha bu araştırmayla plan bulunmadan 27  Nisan’da sanıklardan birine Kafes sorulmuştur. En tuhafı bu değildir ama.

Planın başında durum tespiti yapılırken “29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinde bekledikleri başarıyı elde edememiştir” ifadesi kullanılmış. Hâlbuki planın tarihi 30 Mart 2009. Yani seçim sonuçları bile tam belli olmadan Denizciler oturmuş ve AKP’yi köşeye sıkıştırma aşkıyla bir günde, içinde ayrıntılı planların, fişlemelerin, haritaların olduğu Kafes Eylem Planı’nı yazmıştır.

Davanın hâlâ 5’i tutuklu olan 33 sanığını sanık yapan tek delil işte o DVD’de adlarının birtakım dijital kâğıtlarda geçmesi. Peki, gerçekten Levent Bektaş’ın DVD’sinden Kafes Planı çıktı mı?

TÜBİTAK’a göre “evet”. Sanık avukatlarının incelettiği Boğaziçi Üniversitesi’nden uzmanlara göre “hayır”. DVD  ve CD’leri inceleyen New York Polis Teşkilatı’nda Dahili Araştırmalar Bölümünün Bilgisayar Suçları Soruşturma Birimi’nin kurucusu ve şube müdürü Adli Bilirkişi Yalkın Demirkaya ise sadece “hayır” dememiş ve eklemiş:

“Meslek hayatımda bu kadar pervasızca işlenmiş bir suça daha şahit olmadım. Bu kişiler, o derece kasıtlılar ki, el konulan kanıtlardan (CD1 ve DVD3) çıkmadığı aşikâr olan raporlar hazırlamakta hiçbir çekince hissetmemişlerdir. Bu, yaptıklarından sorumlu tutulmayacaklarına dair belli bir özgüven içerisinde hareket ettiklerini göstermektedir. Bu özgüven ise, ancak güç sahibi kişi/kurumların doğrudan desteği sayesinde mümkün olabilir."

Bu arada İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Jale Bafra plandaki Levent Bektaş’a ait olduğu söylenen imzanın sahte olduğunu tespit etmiş.

Daha bir sürü şey. Mide bulandıran, ne kadar aptalmışız dedirten bir sürü çelişki. Neyse zaten artık kimsenin umurunda değil Kafes Eylem Planı. Gayr-i müslimlerin sorunlarına, Hrant Dink, Zirve davalarına duyarlı insanlar bu planlarla iktidar mücadelesinde seferber edildi, onlar üzerinden kamuoyu yapıldı, o desteğin üzerinden ordu içinde alan açma, mevzi kazanma operasyonları meşrulaştırıldı. Fethiye Çetin, kitabına Kafes kelimesini dahi sokmayarak en doğrusunu yapmış. Bu iddianamelerin hiçbirini okumayıp, davaların seyrini izlemeyip, neredeyse tamamı AKP’ye karşı olan bu planlarla ilgili AKP iktidarı bile yeniden yargılanmayı (ki deliller güçlüyse bundan neden korkuluyor?) savunurken, iktidarı Ergenekonculukla suçlayanlar kullanışlı ahlaksızlıklarına devam edebilir.

19 Ocak'ın yıl dönümünde herhalde yapılacak en iyi iş, tüm bu cinayetlerin karartılmasına hizmet ederken bazı askerlerin hayatını karartan bu planlara zamanında inanmış insanlar olarak kullanışlı aptallığımızı kabul etmektir. Bizi “Kafes”leyenler bulunursa belki katillere de bir adım daha yaklaşmış oluruz…

 

Yıldıray Oğur Kafes Eylem Planı hakkında ne yazmıştı?

 

Oğur, Taraf gazetesinin “Kod adı Kafes” manşetiyle çıktığı 19 Kasım 2009’da aynı gazetede ‘Hrant Dink Operasyonu’ başlıklı şu yazıyı kaleme aldı:

Bugün Taraf’ta ayrıntıları okuyacağınız Kafes Operasyonu Eylem Planı’nın hemen girişinde “durum” adı altında şunlar yazılmış: 

“Rahip Santoro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink operasyonları sonrasında, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerin irticai grupların hedefinde olduğu yönünde kamuoyu oluşmuş, ancak AKP tarafından, karşıt medyanın da desteğiyle, söz konusu olayların Ergenekon tarafından organize edildiği şeklinde yoğun propaganda faaliyetlerinde bulunulmuştur.” 

Rahip Santaro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink operasyonları. Bu suikastlardan ilk kez operasyon diye bahsediliyor. Hem de Poyrazköy’de bir cephanelik bulunmasının ardından aylardır Deniz Kuvvetleri’nden subayların tutuklanmasına neden olduğu anlaşılan bir eylem planında. 

Ada vapuru iskelelerine saldırmaktan, azınlık mahallelerinde duvarlara ırkçı sloganlar yazıp, mezarlıklara bomba koymaya kadar gayrımüslimlere dönük terörün hedefi aslında gayrımüslimler değil. Bu saldırılardan sonra onlarla dayanışma içine girmek de planın parçalarından biri. Planın vazife bölümünde esas amaç şöyle anlatılmış: “Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerin can ve mal güvenliklerinin sorgulanarak, AKP hükümeti üzerinde iç ve dış toplumun baskısını arttırmak...” 

