24 Ekim 2023 09:55
T24 Haber Merkezi
T24 Yıllık Konferansları’nın ikincisi, Hilton İstanbul Bosphorus Conference Center'da düzenlendi. “Kaç ihtimal daha var?” teması altında “Cumhuriyetimizin ilk yüzyılından ikinci yüzyılına ekonomi, politika, deprem, dünya, iklim, göç…” konuları üzerine düzenlenen konferansta, alanlarında uzman 17 saygın isim sunumlar yapıyor ve panellere katıldı.
Konferans, Rıdvan Akar'ın hazırladığı ve Cumhuriyet'in ilk yüz yılında yaşanan önemli olayları gösteren bir belgesel ile başladı. T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın'ın karşılama konuşmasının ardından açılış sunumunu, “Cumhuriyet’in ilk yüzyılının muhasebesi ve ikinci yüzyıla bakış” temasıyla Prof. Dr. İlber Ortaylı yaptı.
Ortaylı konuşmasında, “Türkiye, göçmene ihtiyacı olan bir ülkedir. Her türlü göçmene karşıyız lafı yanlıştır. Türkiye'nin de belirli gelişme düzeyindeki ülkeler gibi her zaman taze kana ihtiyacı vardır ama taze kanı ayırt etmeyi bileceksiniz. Türkiye'nin eğitim politikasını da buna göre ayarlaması gerekiyor. Türkiye çok zengin madenleri olan bir ülke değildir. Böyle bir şeye de sahip olmadığımız için dua etmeliyiz bazen. Çünkü petrolü vs. bol olan ülkelerin akıbeti hiç de hoş görünmüyor.“ diye konuştu.
Türkiye'de eğitimin, branşlaşmaya sulu bir yaklaşımla bakıldığı için çıkmaza girdiğini söyleyen Ortaylı, “Türkiye'de mesele; dini eğitimin yaygınlığı değildir, dini eğitimin yavanlığıdır. Aklı başından imam hatip talebesi bile o okuldan kaçıp başka bir okula giderek 'hiçbir şey öğretmiyorlar der.“ ifadelerini kullandı.
Ortaylı, “Nepotizmle mücadele etmek şart. Nepotizm Türkiye’yi eritiyor. Kaçan insanların çoğu bundan kaçıyor. Bununla sadece okur yazar sınıfı mücadele edebilir. Sosyal mühendisliğin başını biz çekmeliyiz“ değerlendirmesinde bulundu. Ortaylı, şöyle devam etti:
''Yapılması gerekenler bellidir; eğitim planlaması, nepotizme karşı durmak ve bu memleketin imparatorluk projelerinden, böyle bir şarlatanlıktan vazgeçmesi. Bu projelerin geliştirilmemesi durumunda yapacak bir şey kalmaz. Türkiye entelektüellerinin 'enteller' olarak kalması hazin bir olaydır. Bir zamanlar okumuşlarına, eğitimlilerine aşırı derece hizmet gösteren bir toplum, zıvanadan çıkmış. Üst sınıf dinlemiyor, alt sınıf dinlemiyor. Yakında sadece hekimleri değil hakimleri de dövmeye gelirler!''
Konferansın birinci panelinde Prof. Dr Emre Erdoğan ile Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, Murat Sabuncu moderatörlüğünde 'Türkiye’de Siyasetin Evrimi: Milliyetçilik, Muhafazakârlık ve Sosyal Demokrasinin Açmazı' başlığını ele aldı.
''Erdoğan her zaman popülist bir liderdi'' diyen Emre Erdoğan, ''Erdoğan her zaman popülist söylemleri, ders kitaplarında okutulabilecek seviyede kullanan bir liderdi. Kendi tanımladığı halkı üste koyup onu müesses nizama karşı erdemli bir güç olarak tanımladı. Daha önceki siyasi sınıfın boşluğundan, halka yabancılaşmasından istifa ediyor ve bir dizi seçim kazanıyor.'' değerlendirmesinde bulundu. Erdoğan, popülizmle mücadele konusunda şunları söyledi:
''Bazıları karşınızda popülist bir lider varsa popülist olmayan bir söylemin gerektiğini savunuyor. Bunun başarılı örneği zaman zaman var, zaman zaman yok. Bir başka alternatif popüliste popülist olun şeklindedir. Bunun sonu iyi bir yere gitmez. Ama popülist lidere karşı yukarıdan bir bakış açısı çok doğru değil. Popülistler yoksulları daha iyi temsil etmiyor, kendileri müesses nizamın bir parçası oldukları halde halktan oldukları iddiasını taşıyorlar.
