Sokağa çıkma yasağının haftalardır sürdüğü Sur'a giden Cumhuriyet yazarı Işıl Özgentürk, "ilçenin yeni sahiplerinin polis aracı Akrepler" olduğunu söyleyerek "Akrep’in içinde oturan iki kişi, sadece bu ekrana bakıyor. Ekranda çocuk, kadın, yaşlı, genç fark etmez, herhangi bir hareket hemen hedef haline geliyor ve Akrep’in içinde oturan kişiye de sadece bir düğmeye basmak kalıyor. İşte bu Akrepler çocukları öldürüyor. Çünkü bir aya yakındır süren sokağa çıkma yasağını, en çok çocuklar bilemiyor" dedi.
Özgentürk, yazısında "Çocuk bunlar; okulları kapatıldı, arkadaşları başka mahallelerde kaldı, onlara nasıl anlatırsın 'Sokağa çıkarsan ölürsün'; bu nasıl anlatılır! Onlar çıkıyorlar ve ekranda sadece hareket eden bir hedef olarak görünüyorlar. Ve bir tek cümle 'hedef zayi edildi” ifadelerine yer verdi.
Işıl Özgentürk'ün Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (13 Ocak 2016) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
Diyarbakır’ın Sur ilçesine yakın bir oteldeyim. Silah ve hiç durmadan bölgeyi gözetleyen helikopterin sesi bulunduğum yere ulaşıyor. Uzaktan görülen Sur ilçesi kapkara, bir diş oyuğu gibi. Çünkü bölgede elektrik yok, soba yakılamıyor, çünkü sürekli dolaşan helikopterdeki çok donanımlı kameralar en küçük bir hareketi bile tespit edip ateş ediyor. Üç ay önce yüz bin kişinin yaşadığı, Diyarbakır’ın ve Mezopotamya’nın tüm renkleriyle kendini bize sunduğu hanlarıyla, camileriyle ve insanlarıyla her gideni geçmişe götüren bu sihirli bölge artık terk edilmiş. Ama hâlâ Sur’da yaşamaya çalışanlar var, bunların bir kısmı, “burası benim evim, yuvam, ne olursa olsun burayı terk etmem” diyenler, bir kısmı “çok yaşlılar ve çok yoksullar”, bir zamanlar gene zorunlu bir göçle köylerinden buraya gelmişler ve artık bir yurtları olsun istiyorlar.
Bölgenin yeni sahipleri ise tam donanımlı, asla kurşun işlemeyen, görünüşü bile insanı korkutan Akrep denilen araçlar. Biraz bu Akreplerden söz etmek gerekiyor. Çünkü bölgede şu sözleri sık sık duydum: “Polisler asla araçlarından inmiyorlar.” Evet, inmiyorlar, operasyonlar bu araçlarla yapılıyor. Kalın bir zırhla çevrili aracın içinde, tıpkı atari oynanan internet kafelerden bildiğimiz büyük bir ekran var. Ekran bölgedeki her kıpırtıya, her sese duyarlı bir bilgisayarla donatılmış. Akrep’in içinde oturan iki kişi, sadece bu ekrana bakıyor. Ekranda çocuk, kadın, yaşlı, genç fark etmez, herhangi bir hareket hemen hedef haline geliyor ve Akrep’in içinde oturan kişiye de sadece bir düğmeye basmak kalıyor.
İşte bu Akrepler çocukları öldürüyor. Çünkü bir aya yakındır süren sokağa çıkma yasağını, en çok çocuklar bilemiyor. Çocuk bunlar; okulları kapatıldı, arkadaşları başka mahallelerde kaldı, onlara nasıl anlatırsın “sokağa çıkarsan ölürsün”; bu nasıl anlatılır! Onlar çıkıyorlar ve ekranda sadece hareket eden bir hedef olarak görünüyorlar. Ve bir tek cümle “hedef zayi edildi”.