Bundan aylar önce bir dizi yazı yazmış ve şu temel sorunun hâlâ net bir cevabı olmadığını söylemiştim: Hrant Dink neden öldürüldü? 

Türk kanı üzerine Yargıtay’ın da katiller gibi yanlış anladığı yazısı yüzünden mi? 301 davaları yüzünden mi? Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğunu açıkladığı için mi? “Milliyetçileri kızdırdı, onlar da kızıp onu öldürdü”, bu mudur gerekçe? 

“Bu bir provokasyondur” demek de hiçbir şey demek değildi. Hrant Dink onu tanıyanlar için çok kıymetliydi ama toplum tarafından yakinen tanınan bir değildi. Sesleri çıkmayan küçük bir cemaatten bir gazeteciyi öldürmek Türkiye’de hangi taşı yerinden oynatabilirdi? Bu cinayet onu öldüren ‘milliyetçilerin’ nefretlerini soğutmaktan başka hangi işlerine yaradı? 

Peki, o zaman Hrant Dink neden öldürülmüştü? 

Aslında bu soruya en iyi cevabı Hrant Dink’in kendisi öldürülmeden aylar önce cevap vermiş, 19 Mayıs 2006’da Antalya’da yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: 

“Önümüzdeki seçimlerde AKP’den oy tırtıklayacak yeni ruh halleri üretmeye çalışacaklar. Bunlardan bir tanesi milliyetçilik, yükseltilen milliyetçilik. Ama milliyetçilik tek başına yetmeyebilir. Bu kez “laik-anti laik cepheleşme”nin tekrar gündeme getirilmesi söz konusu. Şimdi şu son olaylara baktığım zaman (rahip cinayeti, Danıştay saldırısı) Türkiye’de o derin mühendisliğin harekete geçip önümüzdeki siyaseti (bu siyasetin içinde cumhurbaşkanlığı seçimi de var, genel seçimler de var) dizayn etmeye başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunu bir alternatif iktidar ya da AKP’siz bir siyasi düzen yaratma çabası olarak değerlendiriyorum.” 

Hrant Dink son yazısında da 2007’nin kendisi için de zor bir yıl olacağını yazmıştı. 

Hrant Dink Türkiye tarihinin en büyük siyasal krizlerinden birinin yaşandığı bu zor yılın ilk günlerinde öldürüldü. 

Artık biliyoruz. 

Hrant Dink’in öldürülmesinden “operasyon” diye bahseden bu eylem planında yazıldığı gibi amaç: “AKP hükümeti üzerinde iç ve dış toplumun baskısını arttırmak”tı. 

Herkes biliyordu ki bu ülkede iktidarlar siyasi meşruiyetlerini uluslararası kamuoyundaki itibarlarından da alıyordu. Darbe yapmak, hükümeti devirmek, iktidarı değiştirmek istiyorsanız dünyanın rızasını da almak zorundaydınız.

Rahip Santoro, Hrant Dink cinayetleri ve tıpkı Irak’taki El-Kaideciler gibi boğaz keserek yapılan Malatya Zirve katliamlarıyla dünyaya Türkiye’den bir resim verilmişti. 

Türkiye’de, dünya basınında isminin önüne İslâmcı sıfatı konan bir iktidar vardı. Dünyada ‘İslâmcı bir partinin’ iktidara gelmesi için kötü bir zamandı. Önyargılar zirvedeydi. Bu ‘İslâmcı iktidar’ her an ‘düşman’ diğer İslâmcılarla karıştırılabilecek ve böylece her an dünya güç dengeleri gözünde itibarsızlaşabilecek hassas bir denge üzerinde yol almak zorundaydı. Memleketin içinde bu iktidardan kurtulmak isteyenler de dünya çapında bir itibarsızlaşmanın, Türkiye’de laiklik elden gidiyor korkusunu küreselleştirmenin siyasi manevraları açısından faydasının farkındaydılar. 

Türkiye’de iktidarda ‘İslâmcı bir parti’ varken, bir rahip, bir Ermeni gazeteci ve en vahşi yöntemlerle misyonerler öldürüldü. Türkiye’ye çıplak gözle bakanlar için resim netti: Bir İslâmcı hükümet iktidardaydı ve Türkiye’de gayrımüslimler hedefteydi. 

Kafes planında söylendiği gibi bu planı iki şey bozdu: En önce Hrant Dink’in cenazesine katılan ve “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağırmaya cesaret eden yüz binler. Ve tarihî bir hata yapıp o cenazeye başbakan düzeyinde katılmasa da en başından itibaren bu cinayetlerin üzerine gitme iradesini gösteren hükümet... 

İşte bu plan aynı oyunun ikinci kez denendiğini gösteriyor. Peki, bu kez oyunu kim bozacak? Çok açık değil mi: 

Heybeliada Ruhban Okulu’nu açacak, Ermenistan ile barış yapacak, Hrant Dink’in, misyoner katliamının gerçek katillerini bulacak, azınlık vakıflarının sorunlarını çözecek AKP...