Duygular siyasetine bakıldığında öfke ve hınç olduğunu görüyoruz. kaybedenlerin hıncını dile getirebildikleri zaman başarılı olabiliyorlar. Korkuya da ses olabiliyorlar. Egemen duygu korkuya dönüşürse, popülist liderler bunu çok iyi kullanıyorlar. 2015 yılında Türkiye bunu yaşamıştı. ''
Prof. Dr. Çarkoğlu da sosyal demokrasi kavramının artık Türkiye'nin sözlüğünden çıktığını ifade ederek, ''Sokaktaki insana sosyal demokrasi ne deseniz, fikri olduğunu zannetmiyorum. 70'li yıllarda CHP'nin içindeki ekip bu terminolojiyi halka anlatıyordu, kullanıyordu. 80 sonrasına geldiğimizde de yine aynı şekilde siyaset yapan bir gelenek vardı. Şu an itibarıyla uzun bir zamandır CHP'nin kendisine solcu demekten dahi çekindiği bir dönemden geçtik. Esas yapılmaya çalışılan şey, başarılı olduğu görülen AKP ve Refah'ın geleneğini biz nasıl yapabiliriz, onlar gibi yapalım şeklinde.'' değerlendirmesinde bulundu.
Çarkoğlu, muhalefetin 14 Mayıs'ta izlediği seçim stratejisi ile ilgili şunları söyledi:
''Karşımızda kuvvetli, yenmesi çok zor bir gelenek var şu anda. Bu geleneği taklit ederek onlar gibi siyaset yaparak daha kutuplaştırarak buradan çıkmak bir seçenek. Son seçimde bu seçenek tercih edilmedi. Öyle ki; yanlış bilgi, video ile kampanya yapılırken verilen cevap kalpler etrafında şekillendi. Bu doğrudan stratejik bir tercih. Bunun işlemediğini net bir şekilde gördük. Kutuplaşan bir ülkede kutuplaşma yok gibi siyaset yaptığınız zaman başarılı olma şansınız düşük. Sadece kutuplaştırarak başarılı olmak da mümkün değil. Halka yakın bir elit kadroya da ihtiyaç var ve böyle bir kadro yok. AKP'nin pek çok şeyini eleştirebiliriz ama sahadaki çalışmalarda halkla doğrudan irtibat kurabilen bir ekip olduğunu söylemeliyiz. Hatay depreminde hiç beklemediğiniz bir şekilde oradaki seçmene kendilerini daha yakın hissettirebilen bir ekip çalışma yürüttü. Büyük resme baktığınız zaman, partinin kendisini yeniden keşfetmek için bir düşünce dünyasını harekete geçirmesi lazım. Türkiye'de muhalefet arasında böyle bir düşünce alternatifi üzerinde bir çalışma olduğunu görmüyorum. ''
Bekir Ağırdır ve Prof. Dr. Türkay Demir, ikinci panelde Şirin Payzın moderatörlüğünde 'Seçmen Depresyonda mı, Yerel Seçim Hangi Olasılıklarla Yaklaşıyor?' temasını ele aldı.
Ağırdır, Mart 2024'te yapılacak yerel seçimlerde muhalefetin hezimete uğramasının seküler direnci dağıtabileceğini söyledi. Ağırdır, ''Bu yüzden insanlar bunu hissettiği için ocaktan itibaren kendi kendini heyecana getirmeye, başka bir ruh haline getirmeye başlayacak.'' diye konuştu.
Ağırdır, 14-28 Mayıs seçimlerinde Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'a oy veren yüzde 52'lik kesimin yüzde 20'sinin 'ekonomi kötüye gidecek, yargı bozulacak, kutuplaşma artacak ama devletin güvenliği olacak' görüşünde olduğunu aktardı.
