Kitaptan tadımlık
Sonsuz derinlikteki lacivert gökyüzünde büyük bakır bir sini gibi asılı duran dolunayın şavkı vuruyordu Akbük Körfezi'ne. Dolunayda oynaşan deniz üzerinde yakamozlar ışıl ışıldı. Hafiften esen meltem, zeytinleri sulamakla kalmıyor, akşama huzurlu bir serinlik, bir ferahlık veriyordu. Akbük; Ege Denizi'nin serin sularıyla, en tepesinden dibine kadar, sık çam ve zeytin ağaçlarıyla kaplı Kazıklı Dağı arasına sıkışmış, antikçağın en önemli bilicilik merkezi Didim'in küçük, şirin bir beldesi. Mazlum ve mahzun Gelîyê Zîla sürgünlerinin iskân yeri. Hepsi aynı aşiretten, akraba
İlk geldikleri günlerde Kazıklı Dağı'na doğru biraz yürüdükten sonra dönüp yüzlerini Ege Denizi'nin sonsuz maviliklerine doğru çevirir, kekik kokulu toprak üzerine bağdaş kurup otururlarmış. Güneşin, uçsuz bucaksız denizin mavilikleri içinde batıp kayboluşunu izlerlermiş. O zaman an2 Zilan Deresi. 10 bean, dakikadan dakikaya güneşin değişen renklerinin deniz suyunu nasıl renkten renge boyadığına tanıklık ederlermiş. Bu, her seferinde Aladağ'dan Gelîyê Zîla'ya doğru baktıkları anları hatırlatırmış sürgünlere. Gelîyê Zîla'da da, güneş tıpkı böyle yeşillikler içinde batar, dağları ve ucu bucağı yok Gelîyê Zîla'yı değişik renklere boyarken ufkun sonsuzluğunda eriyip gidermiş. Akbük'ün denize bakan orta yerinde, geniş bir avlu içinde büyük, iki katlı bir taş bina.
Dört bir yanı zeytin ağaçlarıyla çevrili. Ağaçlar asırlık. Gövdelerinin kalınlığından belli. Dalları zeytin yüklü, yeşil yeşil. Avluya kırmızı ve beyaz begonvillerin sardığı kayrak taşıyla örülmüş bir kemerden giriyoruz. Evin geniş terasına serilmiş kalın yün döşek ve minderler üzerine oturmuş erkek misafirler. Sırtlarını yastıklara yaslamış. Çoğunun parmakları arasında sürekli dönen tespihler. Önlerinde tütün tabakaları, sigara paketleri. Ben de herkesi selamladıktan sonra gösterilen yere bağdaş kurup oturdum. Terası çevreleyen duvarın üzerini seramik saksılar ve teneke yağ kutularında rengârenk güller, mis gibi kokan fesleğenler, her renkten sardunyalar, kırmızı ve beyaz karanfiller, allı morlu menekşe ve beyaz yapraklı, göbekleri sarı papatyalar süslüyor.
Kadınlar terasın sağ tarafına sıralanmış. Genç kız ve gelinler tabaklarla, doğranmış kavun, karpuz; kırmızı, siyah ve beyaz üzüm; dallarından henüz toplanmış götleri ballı siyah ve sarı incirleri getirip altına rahle konmuş yuvarlak, büyük bakır sinilere bırakıyordu. Orta döşekte herkesin saygıyla iltifat ettiği, ağırlamak için özen gösterdiği, ta uzaklardan, serhadden gelme iki dengbej, bir de hünermend oturuyordu. Sesi ve sözü şekillendiren ustalar. Aynı sözü ve kelimeyi bazen sonsuz otlakların kadife yumuşaklığında yeşil bir huzur içinde söyler, bazen ağır bir balyoz gibi göğsüne göğsüne indirir insanın, nefesini keser.
Bazen sağır eden gök gürlemelerinin içinden fırlayan kör edici şimşekler gibi çakar, beynin ışığa keser. Bazen kucağındaki bebeğini uyutan annenin ninnisi gibi mutluluk saçar, bazen ağır ve acı bir ölümün ardından söylenen ağıt gibi üstünden başından hüzün dökülür. Şaşarsınız dinlerken sözü ve kelamı şekilden şekile dönüştürme ustalıklarına. Hünermend ağzı büzgülü, siyah, kadife bir torbanın içinden özenle kızıl renkli bir duduk çıkardı. Sol elinde tuttuğu duduğu, sağ elindeki kadife torbayla dikkatlice sildi. Sonra yanı başında, minderin üzerine indirdiği ceketinin iç cebinden tütün tabakasına benzer küçük bir kutu aldı. Kutuda duduğun dili vardı. Duduğun dilini dudaklarının arasında ıslatıp yumuşattıktan sonra duduğa taktı. Kaysı ağacından yapılmış duduk iki gümüş kelepçeyle sıkıca sarılmıştı, çatlayıp ayrılmasın diye. İki dengbej ellerindeki üç sıralı doksan dokuzluk tespihleri parmakları arasında çevirip duruyordu. Birininki siyah oltutaşından, diğerininki kahverengi koka. İkisinin de habbeleri yuvarlak, nohut tanesinden biraz küçük. Köyde düğün vardı.
Gündüz çalınan davul, zurna ve ince saz faslı bitmişti. Vakit akşamdı. Zaman söz ve kelam zamanıydı. Sese şekil vermenin, sesin ruhunu ortaya dökmenin zamanı. Kaybolan sözlere, belki dün belki de onlarca hatta yüzlerce yıl öncesinde söylenmiş, ama bugün unutulmuş yitik sözlere yeniden can vermenin zamanı. Geçmişi nefesle anlatma zamanı. Evet, zaman dengbejlerin zamanıydı. Sessiz çoğunluğun sesi olan dengbejlerin. Belleğini sese ve söze döken ustaları dinleme zamanı…
|