Keskin nişancılar
Bir de keskin nişancılar var. Keskin nişancılar, ülkemiz için yepyeni bir durum. Keskin nişancıları biz özellikle Amerikan filmlerinden bilirdik. Artık bizim de keskin nişancılarımız var. Onları sokağa çıkma yasağının ilk uygulandığı Silvan’a köy yollarından girdiğimde görmüştüm. Bir apartmanın tepesindeydi. Sadece siyah bir suliet görmüştüm, bir de uzun namlulu silahın ucu güneş vurdukça parlıyordu. Şimdi her sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgede keskin nişancılar var. Şırnak’ta komşularına ekmek almak için sokağa çıkan, Taybet Ana bir keskin nişancı tarafından tek kurşunla vuruldu, ölüsü sokakta yedi gün bekledi; çünkü oğulları, kızları, annelerinin cansız bedenini almak için 150 metre yeri gidemediler. Keskin nişancılar bekliyordu.
Farkındaysanız bir cehennem tablosu çizer gibiyim. Anlatılacak daha çok cehennem tabloları var ama ben bir zamanlar cennet olan Diyarbakır’ı hayal etmeye çalışıyorum. Surların yanındaki her saat açık olan ciğercilerden yükselen kokuyu anımsamaya çalışıyorum ve sabah oluyor.
Bu cehenneme dayanmak zor ama hayat devam ediyor. Ben de az sonra Siirt’e doğru yola çıkacağım. Siirt girişinde Türkiye’nin her yerinden gelen kadınlarla buluşup, Şırnak’a gideceğiz. Neden mi? Şırnak morgunda ve belediyenin güçlükle bulduğu bir buzhanede yaklaşık 53 ölü beden bizi bekliyor. Bunlar içinde Taybet Ana ve Şırnak’ta başlarından vurularak ölen üç kadın siyasetçi de var. İnsanlar ölülerini hep birlikte, küçük bir törenle gömmek istiyorlar ama bir türlü o ölü bedenler sahiplerine verilmiyor.
Sakine Ana’yı bilmeyen yok. 7 çocuğunu 30 yıldır süren çatışmalarda yitirmiş ama hâlâ İnsanlara moral vermeye devam ediyor.
Ölüler sahipsiz
Dünyanın neresinde, hangi dinde ölülere ve onların acılarıyla kavrulan insanlara böyle bir kötülük yapıldı. “Yasak!” “Şimdi veremeyiz!” “Sayı tespit ediyoruz!” Adli tıpta “bütün bu bahaneler sürekli sıralanıyor ve ölü sahipleri bekliyor, ölülerini bir an önce toprağa verilmek için.
Şimdi İstanbul’dan, Ankara’dan Gaziantep’ten Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş, sayıları yüzleri bulan kadın-erkek Siirt girişindeyiz. Oradan Şırnak’a geleceğiz. Ama jandarma ve polis araçları yolu kesmiş. Kimseyi bırakmıyorlar. Arabalardan inip bekliyoruz. HDP milletvekilleri, belediye başkanları valiyle konuşmak için Siirt’te gitmeye karar veriyorlar. Belki cenazeleri almak için izin verilebilir. Doğrusu ben böyle bir şeyi bir filmde görsem “senaryo yazarı abartmış” derim. İnsanlar, ölülerini gömmek için çaresizce bekliyorlar ve seçilmiş milletvekilleri atanmış bir validen izin almak durumunda kalıyorlar. Milletvekilleri valiyle görüşüp geliyorlar. Siirt’ten geçip Şırnak’a gitmek isteyenlere “hayır” dendi. Sakine Ana da (Arat) bizimle bekliyor, yedi çocuğunu otuz yıldır süren çatışmalarda yitirmiş. Ona bakıyorum, sanki bir sabır taşı, sessizce “Dönelim” diyor. “Başka bir yoldan gidelim.”
Ama o başka yol da kapalı. Biz sessizce yakılan ateşlerle ısınmaya çalışırken, ölüler gene Şırnak’ta morgda ve buzhanede bekliyor.
Salı sabahı. Haber bir müjde gibi geldi. Şırnak’a gidilebilecek. Üç saat için yasak kalktı. Ölüler artık toprağın olabilir.