Türkay Demir, 14 Mayıs seçimleri öncesinde ekonomideki kötü gidişat ve depreme verilen karşılığın yetersiz kaldığı görüşü nedeniyle iktidarın kaybedebileceğine dair inancın uzun süredir olmadığı kadar yüksek olduğunu hatırlatarak, ''Bütün bunlar şimdiye kadar olduğundan daha fazla umut doğurmuştu. Bu öğrenilmiş çaresizlik modeline göre bir depresif tablo oluşturuyor olabilir. Bundan sonra kitlelerin duygularını iyi yönetecek bir şey yapılamazsa sonraki seçimler daha ağır bir kayıp duygusuna ve çökkünlüğe yol açabilir'' diye konuştu.
Demir, ''Muhalefetin de pek çok soruna karşı kör olduğunu düşünüyordum. Seçimden sonra da bu aymazlık devam etti. Siyaset, duyguların ağırlıklı olarak işin içine girdiği bir etkinlik. İktidar bir şekilde kitlelerin duygularına hitap etme konusunda daha becerili bir tutum söylerken, muhalefet bunu hala yeterli seviyede yapamıyor'' diye devam etti.
Ağırdır, yerel seçimlerdeki oy kullanma davranışı hakkında şu değerlendirmede bulundu:
''Yerel seçimin, genel seçimden farklı dinamiklerle çalışıyor olması uzun süredir bir temenni. Seçmenin yüzde 95'i artık kimliğine, siyasi kutuplaşmadaki pozisyonuna göre oy veriyor aday kim olursa olsun. Genel seçimlerde de fırsat buydu, yerel seçimde de fırsat bu. Seçmen bir yandan bundan rahatsız ama. İktidara oy vermiş 27 milyonun sadece 11 milyonu her şey çok iyi düşüncesinde sadece. 5,5 milyon her şeyin daha kötüye gideceğini bilerek oy vermiş, sırf muhalefete güvenmediği için. Mesele, yerelden yeni bir demokrasi, ulusaldan değil... Meseleyi ne kadar yerelleştirebilirlerse, seçimenin aklını ne kadar kutuplaşmanın dışına bükebilirlerse (muhalefetin) o kadar şansları var. Ulusal ölçekteki kutuplaşmadan yürünecekse eğer, 51,5'luk, 48,5'luk tablo tekrarlanır.
Seçmen yerelde farklı davranıyor tezi yanlış. Türkiye’de seçmen uzun süredir göçler, metropolleşme, krizler vs. ile bu yerellik meselesinden koptu. Belki şimdi gerçekten bu bilgiye geri dönmek ve bu nasıl yapılabilir sorusuna yanıt aramak gerekiyor. Farklı bir yerden bakarak oyunu değiştirmek, seçmenin de oy verme dürtüsünü bu yönde değiştirmeye ihtiyaç var. Yerel siyasetçiler böyle bakmayı becerebilirlerse fırsat alanı açılabilir. Yerelin dertlerinden ama aynı zamanda Türkiye'yi konuşan bir yerden yaklaşmak gerekiyor. İstanbul'u konuşan ama önerdiği çözüm Türkiye için de çözüm olan siyasete ihtiyaç var. Ankara için kalkınma modeli üreten ama bu kalkınma modelinin Türkiye’nin geneli için de geçerli olduğu bir yaklaşıma ihtiyaç var. Türkiye üzerinden konuşacaklarsa sonuç belli.''
Konferansın ikinci sunumunu Boyner Holding'in sahibi Cem Boyner, 'Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye Burjuvazisi | Coğrafya Kader Değildir: Neden Yapamadık, Nasıl Yaparız?' temasıyla yaptı.
Boyner, ''2. yüzyılı konuşacaksak, eksikliklerimizi tartışmazsak olmayacak. Eksiklik hissi var içimde. Pek çoğunuzun hissettiğini düşünüyorum bu hissi. Biliyoruz ki daha iyisini yapabilirdik bu yüzyılda. Cumhuriyetin 100. yılında daha güçlü toplumsal bağın kurulmasını sağlayabilirdik. 100 yılın özeti benim için vasatı getirmek diye tanımlayabileceğim bir şey. İlk 15 yılın ivmesini, devrimci ruhunu sürdüremedik. Ben buradaydım, hepimiz buradaydık, hepimiz bunun bir parçasıydık. Ortada gördüğüm resim, vaziyeti idare etmek, vasatlığa getirmek. Emaneti daha iyi taşımak için yeterli gayreti göstermediğimizi düşünüyorum'' dedi.
''Sen eğri olan düzeni düzeltmezsen, herkes eğri düzene uyum sağlamak için eğri büğrü hareket etmek zorunda kalır'' diyen Boyner, ''Devlet ve vatandaş arasında yeni bir sosyal kontrata ihtiyaç var. Kafayı çalıştırmamız, inovasyon yapmamız lazım'' ifadelerini kullandı.
Boyner sunumunda, ''Orta sınıfın hayal kırıklığını antidepresan değil, toplumsal birliktelik çözer'' dedi.
Boyner, ''Birlikte hareket etmek zorundayız. Kamu, STK'lar, medya, akademi, iş dünyası herkese görev düşüyor. Bizi biz yapan değerlere sarılmak zorundayız. Demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, bilginin gücüne sarılmak ve olduğumuz yerden kanatlanmak zorundayız''' değerlendirmesinde bulundu.
Konferansın üçüncü sunumu, 'Cumhuriyet’in İlk Yüzyılından İkinci Yüzyıla Hazine, Maliye, Merkez Bankası İlişkileri' başlığıyla Mahfi Eğilmez tarafından yapıldı.
Eğilmez; konuşmasına, Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı'dan devraldığı ekonomik tablodan örnekler vererek ve Osmanlı Bankası'ndan Merkez Bankası'na geçiş sürecini anlatarak başladı.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'ne geçildiği 2018'den itibaren geçen yılları "irrasyonel politikalar dönemi" diye tanımlayan Eğilmez, şöyle konuştu:
"Başkanlık sistemine geçtikten sonra işimiz çok karıştı. Tek kişinin eline toplanması büyük yanlışlık. MB'nin bağımsızlığı kalktı. Piyasalara sürekli müdahale etme eğilimimiz var. Fahiş fiyat mesela... Böyle bir şey olmaz, fiyat fiyattır. Fahiş hatalar olur. Fahiş ekonomi politikaları fiyatları acayip yerlere getirir. Bizim gibi, irrasyonel politikaların yaygın olduğu ve kur baskısı altında olan, kurun bir şekilde enflasyon yarattığı ülkelerde faizleri yanlış set ederseniz, faizleri enflasyonun çok altına indirirseniz ekonomi batar. Ama faizi tekrar oraya çıkarırsanız ekonomi düzelmez. Ama yapısal reformlarla desteklenmemesi durumunda bir düzelme olmaz."
Eğilmez, ''2018-2023 arasında yüzde 5 enflasyon hedefi değişmiyor. Hedef yanlış, yıllardır yanlış ama hiç düzeltmemiş. Demek ki uygulanan para politikası da yanlış ki enflasyon çok yüksek çıkıyor. Zaten enflasyon bu da değil, daha yüksek. Dolayısıyla veriler de yanlış. Başkanlık sistemine geçtikten sonra iş iyice karışmış görünüyor Türkiye'de'' değerlendirmesinde bulundu.
Konferansın üçüncü panelinde Prof. Dr. Selva Demiralp ve Prof. Dr. Refet Gürkaynak, Sabuncu'nun moderatörlüğünde 'Enflasyonun Geleceği ve Merkez Bankası Politikaları' başlığını ele aldı.
Demiralp, ''Bu yılın yüzde 70 gibi bir enflasyonla bitirileceğini düşünüyoruz. Gelecek senenin sonunda ise yüzde 51 oranında bir enflasyon bekliyoruz. Bu yılı yüzde 40 gibi bir faizle de bitirsek önümüzde daha yol var'' değerlendirmesinde bulundu.
Demiralp, ''Güçlü bir potansiyelimiz var ve doğru politikaları uyguladığımız zaman yükselebilme şansımız var'' dedi.
Gürkaynak da, ''Konuştuğumuz şey Türkiye. Onun ayrı bir ekonomisi yok. Yatırım yaparken seni seviyoruz ama kadın haklarında kafa vuruyoruz gibi bir yaklaşım söz konusu olmaz. Türkiye ekonomisini; basınından, sosyal hayatından vs. ayrı düşünmek mümkün değil'' ifadelerini kullandı
Jeolog Prof. Dr. Naci Görür, Marmara Denizi'nde ''muhakkak'' 7 büyüklüğünün üzerinde bir deprem meydana geleceğini, bu konuda kimsenin şüphesi olmaması gerektiğini ifade etti. Görür, ''Marmara'da depremin olacağı matematiksel olarak olması gereken bir zorunluluk'' dedi.
Prof. Dr. Naci Görür ve Prof. Dr. Kamil Yılmaz, Hilton İstanbul Bosphorus Conference Center'de yapılan T24 Yıllık Buluşmaları'nın Dördüncü Paneli'nde, beklenen Marmara depreminin olası sonuçlarını ve ekonomiye olası etkilerini konuştu.
Görür, Kuzey Anadolu Fayı'nın kuzey kolunun her 250 senede bir, ortalama olarak 7 ve üzeri deprem ürettiğini belirtti. Görür, ''Bugün tekerrür periyodu doğmuştur'' diye devam etti ve ''Marmara denizinde artık deprem olacak mı olmayacak mı bunu bırakalım. Bilimsel gerçek, bu depremin olacağı yönünde'' ifadelerini kullandı. Görür, depremin İstanbul'un Avrupa yakasında 9 şiddetinde hissedileceğini belirtti.
Görür, yukarıdaki haritaya işaret ederek, Marmara'da meydana gelmesi beklenen depremle ilgili şu öngörüleri sürdü:
''Adalar'ın güneyindeki fay kilitli faydır. Kırılmasını beklediğimiz faydır. Kumburgaz Fayı var bir de, o da kilitlidir. Marmara'nın batısında olan fay ise, Tekirdağ Fayı; 1912 yılında Şarköy depreminde kırılmıştır. Deprem beklediğimiz iki fay kolu var: biri Kumburgaz Fay Kolu, ve Adalar Fay Kolu. Bu faylar kırıldığı takdirde Marmara'da minimum 7,2; maksimum 7,6'ya varacak deprem oluşacaktır.
Avrupa yakasında, sarı-kahverengi zemin hakimdir. genç zemin, göreceli olarak çökenlerdir, fazla dayanıklı değildir. Zemini bu yerler oluşturuyorsa depreme dayanıklı değildir, depremi büyütecek niteliktedir. bunların üstüne yapılan yapıların çok dikkatli yapılması gerekir. çünkü deprem açısından alttaki zemin de sorun çıkartır.
Asya tarafında, daha eski kayalar vardır. Deprem zararlarını daha azaltabilecek, daha dayanıklı, üzerindeki ve içindeki yapılara daha fazla zarar vermeyecek özelliklere sahiptir. Asya yakası, deprem açısından Avrupa yakasından görece daha iyidir zemin ve jeolojik koşullar bakımından.
Su depremde son derece sakıncalıdıe. Suyun basıncı, zemin üzerindeki yapıların dengesini bozmaya sebep olur.
Asya yakasında zemin, Avrupa yakasına göre çok daha farklılık gösteriyor. Avrupa yakasında zemin iyi ölçüde değil.
Marmara'nın kıyılarında kırmızı renkler egemen. Yer ivmesi deprem sırasında sahile yakın alanları etkileyecek. Avrupa Asya çok fark etmiyor. Marmaradan içeri doğru 10km mesafede zeminin ivmesi çok fazla. bütün yapılara daha fazla yük bindireceği anlamına geliyor bu.
Depremin şiddetine baktığımız zamna Avrupa yakasında, özellikle sahile yakın yerlerde şiddet 9 seviyesinde. Avrupa yakasında, depremin şiddeti kaçınılmaz olarak çok daha fazla. Asya yakasına bakarsanız, lacivert alan sınırlı, daha az. Avrupa yakası depremden daha fazla etkilenecektir şiddeti açısından. Asya yakası nispeten daha az etkilenecektir.
Özet olarak, Avrupa yakası her yönüyle Asya yakasından daha fazla etkilenecektir, depremin şiddeti orada daha fazla olacaktır. zeminin yapısı orada daha kötüdür. Asya daha iyi zemin açısından ama sahil bölgesinde iki kıta arasında çok bir ayrım söz konusu değildir.''
Konferansın 5. panelinde Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci ve Prof. Dr. Deniz Ş. Sert, ‘Göç ve Göçmenler; Ne Yapmalı?’ temasını Sabuncu’nın moderatörlüğünde değerlendirdi.
Semerci, ''Türkiye’de çocuk işçiliğini Suriyeli çocuklarla konuşmaya başlamadık. Ekonomik sistemimizin yüksek bir kayıt dışılığı içermesi öyle bir düzeyde ki işçi ölümlerinin kayıt altına alınması da dahil olmak üzere tam resmi göremiyoruz. ‘Nasıl bir toplumda yaşamak istiyoruz’ sorusuyla bu verileri görünür kılmaya ve bunu dert edinmeye ihtiyacımız var. Sihirli değneğin olmayacağını biliyoruz, bu meseleyi insan hakları perspektifinden kurgulamak gerekiyor'' dedi.
Semerci, ''İnsan hareketliliği tarih boyunca hep oldu ve olacak. Bunu dar bir çerçeveden görmemek gerekiyor'' diye konuştu.
Sert de, ''Türkiye'deki göç politikasına baktığınızda bunların çok kısa vadeli olduğunu görüyoruz. Siz bugün seçmene hepsini geri göndereceğiz dediğinizde bir sonraki seçimde kimse gitmediğinde tabii ki doğal olarak uzun vadede sosyal bazı infiallere yol açacaktır. Şu ana kadar AKP'nin yaptığı göç politikası hep kısa vadeli günü kurtarmak üzerine kurulu politikalar'' değerlendirmesinde bulundu.
''Hareketlilik çok sınıfsal bir konu'' diyen Sert, ''Pasaport endeksinde en altta olanlara bakın: Afgan, Suriye, Somali, Pakistan, Bangladeş... Bu insanlar pasaporta uluşabilseler bile vizesiz gidebilecekleri yerler çok sınırlı. Hareketliliği küresel olarak da daha farklı düşünmemiz gerekiyor. Afgan'a sınırı kaçak geç, sığınma talebinde bulun diyorsunuz bir nevi. Başka bir şey söz konusu değil bu insanlar için. Sınırları ne kadar yükseltirseniz kalıcı düzensiz göçü beslemiş oluyorsunuz. Politikaların yeniden ele alınması şart.'' diye konuştu.
Konferansın 6. panelinde Prof. Dr. Levent Kurnaz ve Ali Ekber Yıldırım, Payzın'ın moderatörlüğünde 'İklim, Tarım ve Gıda: Kriz Nerede, Çözüm Nerede?' temasını ele aldı.
Prof.Dr. Kurnaz, ''İklim krizi depremde konuştuğumuz gibi sadece İstanbul ya da sahil kesimleri için geçerli değil. Nereye giderseniz gidin bu bela sizi bulacak. 3 Temmuz 2023'ten sonra dünyanın freni patladı. O zamana kadar. da yokuş aşağı giden bir kamyonda gaza basmaktaydık ama artık o kamyonun freni de yok. Depreme gerek yok, deniz seviyesi bir metre yükseldiğinde Dolmabahçe Sarayı olmayacak. Ve bunlar gerçekleşecek. O kadar büyük bir bela geliyor ki başımıza, maalesef haberimiz bile yok!'' diye konuştu.
''Genelde hep ekonomi, politika konuşuluyor. Kiminle konuşursak konuşalım hayatın en büyük 5 sorun sorulunca iklim ve çevre onun içinde olmuyor'' diyen Kurnaz, ''Vatandaş günlük ekmeğiyle meşgul ama iş dünyası da kabul etmiyor bu krizi. Biz hayatımızda geri kalan şeylerin o kadar önemli olduğunu düşünüyoruz ki iklime sıra gelmiyor. Bela başımıza geldiğinde öyle bir vuracak ki, şu an konuştuğumuz konuların tamamı geyik olacak'' ifadelerini kullandı.
Kurnaz, ''Şu anda 4 - 5 milyon göçmen var vs. diye tartışılıyor. Bir sabah Türkiye'nin İran sınırında 30 milyon göçmen olduğunu göreceğiz'' dedi.
Yıldırım da, ''Çiftçiler iklim krizinin ne olduğunu çok iyi anlamaya başladılar. Derin bir şekilde bunu hissediyorlar. Sorunları konusunda gübre, mazot denilirdi artık iklim krizini de ilk sıralarda dile getiriyorlar'' değerlendirmesinde bulundu:
''Sürekli soruluyor tarım bitti mi diye: Türkiye'de tarım bitmedi ve bitmeyecek. Tarım hep var olacak ne kadar sorunlar olursa olsun. Buradaki en büyük tehlike iklim krizi olacak. Tarımı asıl tehdit etmeye başlayan bu. Tarımın temel sorunu aslında gereken önemi görmemesi. Son dönemde, pandemiyle birlikte bir kıpırdanma başladı. Çiftçi ailelerin git kendini dediği çocuklar kırsala döndü ve tarımı kurtarmaya çalışıyorlar. Çok yaşlı ve üretim yapamaz noktada olan bir kesim var bir de emekliler. geçinemeyen köylere gidip tarım yapmaya başladılar. Orada en ciddi problemlerden biri tabii ki tarımda genç nesilin olmaması. Birçok çifti 'ben son çiftçiyim, benden sonrası yok' diyor.
Yıllarca uyardık, dile getirdik. Giderek kırsal boşalıyor, tarım çok önemli ama ne yazık ki hep yok sayıldı. Şu anda kırsalda göçmenler olmasa ürünü toplayacak kimse yok. Konya'da karşılaştığım bütün çobanlar Afgandı mesela... Ege'dekiler Suriyeliler olmasa bu ürünleri toplayamayacağız diyorlar. Onlara bu alanda ihtiyaç var kesinlikle.
Türkiye'de tarım açısından büyük potansiyel var, biyo çeşitlilik çok fazla ama uygulanan politikalar nedeniyle biz bunu değerlendiremiyoruz. Tarım Türkiye için hayati öneme sahip ama biz bunun kıymetini bilmiyoruz. Üretenlere itibar kazandırmamız lazım. Çiftçi, ben bu ülkeyi besliyorum diye gurur duymalı, bundan kaçmamalı.''
Konferansın kapanış konuşmasını, geçen sene olduğu gibi Prof. Dr. Daron Acemoğlu yaptı.
Acemoğlu, 'Yapay Zekâ Alanında Neler Oluyor, Siyaseti ve Çalışma Hayatını Nasıl Etkileyecek?' başlıklı konuşmasında, Yapay zekanın çok büyük bir potansiyeli olduğunu ve bunun eğitimden yatırıma birçok alanda büyük önem teşkil edebileceğini vurguladı.
Acemoğlu, Türkiye'nin yapay zekanın geliştiği dünyada rekabetçi kalabilmesi için ''Eğitim ve kurumların güçlenmesi, teknolojiye doğru yatırım yapılması gerektiğini'' dile getirdi.
Acemoğlu'nun konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
''Türkiye’de üniversite eğitimine olan yatırım biraz arttı, ama burada ne yüksek kaliteli bir eğitim var, ne dünyada önem kazanan konular yeteri kadar ele alınıyor. Bunun altında kurumsal problemler var. Demokratik kurumlar da geriledi. Bu kurumların önemini vurguluyor.
Yapay zekada büyük problemler de var. Örneğin otomasyon arttıkça eşitsizlik artıyor. Ekonomik olarak gelişmekte olan ülkeler yapay zekayı, önemli bir yatırım odağı haline getirmeseler bile etkilenecekler. ABD’de işçiler otomasyon nedeniyle işlerini kaybediyorlarsa, Türkiye’ye de bir noktada bu etki gelecek. Bu gelen etkiyi en iyi şekilde kullanabilmek için gelişmekte olan ülkelerin doğru yatırımlarda bulunması lazım. Yatırım; teknolojiyi doğru kullanmaya, eğitime ve kurumlara yapılmalı.
Eğitimde en önemli unsur, yapay zekayı kullanacak iş gücünü yaratmak. Eğer bugün bir ofiste rapor yapmak, bilgi toplamak gibi basit işlerde bulunuyorsanız; bunları şu anda yapay zeka programları yapmaya başladılar. Önümüzdeki 10 senede daha da kaliteli olacaklar. Daha kaliteli iş yapma kapasitesi yoksa Türkiye’de bu insanların, yapay zekayla mücadele edemeyecekler.
Yapay zeka, bir tek üretim değil; bir bilgi teknolojisi. Bilgi topluyor, bunu nasıl kullanacağını ve kimin elinde olduğunu net bir şekilde belirliyor. Yapay zeka ve bilgi ekonomisinin nasıl kullanıldığı kurumların geleceğini belirleyecek.
Çin’in içinde olduğu otoriter dönüşümü, Çin’deki yapay zeka kullanımının nasıl kullanıldığını bakmadan mümkün değil.’’ Çin’in büyüyen orta kesimi kontrol etmek için yapılan sansürde, yapay zekayı kullandıpını belirtti.
Başka ülkeler yapay zekaya Türkiye’den önce yatırım yaparsa… Türkiye’nni genç nüfusu bunu artırmaya başladı. Türkiye’nin önünde en fazla 20 senelik bir pencere var. Eğitim ve kurumlar güçlenir, teknolojiye doğru yatırım yaparsa Türkiye’nin iyi bir yere gelmesi mümkün. Ancak yapılamazsa, Türkiye için çok daha fazla problem ortaya çıkabilir.
Biraz iyimser olmaya çalıştım ama kötümser olabilecek çok sebep de var. Yapay zeka devriminin işçilerin ve vatandaşların aleyhine olma tehlikesinin çok büyük olduğunu görüyorum. Bu yüzden STK'ların, sesi çıkabilecek insanların daha fazla ses çıkarması gerekiyor.
Türkiye'deki en büyük zayıflık STK zayıflığı. Sivil toplumun, devletin daha ileri gitmesi ve aynı zamanda toplumun faydası için çalışmaya zorlaması gerekiyor. Türkiye'deki sivil toplum bağımlı bir sivil toplum. Şirketler, devlete karşı yeterince güçlü değil çünkü hukuk devleti değil. Bu durum, sivil toplumun medyayla çalışmasını da engelliyor. Çok zor durumdalar Türkiye'de. Ama sivil toplumun Türkiye için oynayacağı rolün daha da önemli olduğunu vurguluyorum. Hem şirketleri doğru yönde etkilemesi lazım, devletin eğitim ve teknolojiye yatırımı, hukuk devletinin kuvvetlendirilmesi gibi. Türkiye'deki sivil toplum zayıflığı bunları zor bir hale getiriyor.''
Tam program: Altı panel, dört sunum
T24 Yıllık Konferansı: Kaç İhtimal Daha Var? Tarih: 24 Ekim 2023 Salı Mekân: Hilton İstanbul Bosphorus Conference Center Konferans akışı 09.25-09.30: Kısa Film | Cumhuriyet | Rıdvan Akar Konuşmacılar: Prof. Dr. Emre Erdoğan, Prof. Dr. Ali Çarkoğlu 2. PANEL 2. SUNUM 12.00-12.30: Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye Burjuvazisi | Coğrafya Kader Değildir: Neden Yapamadık, Nasıl Yaparız? Konuşmacı: Cem Boyner
3. PANEL 4. PANEL Moderatör: Murat Sabuncu Konuşmacılar: Prof. Dr. Levent Kurnaz, Ali Ekber Yıldırım |
© Tüm hakları saklıdır.